Marsilya-Rennes-Lille
Şimdi diyeceksiniz ki “Ya Şampiyonlar Ligi potasındaki üç takımı niye beklenti üstü görelim ki...” Kısmen haklısınız. Fakat üç takımın da burada olmaması için geçerli sebepler çok fazlaydı.
Marsilya, Andre Villas-Boas'ı takımın başına getirdiğinde aslında biraz garip bir birliktelik gibi duruyordu. Marsilya zirveye doğru kaçış arayan taraftı, Villas-Boas kendini yeniden ispat edebileceği bir takıma ihtiyaç duyan teknik direktördü. Felaketle sonuçlanabileceğini düşünenlerin sayısı çoktu, hele ki Villas-Boas'ın büyük maçlarda korkunç performansları Premier League döneminden akıllardayken. Kaldı ki, Marsilya tribünlerinin büyük maç baskısı da herkesin dilindedir. Villas-Boas acaba bu işi becerebilecek mi sorusu çok fazla soruldu.
Liman kenti temsilcisinin yıllardır devam eden çok fazla gol yeme sorununu çözüp, Payet'ten adeta Bielsa verimi alan AVB, özellikle orta sahada tam anlamıyla herkese hükmetti. Sanson ve Strootman ikilisi bağlarını koparmadan önceki dönemlerine döndü, Rongier takıma geç katılsa da Payet'le orta saha arası bağlantıyı sağlayarak Payet'in üstündeki baskıyı aldı, Benedetto da skor konusunda çok sorun yaşamayınca Marsilya kendinden emin, ne eksik ne fazla performanslarıyla rahat şekilde takip etti PSG'yi. Sezon biter mi, biterse Marsilya ikinci kalır mı? Bu güzel soru işareti. Fakat geçen sezonki beşinci takıma pek bir şey eklemeden takımı devralan AVB; Gustavo, Balotelli ve sezonun ilk yarısını sakat geçiren Thauvin'in yokluğunu düşündüğümüzde güç kaybetmiş gözüken Marsilya'yı sapasağlam getirdi koronavirüs dönemine kadar.
Geçen sezonun sağlamı Lille önce Pepe'yi satmak zorunda kaldı, sonra yerine takıma aldığı Yusuf Yazıcı'yı sakatlığa kurban verdi. Takıma yeni katılan ve ilk kez bu seviye bir lig ve takımda oynayan gol atıp atamayacağı belirsiz Osimhen, ilk kez yurt dışına çıkan Yusuf, bütün hücum yükü omuzlarına yüklenen Ikone ve Lyon'a kaptırılan Kone'nin yerini doldurmaya gelen Bradariç; Lille'in yine geleceğe yatırım yaptığını fakat yatırımdan ne alabileceğinin ilk etapta soru işareti olduğunu gösteriyordu.
Fakat burada hoca faktörü çok önemli. Geyik bir yana, Galtier bence açık ara hakkı en çok yenmiş hocalardan biri Fransa'da. Aşırı mütevazı St. Etienne'leriyle yaptıklarının üstüne, Lille'i yeniden diriltti, üstüne en büyük yıldızlarını kaybetmesine karşın takımı başka gençlerle yine potada tuttu. Üstüne, Renato Sanches'i diriltti, Bamba ve Ikone'yi adeta Pepe'leştirdi, Osimhen'i baştan yarattı ve potansiyel bonservis kazancını katladı da katladı Lille'in.
Rennes'e gelecek olursak. Her şeyde Camavinga'nın adı geçiyor. Rennes'in ondan kazanacağı para, oynadığı futbol, teknik analizleri, muhtemel kariyeri... Rennes adı geçtiğinde sadece o konuşuluyor artık. Ancak atlanan bir şey var, o da Julien Stephane. Didier Deschamp'ın yardımcısı Guy Stephane'ın oğlu Julien, 2018 sonunda Rennes'in başına geçtiğinden bu yana yaptıklarıyla en fazla konuşulmayı hak eden teknik direktör. Hem de açık ara.
