Tren sabahın erken saatlerinde İstanbul’un içinde yavaş yavaş ilerliyor. Kartal ve Pendik civarında çarşının tam göbeğinden, Küçükyalı’dan sonra evlerin arka bahçelerinin ve ağaçlar içindeki sessiz sokakların yanından geçerek son durak Haydarpaşa’ya doğru yoluna devam ediyor. Trenin camına dayanmış bir çocuk ve babası sohbet ediyorlar.
-Daha çok var mı ?
+Az kaldı.Göztepe’deyiz. Feneryolu ve Kızıltoprak istasyonlarından sonra Söğütlüçeşme geliyor.
-Bak,İşte stadyum orada!
+Evet gördüm.Ne zaman açılacak baba?
- Gazeteler az kaldı diyor. Bir iki yıllık işi kalmış.
+Açılınca biz artık hep burada mı oynayacağız?
-Evet oğlum.
Aslında Bostancı’da inecek olan aile her yıl İstanbul’a geldiklerinde henüz hizmete girmemiş Fenerbahçe stadını görebilmek için Haydarpaşa tren istasyonuna kadar gidip,orada iniyorlar ve bir banliyö trenine tekrar binip Bostancı’ya dönüyorlar.
Bu tren yolculuğunun üzerinden 30 yıldan fazla geçmiş. Fenerbahçe stadı açılmış ve Sarı Kanaryalar bu stadyumda 9 Şampiyonluk kazanmışlar. 10. Şampiyonluk kupasının stadyumun içindeki müzeye gitmesi için 1 puan yetiyor.
Bir değişiklik yapalım.Sahadaki futbolu ,maçı ,oyuncuları anlatmak yerine stadın dışında gezelim.
İstanbul’un her bir semtinden oluşan bir portreler katalogu hazırlamak isteyen bir fotoğrafçı veya Türk kadınını tanıtan bir belgesel çekmek isteyen bir yapımcı için adeta doğal bir platform Şükrü Saraçoğlu çevresinde hazır!
Marmaray,metrobüs,deniz otobüsü,minibüsler, otobüsler, arabalar ile akın akın stadyumun çevresine sarı-lacivert kıyafetlerle gelen hanımlar ellerinden tuttukları çocukları hızlı hızlı çekiyorlar. Kamera veya telefon başına 50+ resim çekiliyor.
“Arkamızda stadyum gözüküyor mu? Bir de Lefter heykelinin önünde çekelim... Çektin de şu bayrakları da çektin mi? "Sen geç bir de ben seni çekeyim..." "Oğlum,bir tane de beni tek çek”
Saraçoğlu’nun çevresi davul-zurna sesleriyle ,yıllardır maça gidenlerin görmediği göremeyeceği kadınlara yönelik taçlar ve tokalar, çocuklara yönelik borazanlar ve düdükler satan seyyar satıcılarla, el arabalı köftecilerle, simitçilerle ,bayrakçılarla, suçen-suçen-suçen diye bağıran sucular ile dolu.
Biletlerindeki tribünleri arayan kadın ve çocuklar stadyumu tavaf ediyorlar. ”Büyük bayrakların önündeyim,sen neredesin?
"Ben Migros’un kapısındayım, sen de mi oradasın kaç Migros var?” gibi sorulara bir yardım eli uzamasa bekleme süreleri daha da uzayacak. İçeri erkenden giren de var, maç başladıktan sonra Sow sprintleri ile yetişen de. Bebek arabasını katlayıp alan bir baba, kucağında bebekle içeri giren eşine sesleniyor: Çıkışta tam buradayım!
Hanımlar maça giriyor ve stadın çevresi bir er gazinosu kıvamında erkeklere kalıyor .
