Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Milliyetçi Hareket Partisi'nin en büyük proje olarak tam bağımsız Türkiye, güvenli, huzurlu ve barış içinde bir vatan vaat ettiğini söyledi.
MHP lideri Bahçeli partisinin TBMM'deki grup toplantısında yaptığı konuşmasına Çorum'un Bayat ilçesi Çukuröz Köyü'nde evleri yanan vatandaşlara geçmiş olsun dileklerini ileterek başladı.
Bahçeli, maden kazalarına dikkat çekerek şunları dedi: "Madenlere neşter vurulması devamlı ertelenmiş, ilkel çalışma şartlarına ısrarla göz yumulmuştur. Ölümlü kazalara adeta davetiye çıkarılmıştır. İktidara nüfuz etmiş çıkar ittifakı madenlere sadece para kaynağı olarak bakmış; işçi güvenliğini, işçi sağlığını, insan haysiyetine yaraşır çalışma ortamlarını hep göz ardı etmiştir. Ekmeğini kazanmak için yerin yüzlerce metre altına inen işçilerimize zulüm ve kabus gibi şartlar reva görülmüştür. Bugünkü çağda ülkemizdeki çalışma ortamlarına hiçbir vatandaşımız layık değildir. Kaza ve kayıplar artık tahammül eşiklerini çoktan aşmıştır. Ermenek'te 4 kardeşimizin cansız bedenine ulaşılmış olup, 14'ü hala toprak altındadır. Hükümet, 12 yıllık süre zarfında, iş güvenliği ve çalışma hayatıyla ilgili yasal ve idari düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede İş Kanunu da yenilenmiştir. Fakat yine de madenlerden kötü haber gelmesine, umutların toprak altında kalmasına mani olunamamıştır. AKP Hükümeti, uyarılara kulak tıkamış, sırf yandaşları kollayabilmek, madenleri eşe dosta peşkeş çekebilmek için yeni yeni kılıflar bulmuştur. Maden ruhsatlarının 2012 yılından itibaren Başbakanlık tarafından dağıtılması buna dair verilebilecek en somut örnektir.
Bize göre yasal düzenleme yapmak, eylem planları hazırlamak önemlidir, ama önce bunları sahada tatbik etmek ve her yönüyle uygulanmasını denetlemek daha önemlidir. Başbakan Davutoğlu'nun geçen hafta açıkladığı "İş Güvenliği Eylem Paketi" kağıt üstünde iyi niyetli gibi görünse de yeterli ve ikna edici değildir. Bu vesileyle Başbakan işçilerimizin ve işverenlerin bir zihniyet dönüşümü sürecine girmeleri gerektiğini söylemiş, ne var ki bunun nasıl olacağını dile getirememiştir.
Acaba Soma'daki kardeşlerimiz zihniyet dönüşüm sürecine giremedikleri için mi hayatlarından olmuştur?
Ermenek'teki masum kardeşlerimiz zihniyet dönüşümünü sağlayamadıkları için mi tonlarca metre küp suyun içinde kalmışlardır?
Başbakan Davutoğlu emekçilerimize, dürüst çalışan işverenlere ne anlatmaya, neyi kabullendirmeye çalışmaktadır?
Türkiye'de bir zihniyet değişimi, bir zihniyet dönüşümü mecburidir. Başbakan buraya kadar haklıdır. Ancak bu değişimi, bu dönüşümü evvela zihniyeti bozuk, zihni karışık AK Parti gerçekleştirmelidir. Başbakan maden kazalarının ağır faturasından yakayı kurtarmak için kolay yolu bulmuştur. İşçi ve işverenlere sorumluluk yıkılınca temize çıkacağını, birden bire aklanacağını zanneden Başbakan yanılmakta, taşıdığı görevi sakatlamaktadır.
Fırat'ın kenarındaki koyundan bile sorumlu olacak kadar sahte duyarlılık gösterileri yapan çürük zihniyetin, Soma ve Ermenek maden facialarında kaçak güreşmesi insaflı bir tutum olmayacaktır. Başbakan işverenlerin zihniyet dönüşümüne ihtiyacı olduğunu gerçekten düşünüyorsa, önceden ayarlanmış adrese teslim ihaleleri alan yandaş çetelerin kulağını çekmelidir. Ancak bu hesaplaşmanın yapılması, bu dirayet ve cesaretin sergilenmesi vesayet altındaki bir Başbakan'ın harcı olmayıp, kendisine de on gömlek bol gelecektir."