İlk maçında Rennes'e tarihinde ilk kez tur atlattı. Sezon sonunda 48 yıl sonra ilk kez kupa kazanıp – 20 dakikada 2-0 geriye düştükleri PSG maçını çevirip penaltılarla kazanmışlardı– Niang, Mouassa, Hunou, Borigeaud, Raphinha gibi “Artık bundan pek bir şey olmaz” denen oyunculardan Şampiyonlar Ligi'ne oynayan bir takım yarattı. Ve tüm bunları yaparken acayip bir yönetim karışıklığının içinde kendisini bulup, bunu da atlatan 39 yaşındaki Julien Stephane. Yeniden güven kazandırdığı, üç yıl çalıştırdığı Rennes B takımından çıkardığı gençlerle birlikte adeta kuzeyin yeni büyük takımını yaratmaya gittiği sezonun böyle yarıda kalması çok kötü olsa da, bence Stephane'ın kariyeri – tercih yanlışları yapmazsa – çok uçuk noktalara gidebilir.
Reims ve David Guion
Ligin açık ara en sıkıcı ve en az gol üreten takımı onlar. Fakat Fransa Ligi'ni takip edenlerin bildiği bir şey vardır: Kolay yenilmiyorsanız, sezon ikinci yarısında illa ki en az bir kez Avrupa Kupaları'na oynamaya yaklaşırsınız.
Reims'ın kadrosuna baktığınızda hiçbir isim size “Aa bu şeydeki çocuk değil miydi?” bile dedirtmez. Öyle bir kadro. Ancak fiziksel kapasitesi yüksek, atlet, duran toplarda iyi, topu hızlı geri kazanan, kanatları iyi kullanan ve de 11'ini fazla değiştirmeyen yapısıyla Guion'un takımı gol yemeyen, öne geçtiğinde koruyan ve rakibi tamamen bozan bir ekip. Bu sezon PSG'nin içeride ya da dışarıda gol atamadığı tek rakip. Oynadıkları 28 maçın 12'sinde gol yemediler ve bir golden fazla yedikleri maç sayısı sadece üç. Hiçbiri de büyükler değil. İstatistikleri sizi itebilir ama Reims, gerçekten izlenilesi bir takım.
Islam Slimani
Bruno Fernandes transferi Manchester United için konuşulurken “Ya Slimani'nin bile bilmem kaç gol attığı lig abi o, gördük buraya geldiğinde.” diyordu sorunun burada olduğunu pek de çözememiş olan futbol insanımız. Aslında Slimani'nin böylesine karışık, son 1.5 sezonda üç kez teknik direktör değiştirmiş bir takımda kariyerini toparlamasını kimse beklemiyordu ama. Sezona koronavirüs arası verilene kadar 18 maçta 16 gol katkısı yaparak hem Wissam Ben Yedder'le birlikte Monaco'yu düştüğü çukurdan çıkardı hem de yeniden kariyerini toparladı.
Jüri özel ödülü: Patrick Vieira
Geçtiğimiz sezon başında yeniden çıldıran ve rahat battığı için takımdan ayrılmak isteyen Balotelli'nin Marsilya'ya gidişinden bu yana – ki takribi 1.5 sezondan bahsediyoruz – forvetsiz oynayan, yönetim değişirken forvet transferini yaptıramayan, sonunda eline Kasper Dolberg tutuşturulan Patrick Vieira, sadece iyi bir teknik direktör değil, iyi de bir kriz yöneticisi olduğunu bu sezon itibariyle gösterdi. İlk 10 haftada sadece üçgalibiyet alabildikten sonra takımı yeniden Avrupa Kupaları potasına sokan Vieira'nın çok sevdiğim Wylan Cyprien'i yeniden yükseltmesi de ona olan hayranlığımı katladı ayrıca.
Son Dakika › Spor › Ligue 1 Notları | Beklentilerin üstüne çıkanlar - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?