Fenerbahçe 18.defa kadın ve çocuklara oynuyor. Mehmet Ali Aydınlar federasyonunun -istemeden de olsa- yaptığı tek olumlu işi nedir söyle diyenlere yanıt çabuk gelir : Hayatlarında hiç maça gitmemiş ve belki de bundan sonra gidemeyecekler de dahil on binlerce kadın ve çocuğu stadyumlara çekmesi. “Kaç kişi gelir ki? Kadın ve çocuklar bedavaya geliversin işte. Biz de kadın hakları falan diye prim yaparız ” fikrini ilk ortaya atanın ve kabul edenlerin baltayı taşa vurduğunu anladığı anı da tahmin etmek zor değil: İki sene önceki Fenerbahçe- Manisaspor maçı.
O günden başlayarak futbolla ilgileri çok kısıtlı olsa da, çamaşır asarken daima sarı-lacivert mandalları tercih eden, çocuklarına bere-atkı örerken lacivertin tonu için yün satan dükkan sahibi ile tartışan, eşinden aldığı ev parasından zar zor biriktirdikleri ile çocuklarına pazardan bir Fenerbahçe forması alan, Fenerbahçe başkanı tutuklandığında dualarına aile fertlerinin yanına onu da koyan , Fenerbahçe’nin korner kullanırken kafasına taş atılan futbolcusu için “annesi kim bilir ne kadar üzülmüştür” diye akıllara gelmeyen bir pencereden bakıp üzülen o büyük kitle stadyumdaki Fenerbahçe ile tanıştı ve onlar Fenerbahçe’yi hiç yalnız bırakmıyorlar.
Evet,bu 18 maçta Fenerbahçe rakibini bunaltan seyirci baskısını hiç kuramıyor. Evet,Stadın dışında sesleri dinlerken gol oldu sandığınızda aslında Volkan topu tutmuş veya o güçlü yuhalamada hakem taç vermiş olabiliyor.Ancak stadın içindekiler sesleriyle,pankartlarıyla,sevgileriyle “ellerinden geleni” yapıyorlar ve hiç kimse onlar kadar coşkulu ve uzun “gooool” diye bağıramıyor.
Fenerbahçe- Rize maçında ,dışarıya,o uzun gol sesi bir türlü gelmiyor. Gelmiyor ama maç golsüz eşitlik ile bitince, Eylül ayı biterken liderlik koltuğuna oturan Fenerbahçe Nisan sonunda mutlu sona ulaşıyor ve Türkiye 1959 sonrası liglerde ilk kez Nisan ayında bir şampiyon ile tanışıyor.
İki pilot 10.000 metrede kokpitte sarılıyorlar, bir hastanede uyku ilacını 21.00’den önce almayı kabul etmeyen hastaya hemşire önce müjdeyi sonra ilacı veriyor,uzak bir ülkede gündüz vakti bilgisayarına bakan bir adam tek başına seviniyor… Dünyanın dört bir köşesinde bayraklar asılırken ,stadyumdan çıkan çocuklar babaların kucağına fırlıyorlar. Şampiyonun adı 28.defa “Fenerbahçe”
Maç öncesi iki arkadaş sohbet ediyorlar. Uzun saçlı olan,diğerine “maça gelirken metrobüsteki teyzeler stadyumu görünce sevinçten çığlık atıp el çırptılar” derken diğeri de o hissi bildiğini düşünüyor ve aklına çocukken trende stadı gördüğünde o anlar geliyor.
Aziz Yıldırım veya Fenerbahçe aleyhine verilen ve verilecek herhangi bir karar, finalde kaybedilen şampiyonluklar, kulüp içi kavgalara yol açan kongreler vs hiçbiri Fenerbahçe’nin Türk sporunun zirvesindeki o yalnız” yerini ve sevenlerinin kalbindeki hisleri değiştiremiyor.
Bir de şarkı var hiç değişmiyor: Türkün kalbi senle atar, Yaşa Fenerbahçe!
Bozkurt K. Yılmaz
Son Dakika › Spor › Şampiyon Fenerbahçe' - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?