Bencillik ve Fedakarlık Üzerine Düşünceler - Son Dakika
Son Dakika Logo
Sağlık
BBC

Bencillik ve Fedakarlık Üzerine Düşünceler

Bencillik ve Fedakarlık Üzerine Düşünceler
29.07.2025 14:27

Uçak güvenlik talimatlarındaki bencillik vurgusu, sosyal psikoloji ve insan doğası hakkında tartışmaları tetikliyor.

Ne zaman uçağa binsem, güvenlik bilgilendirmesinde geçen bir cümle dikkatimi çeker.

"Hoş geldiniz" ile "dikkat çekmek için düdüğü kullanın" arasına sıkıştırılan, şu meşhur uyarı:

"Önce kendi oksijen maskenizi takın, sonra başkalarına yardım edin"

Bu aslında "bencil olun" çağrısında bulunan resmi bir talimat ve 10 bin metrede ve saatte 890 kilometre hızla uçarken yaşanacak bir acil durumda gerçekten de akıllıca bir tavsiye.

Çünkü kabin basıncı düşerse ve oksijen yetersizliğinden bayılırsanız başkalarına yardım edemezsiniz.

Ancak başka bir açıdan bakarsak, narsisizmin ödüllendirildiği bir dünyada bu tavsiye, rahatsız edici bir yaşam felsefesine de işaret ediyor olabilir: Her zaman kendini önceliklendir, bencillik fedakarlığın önündedir.

Sosyal psikolog Geert Hofstede, bireyciliği "insanların, daha büyük bir bütünün parçası olduklarını düşünmek yerine, bağımsız olduklarını hissetme düzeyi" olarak tanımlıyor.

Ve dünyanın birçok yerinde, özellikle Batı'da bireycilik sadece yaygın değil, giderek daha da moda hâline geliyor. Peki bu, gerçekten iyi bir şey mi?

İngiltere'deki Leeds Beckett Üniversitesi'nde psikoloji alanında kıdemli öğretim görevlisi olan Steve Taylor'a göre, psikoloji, ekonomi ve biyoloji (özellikle bencil genler ve neo-Darwinizm fikirleri) insanın özünde acımasız ve bencil olduğu varsayımını olağanlaştırdı.

Oysa beyinlerimizin birincil görevi hayatta kalmamızı sağlamak olsa da, hepimizin bencil olabileceği açık olsa da, yeni araştırmalar bu karamsar tabloya karşı daha umut verici bir bakış açısı sunuyor.

Örneğin, ilk kez 1960'larda ortaya atılan "seyirci etkisi" teorisini ele alalım.

Bu yaygın görüşe göre insanlar, bir kriz anında çevrede başka kişiler varsa müdahale etmekten kaçınırlar.

Bu teori, 1964'te New York'ta 28 yaşındaki barmaid Kitty Genovese'nin tecavüze uğrayıp öldürülmesi olayına duyulan öfke sonrası geliştirildi. Olay sırasında yaklaşık 40 kişinin hiçbir şey yapmadan izlediği öne sürülmüştü.

Ancak bu hikâyenin o çarpıcı detayı, gerçeği tam olarak yansıtmıyor olabilir. Genovese gerçekten saldırıya uğrayıp öldürüldü; ancak daha sonra yapılan araştırmalar, 38 kişinin olup biteni pasif bir şekilde izlediğine dair kanıt bulunamadığını gösterdi.

2007 tarihli bir makale, bu anlatının "acil yardım davranışlarını incelemeyi sınırlayan modern bir hikâye" olduğunu ileri sürdü.

Gerçekte insanlar pek çok durumda başkalarının güvenliğini kendilerininkinin önüne koymaya oldukça istekliler.

