Bu yazı
The Guardian
'ın internet sitesinden alınmıştır.
Sloane Stephens, etrafında ölü bedenlerle büyüdü. Ailesinin bir cenaze evi vardı. Bu yüzden ergenlik yılları cesetlere dolu dondurucuların yanında, bedenleri cenaze için giydirerek ve ailesini cenaze arabasıyla bir yerlere götürerek geçti. Bir keresinde bir grubun önünde ağladığı için yas tutanlarla selamlaşması yasaklandı. Hobileri arasında ceset yakmak ve mumyalamak var. Ve evet, bunun garip olduğunu kendisi de biliyor.
2017’nin Amerika Açık şampiyonuna bu yılın başlarında, ölümle yaşamanın nasıl bir şey olduğunu sorduğumda cevabı ciddi konularla ciddiyetsiz bir şekilde başa çıkma eğilimini yansıtıyordu: Birçok insan cesetlerden korkuyor fakat sen korkamazsın!” dedi. “Korkmaman gereken tek şey onlar çünkü onlar sana hiçbir şey yapamazlar. Etrafındaki insanlardan korkmalısın çünkü ne olacağını bilmiyorsun, değil mi?”
Mayıs ayının başında Madrid Açık esnasında Stephens’la salonunun bir köşesinde buluştuğumuzda ölüm yine aklındaydı. Stephens bu sefer bir arkadaşının ölümle dansının onun kariyerine nasıl etki ettiğini nefes almadan anlatıyordu. Yine, acı bir hikâyeden kendine özgü mizah anlayışı ve küfürlerle söz ediyordu.
Stephens, 2017’nin Ocak ayında bir sabah saat üçte çalan bir telefonla uyandı. Yakın arkadaşı ve aynı zamanda WNBA yıldızı Quincy Pondexter onu New York’tan arayıp hastalığından şikâyet ediyordu. Stephens hemen eyleme geçti, Pondexter’i hastaneye gitmeye ikna etti. Bir sonraki konuşmalarında Pondexter’e MRSA teşhisi konulmuştu ve kolunda serumla hayatı için savaşıyordu.
“Hastaneye gitti, karantinaya alındı ve herkes onun öleceğini düşünüyordu. Ben de Bekleyin, ne?” diyordum. Bu kadar genç birinin bu kadar hasta olduğuna daha önce hiç tanıklık etmemiştim. O an paniklemeye başlıyorsunuz… Ve sonra “Tanrım! Neler oluyor?” diye düşünüyorsunuz.”
Stephens, o dönemde sol ayağındaki stres kırığı nedeniyle ameliyat olmuştu ve Los Angeles’ta kalmak zorundaydı. Üç hafta boyunca her gün FaceTime’da Pondexter’la konuştular. Beş ay boyunca kendi ayağındaki acıya ve şanssızlığına küfrettikten sonra, bu kadar yakın bir arkadaşının ölümü yenmesini izlemek kendi problemlerine de farklı bir açıdan bakmasına neden oldu.
O ölmek üzereydi ve ben ‘Lanet olsun! Ayağım!’ diyordum. “Senin ayağın kimin umrunda, Sloane?” dedim kendi kendime. Bu durum bana farklı bir bakış açısı kazandırdı ve tekrar oynamaya başlamama sebep oldu. Geri döndüğüm ve yeniden oynamaya başladığım için heyecanlıydım.”
Stephens’in sakatlığı, onun 11 ay oyundan uzak kalmasına sebep oldu ama spordan ayrı geçirdiği bu zaman mental olarak toparlanmasına yardımcı oldu. Bu yoğun sporun zorluklarından, sadece otellerle tenis kortları arasında gidip gelerek geçen kıtalararası seyahatlerden ve onunu bir sonraki Serena Williams olarak taçlandırmaya çalışan gazetecilerden yorulmuştu.
Kortlardan ayrı kalmak Stephens’ı o kadar derinden etkilemişti ki, dönüşünün ardından katıldığı beşinci etkinliğin sonunda, tenis tarihinin en iyi geri dönüşlerinden birini yapmış olarak Arthur Ashe Stadyumu’nda ellerinde Amerika Açık kupasıyla duruyordu. “Kesinlikle farklı bir manzaraydı.” diyor Sloane, “Oynamayı özlemiştim. Hayatım boyunca ilk kez gerçek dünyanın büyük bir kısmını tecrübe etmiştim ve yarı yetişkin olmuştum. Gerçekten çok iyiydi.”
Stephens, Miami’de de büyük bir ünvan kazanarak, geçen seneki WTA Finalleri’nde ve Fransa Açık’ta finale yükselerek ve top 10’daki yerini güçlendirerek 2017’de elde ettiği Amerika Açık ünvanınıperçinledi. Ancak 2018’in sonlarında antrenörü Kamau Murray ile ayrıldıktan sonra, bu sezona favorisi toprak kort sezonunun hemen öncesinde yaptığı altı galibiyet ve altı mağlubiyetlik kötü bir dereceyle başladı. Sloane, bu durum için “Oradaydım ama sanki orada değildim. Fiziksel olarak korttaydım ama aklım orada değildi.” diyor.
