Bu hafta sonu Manchester United kendi saha ve seyircisi önünde, Stoke City karşısında ilk yarısını 2-1 yenik kapattığı müsabakayı 3-2'lik bir geri dönüşle lehine çevirmesini bildi. Gerek maç sonucuna gerek lig tablosuna bakıldığında, ada basınının gündemini elbette ki David Moyes meşgul ediyor.
Hiç kimse Old Trafford'ta oynanan ve takım 2-1 yenikken, 2 pas yapmaya mecali olmayan yahut yine Old Trafford'ta oynanan ve takım her ne kadar net pozisyonlara girip, direkleri dövmüş olsa da bu kadar kritik bir noktada Southampton ile 1-1 berabere kalan United'ı savunamaz. Burada hemfikiriz ancak ben mevcut duruma biraz da farklı açıdan bakılması gerektiği kanısındayım.
1986 senesinin kasım ayına, 22 takımlı ligde 21. sırada olarak giren Manchester United, takımın başına Alex Ferguson'u getirme kararı almıştı. Alex Ferguson, Aberdeen Futbol Kulübü tarihinde ki en üst düzey 4 lig şampiyonluğunun 3'ünü getiren bir teknik adam olduğu gibi, aynı zamanda İskoçya Kupası'nı 4 kez, İskoçya Lig Kupası'nı 1 kez kazanmış ve 1982-1983 sezonunda kulüp tarihinde bir ilki başararak hem Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nı hem de Avrupa Süper Kupası'nı kazandırmış olan bir teknik adamdı.
Manchester United'ın başına geldiğinde kulüpte 20 seneye yakındır kazanılamayan lig şampiyonluğu bunalımının yanı sıra, başta Bryan Robson olmak üzere takım içerisinde düzenli alkol tüketen oyuncular ve karman çorman bir sistem vardı. Ferguson ilk sezonunu 11. sırada tamamlarken, hemen ertesi sezon ligde Liverpool'un hemen ardından 2. sırada yer alıyor, bir sonraki sezon ise ligi yeniden 11. sırada tamamlıyordu. 6 sene sonrasının yine bir kasım ayında, yenilenmiş ismi ve sistemiyle Premier Lig olarak karşımıza çıkan organizasyonda, bu kez 10. sıradaydılar. Söz konusu sezonun ilerleyen haftalarında Alex Ferguson ve ekibi müthiş bir ivme kazanacak ve tam 26 senelik şampiyonluk hasretine son verecekti. Hem daha sonra ki kupa dolu sezonları birçoğunuz iyi bildiğinden anlatmaya gerek duymadığımdan hem de konuyu Sir'den Moyes'e yönlendirmek istediğimden biraz daha yakın bir zamana geçiş yapmak istiyorum.
Manchester United geçen sezon 20. şampiyonluğuna ulaşırken, en dişli rakibi olarak vurgulanan Manchester City'den kadro olarak çok daha gerideydi. Kulüpteki 13. şampiyonluğunu yaşayan Ferguson'un, 18.9 milyon İngiliz Sterlini karşılığı transfer ettiği ve ada futbolunun en pahalı kalecisi unvanını kazanan David de Gea birçok maç güven vermiyordu. Defans bloğunda sağda Rafael hücum anlamında kendini oldukça geliştirmesine rağmen özellikle fiziksel anlamda ki yetersizliği yüzünden kademede cılız kalabiliyordu. Defansın göbeğinde oynayan Nemanja Vidic ve Rio Ferdinand ikilisi eski sertlik ve kesiciliklerinde değillerdi. Fiziksel olarak da düşüş yaşayan bu ikili sık sık sakatlanıyordu. Sol bekin başarılı ismi Patrice Evra'yı bazı maçlar dinlendirebilmek adına transfer edilen Alexandar Büttner tam bir hayal kırıklığıydı. Orta sahada futbolu bıraktıktan sonra geri çağrılan kızıl prens lakaplı Paul Scholes görev alırken, onun alternatiflerinen Darren Fletchet ülser ve kolit gibi hastalıklarla boğuştuğundan sezonun tamamına yakını kadroda yer almıyordu. Kanat oyuncularından Nani herzamanki gibi bal yapmayan arıydı, bir diğer kanat oyuncusu Ashley Young ise birçok maç ya kendini kolayca yere bırakma derdindeydi ya da komple yokları oynuyordu. Orta sahanın ortaasında, genç yetenek Tom Cleverley sakatlıklarla boğuştuğundan kendini gösteremiyor, orta sahanın hücuma yönelik ismi Shinji Kagawa yeteneklerini sergileyemiyor ve forvetin sembol isimlerinden Wayne Rooney oldukça istikrarsız bir performans sergiliyordu.