Örneğin 2020 yılında yayımlanan bir araştırma, İngiltere, Hollanda ve Güney Afrika'daki şiddet olaylarının güvenlik kamerası görüntülerini inceledi. Bulgulara göre, 10 vakadan 9'unda bir ya da birden fazla kişi müdahalede bulunmuştu ve grup büyüdükçe müdahale olasılığı da artıyordu.

Elbette, bu tür "kahramanların" aslında grubun takdirini kazanmak gibi bencilce güdülerle hareket ettiğini de iddia edebilirsiniz.

Ancak 2014 yılında yapılan bir araştırma, başkaları uğruna hayatlarını riske atanlara verilen Carnegie Kahraman Madalyası sahiplerini inceledi.

Araştırmaya göre bu kişiler, davranışlarını bilinçli bir karar olarak değil, içgüdüsel, otomatik bir tepki olarak tanımlıyorlardı. Yani fedakarlık onlar için düşünmeden gelen bir refleksti.

Taylor, "Elbette yüzeyde bencil davranabildiğimiz bir seviyede faaliyet gösteriyoruz" diyor:

"Ama bu, egomuzun ya da sosyal olarak inşa edilmiş kimliğimizin seviyesidir."

Oysa insanın içgüdüsel olarak fedakar davranma kapasitesi de vardır.

2017 Mayıs'ında, Taylor'ın yaşadığı Manchester şehrinde bir intihar bombacısı Ariana Grande konserine saldırı düzenledi. 22 kişi öldü, binden fazla kişi yaralandı.

Saldırıya dair hazırlanan Kerslake Raporu'nda, henüz tehlike geçmemişken, "bireysel cesaret ve özveriyle yapılan yüzlerce, belki de binlerce yardım eylemine" işaret ediliyordu.

Benzer fedakarlık hikâyeleri 11 Eylül saldırılarında ve 2015 Paris terör saldırılarında da görüldü.

Taylor, insanın yardımseverliğinin evrimsel bir temeli olduğunu söylüyor.

Tarih boyunca avcı-toplayıcı topluluklarda yaşamış insanlar, iş birliğine dayalı gruplar oluşturmuşlardı.

Taylor "Erken dönem insanlarının rekabetçi ya da bireyci olmaları için hiçbir neden yoktu" diyor:

"Bu, hayatta kalmamıza yardımcı olmazdı, hatta tam tersine tehdit oluştururdu"

Antropolojik araştırmalar, hâlâ bu şekilde yaşayan bazı toplulukların kaynaklarını eşit bir biçimde paylaştıklarını gösteriyor.

Cambridge Alliance of Legal Psychology adlı özel bir kurumun yöneticisi ve aynı zamanda Tayvan Ulusal Üniversitesi Çocuk ve Aile Araştırmaları Merkezi'nin CEO'su olan Ching-Yu Huang'a göre, çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar da "fedakar doğduğumuzu" ortaya koyuyor.

Bazı araştırmalar, sadece 14-18 aylık bebeklerin bile, başkalarına yardım etmek ve ortak hedeflere ulaşmak için çaba gösterdiğini gösteriyor.

Örneğin ulaşamadıkları bir nesneyi başkasına uzatabiliyorlar. Üstelik bu davranışları, karşılığında ödül almadıkları durumlarda bile yapıyorlar.

2013 tarihli bir inceleme, küçük çocukların bu tür toplum yararına hizmet eden davranışlarının "başkalarının iyiliğine yönelik içsel bir motivasyonla" gerçekleştiğini ileri sürüyor.

İyilik yapmak, kendimizi iyi hissetmemizi de sağlıyor.

Örneğin gönüllü faaliyetlerde bulunmanın, daha iyi ruh sağlığı, özgüven ve öz yeterlilik hissiyle bağlantılı olduğu; yalnızlık hissini azalttığı bulundu.

2013 tarihli bir çalışmada düzenli olarak gönüllülük yapan kişilerin yüksek tansiyon geliştirme riskinin yüzde 40 daha düşük olduğu tespit edilmiş.