Stephens bu sene Madrid’e gitmeden birkaç gün önce harekete geçti. Maria Sharapova’nın eski antrenörü Sven Groeneveld’le anlaştı. Sven’in ona bir düzen kazandırdığını düşünüyor ABD’li raket. Bir antrenörü olmadan oynamanın zorluklarından bahsederken gülüyor:
Bir antrenörüm yokken hayat çok karmaşıktı. Bir antrenöre sahip olmak bana, ihtiyacım olduğundan değil ama, bir ara verdirtti. Sadece kişisel yaşamımda değil aynı zamanda tenis yaşamımda da bazı şeyleri düzene sokmam için bana yardımcı oldu. Bazı şeylerin üstesinden kendi kendime gelebildim, ki normalde bunu yapmama hiç gerek kalmazdı.”
Cevabının ortası, dört ay boyunca turnuvadan turnuvaya amaçsızca seyahat etmenin bir değerinin bir değeri olduğunun ve kariyerindeki temel problemin altını çiziyor: Kariyerini bugüne kadar tanımlayan anlık mükemmel hamlelerden ziyade sürekli olarak üst düzey bir oyun oynayabilir mi, daha da önemlisi bunu yapabileceğine inanıyor mu?
Eğer yapabilirse, sporuna hükmedebilir. En iyi halindeyken, yaşıtlarından farklı bir sporu yapıyormuş gibi gözüktüğü zamanlar var. Vuruşları pürüzsüz ve zahmetsiz. Çoğu oyuncu ya hücumu seçer ya da savunmayı ancak Stephens için bu ikisinin arasında bir fark yok. Kendisi turdaki en hızlı oyuncu ve üstten falsolu sert bir forehand’i herhangi bir savunmayı yerle bir edebilir. Stephens hem hücumla hem de savunmayla kazanıyor. Ama onun en önemli kusuru hızlı ayakları hareket etmeyi bıraktığında bunu umursamaması. Bazen bir tenis kortu dışında herhangi bir yerde olmayı tercih edermiş gibi duruyor.
Stephens, 26 yaşında. Fiziksel olarak en iyi zamanında olabilir. Kort dışında, Toronto FC futbolcusu Jozy Altidore’la nişanlandı ve mutlu gözüküyor. Yine de büyüdüğünü düşününce irkiliyor: “Tenisin dışında gerçek bir hayatım olması çok garip. Ama büyümüş hissediyor muyum? Hayır. Hayat çok hızlı geçiyor. Büyümek istemiyorum. Hala annemin telefon faturamı ödemesini istiyorum. Büyümek için hazır değilim.”
Aynı zamanda da zamanının azaldığını hissediyor. Yaş konusundaki görüşleri, kortta, kort dışında olduğundan daha olgun olduğunu öğrenen tenis oyuncularının ikiliğini yansıtıyor.
“Çok şey yaşamış gibi hissediyorum. Madrid’deki sekizinci senem. Bu çok uzun bir süre! İkinci ya da üçüncü seneden sonra alışıyorsun ama sekiz sene? Çok yaşlanmış hissediyorum. Burada ilk oynadığım zamanlarda Li Na ile karşılaşmıştım ve bunun başıma gelmişen iyi şey olduğunu düşünüyordum. Ve o beş sene önce emekli oldu.”
Tenis gibi bireysel bir sporda yaş ve güç, eğer bunun peşindeyseniz, beraberinde sorumluluk getiriyor. Maria Sharapova gibi bazı üst düzey oyuncular sadece kendilerini düşünüyorlar ama Stephens kendi sesinin farkına varmış ve bir lider olma düşüncesini sahiplenmiş gibi duruyor. ESPN, Avustralya Açık esnasında hüsrana uğramış rakibi Petra Martic’in kamera arkasında ağladığı fotoğraflarını yayınlamıştı ve Stephens buna çok sinirlenmişti. Daha da önemlisi bazışeyleri değiştirebilecek gücü olduğunun farkındaydı. Bu nedenle ESPN’e gitti ve görüntülerin silinmesini talep etti.
“Gitmek zorundaydım. Kızlarımın haklarını savunuyordum. O bir yarışmacı ama bence bir erkek olsaydı o fotoğraflar gösterilmezdi. Ne hissettiğimi söylemekten korkmuyorum. Kimse onu savunmasa bile ben savunacaktım.”
Stephens, Madrid Açık’ta Roland Garros’un önünde ümit verici bir sonuçla yarı finale yükseldi. Saha dışındaki hayatı ve sorumlulukları konusunda ne kadar rahatlamış olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Bu durum, kariyerinin medya ilgisinden zarar gördüğü zamanlarda böyle değildi, o zamanlar kabuğuna çekiliyordu.
Stephens’ın yaşıtları tarafından gördüğü saygı da dikkate değer. Paris’te bir gazeteci Simona Halep’e geçen senenin Amerika Açık finalinde yendiği bazı rakiplerini sayarken Halep gülümseyerek gazetecinin sözünü kesti ve yalnızca Stephens” dedi. Detaya inmesine gerek yoktu. Stephens, Roland Garros’ta ilk rauntta kaybedebilir ya da sahayı paramparça edebilir. Kimse ne yapacağını bilmiyor ama oyunda olduğu, yürüdüğü ve yaşadığı sürece ondan korkulmaya devam edecek.
Çeviri: Melike Evrim YILANCI
Son Dakika › Spor › Sloane Stephens: 'Canlılardan korkmalısınız, ölülerden değil!' - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?