Tüm bunlar göz önünde bulunudurulunca, Robin van Persie transferi gerçekleştirilmemiş olsa, takımın şampiyon olması mucizelere kalırdı diyebiliriz.
Şimdi beni tabloyu fazla karamsar göstermekle suçlayanlar olacaktır ancak dünya futbolunda eşi benzeri ender görülen bir menajer gerçeği ve bir de üstte bahsettiğim Robin van Persie takviyesi sayesinde Manchester şehrinin Kırmızıları olan United, şampiyonluk yarışından çok kendi içerisinde ki huzursuzluklarla boğuşan şehrin Mavileri City önünde mutlu sona ulaşıyordu.
İşte tam bu noktada, bu sezon Robin van Persie yine aynı verimde ve kalitede sahada yerini alırken, bir üst paragrafta yazdığım isimlerden özellikle Vidic ve Ferdinand ikilisi fiziksel olarak iyice gerilemiş, Nani herzaman ki Nani rolünden kurtulamamış, Young yine bir var bir yok rolünde, Kagawa beklenen patlamayı birtürlü gerçekleştiremiyor, Rooney'nin ismi transferin son dakikalarına kadar Chelsea ile anılıyordu.
Şahsen çokça beğendiğim bir isim olan sağ açık Antonio Valencia kesik yemeye başlarken, yeni transfer Marouane Fellaini ise henüz takıma adapte olamamıştı.
Ayrıca defans bloğunun göbeğinde ve sağında birtakım farklılıklar denenmeye başlanmış ancak bu farklılıklar sezon içerisinde denenmeye başladığından savunma bazında akıl almaz hatalar kaçınılmaz olmuştu.
Yani Moyes için birçok kişinin koskoca bir mirası devraldı denilecek kadar basite indirgenmiş bir ortam asla söz konusu değildi. Kaldı ki Moyes'un kendisi ve kariyeriyle ilgili de aşması gereken konular vardı. Daha önce büyük bir takım çalıştırmamış olduğu gibi, sezon başında bir alt ligde mücadele eden Wigan Athletic karşısında kazandığı Community Shield kupası haricinde kariyerinde herhangi bir kupa kazanamadığı gerçeğini yadsımamak gerekir.
Old Trafford'ta bu sezon oynadıkları ilk 4 lig maçında Chelsea ve Southampton ile berabere kalan, West Bromwich Albion'a yenilen ve tek galibiyetini rakibi Crystal Palace 10 kişi kaldıktan sonra atılan 2 golle alan United karşısında, sezona sıkıntılı başlayan Stoke bu deplasmana tahmin edilemeyecek kadar büyük bir özgüvenle gelmişti.
United maça sol bek Evra, stoperler Evans ve Jones, sağ bekte ise Smalling defans kurgusuyla başlamıştı ancak özellikle ilk 45 dakikada sol açık Kagawa ve sağ açık Nani defansa yeterli katkıyı sağlayamayınca, Stoke'un sol kanatından Marko Arnautovic, sağ kanatından ise Jonathan Walters çok tehlikeli ataklar gerçekleştirdiler ve soyunma odasına 2-1 önde girdiler.
2. yarının hemen başında Arnautovic sakatlanarak oyunu terk edince Stoke anlamsız bir şekilde defansa kapandı. Ancak United 30 dakika boyunca yine şuursuzca hücum etti ve özellikle orta sahada top yapmaktan uzak kaldı. Sağ kanata Nani'nin yerine Adnan Januzaj, orta sahadan Cleverley çıkartılıp, hücuma Hernandez ve sağ bek Smalling'in yerine o koridoru komple kullanabilecek Valencia girdikten sonra önce 2-2 ve ardından 3-2'ye ulaşılabildi.
Toparlamak gerekirse, Moyes'un önünde en azından ara transfere kadar aşılması gereken zor bir süreç olduğu gibi, kısa vadede ise Fulham ve Real Sociedad deplasmanlarının ardından Old Trafford'ta oynanacak olan Arsenal maçından galibiyet alınarak, mevcut lider Arsenal ile olan puan farkının eritilmesi şart.
Daha sonrasında ise yaz döneminde Thiago ve Cesc Fabregas transferlerinde yapılan hatalar yapılmayıp, başta orta saha olmak üzere en az 2 yıldız ismin takıma katılması gerekiyor kanısındayım.
Yazımı Moyes'a yalnızca bu sezon değil, başarısızlık devam etse dahi önümüzdeki sezonun da en azından yarısına kadar sabır gösterilmesi gerektiğini altını çize çize vurgulamak istiyorum.
Son olarak haddime olmasa da mevcut kadronun kendimce en ideal 11'ini ve sahaya dizilişini resmederek sizlere sunmak isterim.
Herkese Premier selamlar.
Son Dakika › Spor › Stoke mu İyiydi, Eldeki 'Stok' mu Kötüydü? - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?