Bu tür fedakar davranışlar, hatta daha düşük ölüm riskiyle bile ilişkilendirilmiş, ancak bunun nedeni henüz tam olarak anlaşılmış değil.

Taylor, "Fedakarlık ve iyi olma hâli arasında o kadar güçlü bir ilişki var ki, fedakar yaşamamak akılsızlık olur" diyor.

Beynimizin yapısı bile fedakarlığa yatkınlığımızı etkiliyor olabilir.

Georgetown Üniversitesi'nden nörobilimci Abigail Marsh ve ekibi, tanımadıkları insanlara böbrek bağışında bulunan kişilerle bulunmayanları karşılaştırmak için beyin taramaları yaptı.

Böbrek bağışlayanların, beynin duygularla ilişkili bölgesi olan sağ amigdalalarının, bağışta bulunmayanlara göre daha büyük olduğu ve bu bölgenin, korkmuş yüz ifadelerine daha yüksek tepkiler verdiği gözlendi.

Bu da onların başkalarının duygularına daha duyarlı olduklarını düşündürüyor. Gerçekten de bu sonuçlar, psikopatik bireylerde beklenen bulguların tam tersiydi.

Bilim, çoğumuzun fedakarlık "donanımına" sahip olduğuna işaret ediyor. Üstelik bu fedakarlık çoğu zaman olağanüstü boyutlarda.

Ama bu, her zaman ya da her koşulda bencil olmamamız gerektiği anlamına gelmiyor. Kendimizi mi yoksa başkalarını mı önceliklendireceğimiz, koşullara, geçmiş deneyimlerimize ve kültürel yapıya göre değişiyor.

King's College London'da etik felsefesi alanında araştırma görevlisi olan Tony Milligan, insanların büyük çoğunluğunun "ahlaki açıdan ortalama" olduğunu kabul etmesi gerektiğini söylüyor. Ancak bunun o kadar da kötü bir şey olmadığını da vurguluyor.

Milligan'a göre insanlar kendi ahlaki iyiliklerini fazla abartmaya meyilli. Bu da, neyi önceliklendireceğimize karar verirken, özellikle düşünülerek yapılan tercihlerde etkili olabilir.

"Neredeyse tanıdığımız herkes ahlaken ortalama" diyen Milligan, Nelson Mandela, Gandhi, İsa ya da Buda gibi son derece fedakar figürlerin hayatlarını birebir örnek almanın gerçekçi olmadığını ekliyor:

"Onlar gibi yaşayamayız, ama onlar bize yol gösterebilir. Eğer istisnai biri değilseniz, ortada olduğunuzu kabul etmeniz gerekir"

Milligan'a göre, ahlaki erdemimizi abartmak, yüksek standartlara ulaşamadığımızda suçluluk ve hayal kırıklığı yaratabilir.

"Kendinize sormanız gereken soru, 'Buda ne yapardı?' değil. 'Ben ne yapabilirim? Bu benim kapasitem dahilinde mi?' olmalı"

Bu da biraz alçakgönüllülük ve kendini tanımayı gerektiriyor. Çünkü kendimize dair gerçekçi bir değerlendirme yaparsak, başkalarını hesaba katarak daha iyi kararlar verebiliriz.

"Bu durumu, başkalarına gösteriş yapmak için geliştirdiğiniz bir erdem olarak değil, bir beceri olarak düşünün. Beceriler, yavaş yavaş, adım adım gelişir" diye devam ediyor.

Fedakarlık eğilimlerimiz, büyük ölçüde geçmiş deneyimlerimiz ve içinde bulunduğumuz kültür tarafından da şekilleniyor.

Bazı ülkeler, örneğin İngiltere ve ABD, bireycilik eğilimi taşırken, birçok Asya ülkesi daha çok kolektivist kültürlere sahip.

Yani bu toplumlarda bireyler, kendilerindense toplumun iyiliğini önceliklendiriyor.