"AK PARTİ HÜKÜMETİ'NİN EKONOMİ POLİTİKALARI ÇOKTAN ÇUVALLAMIŞTIR
Sosyal ve ekonomik meselelerin günden güne ağırlaştığını söyleyen Bahçeli, "Zira AK Parti Hükümeti'nin ekonomi politikaları çoktan çuvallamıştır. Çiftçinin şikayetçi olduğu, işçinin ölümle pençeleştiği, esnafın bitkin düştüğü, memur ve emeklinin kan kaybettiği bir ekonomik tablonun umut vermesi imkansızdır. Türkiye ekonomisinin neresi istikrarlıdır? Parmakla gösterilen, gıptayla bakılan, borç veren, büyüyen, kalkınan ve istikrar adası olarak yutturulan ülke nerededir? Başbakan ve Hükümeti'nin istikrar takıntısı, güçlü Türkiye ezberi milletimizin gerçekleriyle örtüşmemektedir" diye konuştu.
" BİZ 'TÜRKİYE YANIYOR' DİYORUZ, ERDOĞAN KÜBA'YA CAMİ DİYOR"
"ABD'nin keşfiyle ilgili kafa yorup internette dolaşan beşinci sınıf kulaktan dolma bilgilere itibar edenler, zaman bolluğundan canları sıkılıyorsa dizlerini kırıp işsizliğin, yoksulluğun millet varlığında açtığı dipsiz kuyuları keşfe çıkmalıdır" diyen Bahçeli sözlerini şöyle sürdürdü:
"Kolomb'un keşfiyle ilgili polemik yapanlar, ekonomik teslimiyete, ekonomik kaosa, ekonomik alaboraya eğilmelidir. Amerika kıtasını alan almış, satan satmıştır; marifet fethin kim tarafından yapıldığını konuşmak değil, fethedilene kimin köle gibi bağlandığını itiraf edebilmek, bundan da utanç duymaktır. Dahası saraya kurulan, hazineye çöreklenen zihniyet, Kristof Kolomb'un hatıralarında Küba kıyılarında bir dağın tepesinde bir caminin varlığından bahsettiğini söylemiştir. 17-25 Aralık akımının lideri burada da durmamış, Kübalı kardeşleriyle konuşacaklarını, o dağın tepesine bugün bir caminin yakışacağını açıklamıştır.
Elbette cami Müslümanların manevi görkem ve güzelliği olarak yeryüzünün her tarafına yakışacaktır. Bundan gurur duyarız. Merakımız Erdoğan'ın, hangi açık ve kabahatini kapatmak için böylesi muhterem bir girişimi alet edeceğidir. Şayet konu ibadet ise, aziz Peygamberimiz kuralı koymuş ve; "yeryüzü bana mescit kılındı" buyurarak ibadetin mekanlar üstü olduğuna işaret etmiştir. Yine de, Küba'ya tıpkı Çamlıca'dakine benzer şekilde bir cami yapılmasını temenni ediyorum. Atatürk büstüne kucak açan Küba'nın camiye itiraz etmeyeceğini samimiyetle ümit ediyorum. Erdoğan hayır yapmak istiyorsa, sevap kazanmak arayışında ise bankadaki milyar dolarlarından bir bölümünü kurulacak 'Küba Cami Yaptırma Derneği'ne bağışlamalı, hiç olmazsa dua almalıdır. Erdoğan her sıkıştığında cami, her zorlandığında başörtüsü, her dara düştüğünde imam hatip istismarından medet ummaktadır.
Çünkü Erdoğan için din ve mukaddesatımız siyasi hedefler için kullanılması mecburi vasıtalardır. Ne tuhaftır ki, Biz 'Türkiye yanıyor' diyoruz, Erdoğan Küba'ya cami diyor. Biz 'işsizlik var, yoksulluk var, vatandaş aç ve açıkta' diyoruz; Erdoğan 'başörtülü kardeşime saldırdılar' diyor. Biz 'kaçak ve karanlık saray haramdır, israftır, kanunsuzluktur' diyoruz; Erdoğan 'az durun cami de yaptıracağız' diyor.
Biz 'çiftçi ne olacak, buğday, arpa, pancar ne zaman para yapacak' diye soruyoruz; Erdoğan 'İmam hatip okulları aslında bir düşüncenin isyanıdır, bir fikrin adeta isyanıdır" diyor. Biz 'hırsız var, yolsuzluk diz boyu, rüşvet sel gibi, hukuk ve adalet tepeleniyor' diyoruz; Erdoğan 'inanıyorsanız kazanacaksınız' diyor."
"BUGÜN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA YÖN VEREN HAKİM ANLAYIŞ, MİLLİ DURUŞ VE KAYGILAR DEĞİL, İÇİNE DÜŞTÜĞÜ KÜRESEL TÜRBÜLANSIN ÇEKİM GÜCÜDÜR"
Bahçeli, bir ülkenin uluslararası toplumdaki yerini ve mevkiini belirleyen en önemli faktörün bağımsız karar verebilme ve hareket edebilme yeteneği olduğunu vurgulayarak "Bu durum, sahip olunan güç ve imkanlarla yakından bağlantılıdır. Bir devletin dış dünyayı yorumlama, algılama ve ilişkilerini belirleme şekli ise milli menfaatlerini sürdürme arzusu ile bunlara yönelik engel ve tehditlerin tespiti ile mümkün olmaktadır. Kalıcı dostluklar esas olmakla birlikte, bunun ilelebet sürdürülebilir olması ihtimal dahilinde sayılamayacaktır. Düşmanlıkların da ilanihaye devamı mümkün ve rasyonel değildir. Dostluk ve düşmanlık gibi iki keskin uçtan diğerine geçiş süreçlerinde önce bağımsız karar verebilme ve sonra mütekabiliyet esas alınmalıdır. Sürekli sizin adım attığınız, karşı tarafın hep yerinde durduğu bir ilişki şekli hem iyi niyetli bir yaklaşım değildir, hem de ancak mağlup bir ülkenin ezik halini yansıtacaktır. Soğuk savaş şartlarında, ülkemiz takip edilen dış politikayla, dostu da düşmanı da kendi menfaatlerinden ziyade, bağlı olduğu pakt ve blokların dayatmaları ile belirlemek durumunda kalmıştır. Bugün 12 yıldır AKP iktidarı ile yaşadıklarımız geçmişte gördüğümüz dayatmalara bile gerek kalmaksızın, kanlı küresel projelerin öncü kuvveti haline gelen tam bir pısırıklık halini almıştır. Bu yönüyle Türkiye'nin ne bölgesinde, ne de dünyanın her hangi bir yerindeki sorunlara milli menfaatlerimize uygun ve bağımsız karar verebilme hal ve takati kalmamıştır.
Meşruiyetini ve geleceğini küresel projelerin gönüllü taşeronluğuna bağlayan ve ayakta kalabilmesini ancak bu projelere sadakatte gören Hükümet, ülkemizi karanlık bir mecraya yöneltmiştir. Türkiye yabancı ülkelerin hükümranlık senaryolarına figüranlık yapmakta, Başkent Ankara'dan dünyaya bakan ve kendi vizyonunu belirleyen bir güç olmaktan uzaklara savrulmaktadır. Bugün Türk dış politikasına yön veren hakim anlayış, milli duruş ve kaygılar değil, içine düştüğü küresel türbülansın çekim gücüdür. AKP, bölgesel güç, yumuşak güç, sözü dinlenen ve itibarlı ülke gibi kendinden menkul tanımlarla avunurken, Türkiye bütün geleceğini, dünyaya yön veren vahşi ve sömürgeci projelere eklemlemiştir.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan küresel hegemonyanın emellerine alkış tutarak, çevresinde pervane gibi dönerek siyasi varlıklarını sürdürmeye çırpınmaktadır. Kendi kararını kendisi veren, kararlarını iç dinamikleri ile paylaşan ve destek alan bir devletin bugün, yarın ve gelecekte yapacakları bellidir ve bu kararları kalıcı, köklü ve tesirlidir. Elbette ki dünya bizden ibaret, değişimin kontrolü de bizim elimizde değildir. Ancak bu da stratejik vizyonun parametreleri arasında yer almalı, verilen kararlar bu değişkenleri de kapsamalıdır. AKP Hükümet'i dış politikasını milli gerçeklerden soyutlamış, milli hedeflerden arındırmış, tamamen yabancı tasavvur ve tekliflerin güdümüne sokmuştur."