Bu, yalnızca insanların ne kadar fedakar ya da bencil olduklarını değil, özgecilik davranışının bir tercih mi yoksa bir sorumluluk mu olarak görüldüğünü de etkiliyor.

Örneğin Covid-19 pandemisi sırasında, araştırmacılar, kolektivist kültürlerde yaşayan kişilerin maske takma olasılıklarının, bireyci kültürlere göre daha yüksek olduğunu tespit etti.

Bu kişiler başkalarını korumaya daha yatkındı. Bu Doğu-Batı farkını Huang da bizzat deneyimlemiş.

Çocukluğunu Tayvan'da geçiren Huang, orada "her zaman başkalarını önceliklendirme" kültürüyle büyüdüğünü anlatıyor:

"Özellikle genç bir kadınsanız ve kendinizi ön planda tutmak, yeteneklerinizi göstermek istiyorsanız, bu hoş karşılanmaz. Size 'dişi kaplan' derler, yani saldırgan biri olduğunuz ima edilir."

Huang daha sonra ABD'ye ve ardından da İngiltere'ye taşındığında, kendisini önceliklendirmesi daha kabul edilebilir hale geldi.

Ancak başta bu konuda kendini tutuyordu. Zamanla, yeteneklerini ve özgüvenini ifade edebilmenin yolunu buldu:

"Aslında bazen 'dişi kaplan' olmam gerektiğini öğrendim. Özellikle de kariyer açısından"

Bu kültürel farklar, Huang'ın yaptığı araştırmalarda da kendini gösteriyor.

Huang, üç grupta iki tür itaat davranışını inceledi:

"Gönüllü itaat - talimatlara isteyerek uymak ve "durumsal itaat" - istemeyerek de olsa uyum göstermek.

Bu gruplar Tayvanlı çocuklar, İngiltere'de yaşayan beyaz İngiliz ailelerin çocukları ve yine İngiltere'de yaşayan Çinli göçmen ailelerin çocuklarıydı.

Tüm gruplar gönüllü itaatte benzer seviyelerdeyken, Tayvanlı çocuklar çok daha fazla durumsal itaat gösterdi.

Çünkü ebeveynlerinin isteklerini, kendi arzularının önüne koyma eğilimindeydiler.

Buna karşılık, bireyci kültürde büyüyen beyaz İngiliz ve Çinli göçmen çocuklar, kendi isteklerine daha fazla öncelik tanıyordu.

Huang, kolektivist kültürlerde "istemesek bile uyum göstermeye daha meyilliyiz" diyor.

Ancak bu, yalnızca bir doğru yol olduğu anlamına gelmiyor.

Fedakarlık hem bize hem başkalarına fayda sağlasa da, kendi ihtiyaçlarımızı da gözetmemiz, geçmiş deneyimlerimizin, bağlamın ve kültürün davranışlarımızı nasıl etkilediğinin farkında olmamız gerekiyor.

Huang "İnsanlardan her zaman fedakar olmalarının beklendiği kültürlerde işler zorlaşır" diyor ve devam ediyor:

"Tayvan'da genç bir kadınsanız, bu tam da böyle"

Yani sürekli başkalarını önceliklendirme zorunluluğu, zamanla ağır bir yüke dönüşebilir.

Çoğumuz olağanüstü özveride bulunabilecek kapasitedeyiz.

Fedakarlık, hem kendimize hem türümüzün başarısına katkı sağladı. Ancak kararlarımız ve davranışlarımız; kültürden, deneyimlerden ve ahlaki olarak "ortalama" olma hâlimizden etkileniyor.

Başkalarına yardım etmek harika bir şey ama bazen kendinize de öncelik vermenizde bir sakınca yok.

Kaynak: BBC

Son Dakika Sağlık Bencillik ve Fedakarlık Üzerine Düşünceler - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?

    SonDakika.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve sondakika.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.
BBC

Advertisement