"ESAD TERÖRİSTTİR, ESAD ZALİMDİR, ESAD KATİLDİR DE; IŞİD-PYD- PKK KIRLARDA BAYIRLARDA ÇİÇEK TOPLAYAN, KARINCAYI BİLE EZMEKTEN SAKINAN SEVGİ KELEBEKLERİ MİDİR?"
"Başbakan Davutoğlu G-20 toplantısı için gittiği Avustralya'nın Brisbane kentinde ne söylerse söylesin, neyle avunursa avunsun gerçekleri öteleyemeyecektir" diyen bahçeli şunları kaydetti:
"Başbakan Türkiye'nin ayağına takılan prangaları kırdığını söylemiştir. Ama kırılanın tarihi ve kültürel haklarımız olduğunu itiraf edememiştir. Başbakan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin önünde kimse duramayacaktır demiş, ancak neredeyse cümle alemin önümüzü kestiğini bir türlü anlayamamıştır. Türkiye, kimsenin önünde duramayacağı bir ülke ise Davutoğlu, Obama'nın iki dudağından çıkacak sözlere niçin bu kadar merak salmıştır? Esad'a karşı ABD'yi ikna etmek için geceyi gündüze katan, Ankara tehdit altındayken Halep'in derdine yanan bir Başbakan ve Hükümeti bize göre Türkiye'nin çıkarlarını ikinci plana atmış demektir. IŞİD, yanı başımızda infaz törenleri düzenlemekte, kafaları bedenlerinden ayırmaktadır. Eşi benzeri görülmemiş bir vahşet manzarası insanlığın gözü önünde cereyan etmektedir. Komşu coğrafyalarda toplu cinayetler işlenmektedir. Etrafımızda teröristler kol gezmektedir. PKK ve Peşmergenin Cumhuriyet'in 91. Yıldönümünde vatan topraklarımızdan kortej ve kafileler halinde geçmesi bile Başbakan'da derlenmeye ve toparlanmaya neden olmamıştır. Davutoğlu, aynen Erdoğan gibi, Esad ile yatmakta, Esad ile kalkmaktadır. ABD'nin Suriye politikasında bir değişiklik olmamasına rağmen, Başbakan "tezimize yaklaştılar, bizi anladılar, aramızda görüş ayrılığı yok" gibi ucuz ve temelsiz sözlerle bile bile lades demektedir. G-20 gibi katı kuralları olmayan, dünya ekonomisini yönlendiren, daha çok istişari olan bir platformda Türkiye'nin milli hassasiyetleri dile getirilmemiş, hak ve beklentileri savunulmamıştır. Davutoğlu Brisbane'e Türkiye'yi temsil etmek için mi, yoksa ABD'nin Suriye'yi vurması konusunda yalvarıp yakarmak için mi gitmiştir? Davutoğlu G-20 toplantısında Obama'nın masasında oturmayı ayrıcalık ve lütuf mu görmektedir?
Esad teröristtir, Esad zalimdir, Esad katildir de; IŞİD-PYD-PKK kırlarda bayırlarda çiçek toplayan, karıncayı bile ezmekten sakınan sevgi kelebekleri midir? Taşın altına elini koymaktan bahseden Başbakan, Esad gidince, Suriye bölününce, sınırlarımız boyunca terör devletleri kurulunca Türkiye'nin ve bölgenin huzura kavuşacağını mı sanmaktadır? Suriye'nin parçalanması milletimizin aleyhine olacak, büyüyecek kaos dalgasının nerede duracağı ve nerede son bulacağı bugünden kestirilemeyecektir. Şüphesiz ki, çatışmaların Halep'te yoğunlaşması Türkiye'ye yönelik mülteci akınını hızlandıracaktır. Türkiye bir ateşin ortasında, acımasız bir hesaplaşmanın, kanlı emperyalizmin yeni bir saldırısının hedefindedir. Sorun Esad değildir. Asıl sorun sömürgeciliğin güncellenmiş yepyeni bir operasyonudur.
"MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ EN BÜYÜK PROJE OLARAK TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE, GÜVENLİ, HUZURLU VE BARIŞ İÇİNDE BİR VATAN VAAT EDİYOR"
Düne kadar Esad'a kardeşim diyenler, birlikte Bakanlar Kurulu düzenleyenler, tatile çıkanlar, aile fotoğrafı çektirenler, sorarım sizlere o tarihlerde aklınız neredeydi? Esad 2011 Mart'ından önce de zalim değil miydi? Esad ve babası 2011 Mart'ından önceki senelerde de kan dökmüyor muydu? Erdoğan ve Davutoğlu'nun bütün iddia ve önermeleri sıfırı tüketmiştir. Türkiye böyle gidemeyecek, bu politikalarla daha fazla yönetilemeyecektir. Gidişat felakettir. AK Parti Hükümeti, Esad'a karşı kurşun asker olmak için yanıp tutuşmakta, ABD'den rol kapmak için haysiyetini iki paralık etmektedir. Türk milleti olanları görmektedir. Bu gelişmeler karşısında, muhalefet ne yapıyor diye soranlara diyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin milli ve tarihi haklarını savunuyor.
Muhalefetin projesi var mı diye sorgulayanlara diyorum ki, Milliyetçi Hareket Partisi en büyük proje olarak tam bağımsız Türkiye, güvenli, huzurlu ve barış içinde bir vatan vaat ediyor. Ne yapacağımızı, neyi başaracağımızı, Türkiye'yi bölgesinde ve dünyada güçlü ve sözü geçen bir ülke haline nasıl getireceğimizi bir yıla kalmaz herkes görecektir. Şişirme anketlerle uğraşanlara, algı operasyonlarıyla kararsızları çoğaltıp muhalefeti yerinde saydıranlara Türk milleti şans tanımayacak ve inşallah heveslerini kursaklarında bırakacaktır."
Çözüm süreci ile ilgili eleştirilerde bulunan Bahçeli şunları ifade etti:
"Hükümet'in "çözüm", İmralı canisinin "yol haritası" adını verdiği çözülme süreci AK Parti-PKK arasındaki kısa paslaşmalara ve tüm rezilliklere rağmen sürmektedir. Öteden beri iddia ettiğimiz gibi AK Parti ve PKK işbirliği, Başbakan ve İmralı dayanışması bütün yönleriyle gün ışığına çıkmıştır. Hükümet memurları ve güvenlik güçlerinin müşahitliğinde PKK'lılara özel misafir muamelesi yapılmakta, araç yakan, maske takan, saldıran, yol kesen, haraç alan, tehdit eden hainlere kahredici bir suskunluk gösterilmektedir. Başbakan kamu düzeni demekte, teröristler Diyarbakır'da iki belediye otobüsünü içindeki yolcularıyla yakmaya kalkışmaktadır. Başbakan kamu düzeni demekte; teröristler Cizre, Silopi, Sur ve Nusaybin'de özerlik hendekleri kazmaktadır. Hükümet canilere teşrifatçı, şehit ailelerine ceberuttur. Hükümet katillere kucaklayıcı, gazilere zorbadır.
Bu olaylar karşısında artık saklanacak ve örtülecek hiçbir şey kalmamıştır. Her şey ortada ve aziz milletimizin gözü önündedir. Şehadet ile ihanet, ay yıldızlı bayrak ile paçavra, gazi ile terörist, alçaklık ile kahramanlık, pişmanlık ile küstahlık AKP'nin lügatinde yer değiştirmiştir. Ne hainlerde bir teslimiyet, mahcubiyet ve nedamet hissi vardır; ne de bunları kucaklayan Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nda utanma, sıkılma ve pişmanlık emareleri görülmüştür. Vatan uğruna şehadete ulaşmış yiğitlerimiz, gazi olmuş evlatlarımız, ömrünü vatanın ve milletin bütünlüğüne adamış on binlerce korucu kardeşimizin ve vatandaşlarımızın onurları, hatıraları ve yadigarları ayaklar altına alınmıştır. Irak ve Suriye'deki gelişmelere paralel olarak ilerleyen vahim süreç, Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu'daki sınırları değiştirmeye doğru giden projelerine yaramaktadır. Bugün aktif dış politika, sorunsuz ilişkiler, barışçıl gelişmeler adı altında yürütülen teslimiyetin tamamı AKP çaresizliğinin makyajıdır. Milliyetçi Hareket Partisi, yıllardan beri milletimizin huzur ve emniyetine musallat olan PKK terör örgütü ile etkili ve anlayacakları yöntemlerle mücadeleyi savunmuştur. On yıllardır ülkemizi yoran ve acı çektiren terör örgütünün sona erdirilmesinin şartları bellidir: Türkiye, silahlı ve silahsız bütün imkanlarını kullanarak teröristleri ortadan kaldırmak, silahları ile birlikte adalete teslimiyetini sağlamak zorundadır. Ancak süreç ihaneti PKK'nın belini doğrultmuş, elini güçlendirmiş, saha üstünlüğü elde etmesini sağlamıştır.
AK Parti, PKK'nın tuzağına bile bile düşmüş, terörist talepleri takvim ve yol haritasına bağlamıştır. Hükümetin süreç adını verdiği ihanete hala kulak verenlere soruyorum: Bu çözüm nedir, neleri kapsamaktadır? AK Parti neyi vaat etmiş, neleri gözden çıkmıştır? 6-7 Ekim isyan provalarıyla türbülansa girdiği söylenen ihanet müzakerelerinin onca kayba, onca zarar ve ziyana rağmen, bir şey olmamış gibi sürdürülmesi Türk milletine hakaret ve hürmetsizlik değil midir? Son gelişmeler karşısında, silahı kimin bırakacağını anlayanınız var mıdır? PKK'da bir suçluluk duygusu ve milletten utanma ve mahcubiyet var mıdır? Terörle pazarlıklar, AK Parti'nin eseri ve çözülme sürecinin tipik sonucudur. Hazmettirilmek istenen seri alçaklıkların birincisi budur. Bu, PKK'nın teslim alınmasını değil, AK Parti'nin ülkemiz sınırlarında teslim alındığını gösteren tarihi bir rezalet, ihanet ve melanet tablosudur. PKK Türkiye'ye değil, AK Parti PKK'ya teslim olmuştur. Seri alçakların ikincisi de bu şekildedir. Elbette terör son bulmalı, şiddet ortadan kalkmalı, vatandaşımız huzur ve emniyet bulmalıdır. Bunun aksini savunmak ve söylemek mümkün değildir.
"BUGÜN GELİNEN AŞAMADA TÜRKİYE'NİN BÖLÜNMESİ İÇİN PKK'YA İHTİYAÇ KALMAMIŞTIR"
Ancak eline silah alarak ülkemizi bölmek için dağa çıkmış teröristlerin bütün taleplerini, silahsız çözecekleri ortam oluşturarak onlara kucak açmak dünyada görülmemiş bir uygulamadır. Böylesi bir mantık garabeti ile ne Çanakkale savunulabilirdi, ne de milli mücadele yapılabilirdi? İzmir'i Yunanlı'ya bırakırdınız, İstanbul'u İngiliz'e teslim ederdiniz, böylece pürüzler ve sorunlar ortadan kalkmış ve AK Parti'nin tanımındaki barış da sağlanmış olurdu. Bugüne kadar sorunları çözmek adına onları yok sayan ve hatta sorunun parçası haline gelerek teslim olan hiç bir ülkenin ayakta kaldığına şahit olunmamıştır. PKK'nın ve uzantılarının bütün hedefleri artık AK Parti tarafından temsil edilmektedir. Bütün istekleri Başbakan ve Hükümeti tarafından dile getirilmektedir. Sonuçta böyle olacak idiyse, 1984 yılında ilk silahlı eylem başladığında ne ordu sevk etmeye, ne de Mehmetçiğin, polislerin ve korucuların yıllar süren fedakarca mücadelelerine lüzum vardı. Ne isteniyorsa verirdiniz, ne dayatılıyorsa teslim olurdunuz, ne yapmayı arzu ediyorlarsa el sıkışırdınız, böylece aradan geçen 30 yılda kayıplarımız da gerçekleşmezdi. Bugün gelinen aşamada Türkiye'nin bölünmesi için PKK'ya ihtiyaç kalmamıştır. Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi ihanet projesini gönüllü olarak BOP kargosundan teslim almışlardır. AK Parti zihniyeti Kandil Kadrolarının geride kalmış bütün niyetlerini siyaset zemini içinde çözmeyi kafasına koymuş ve bölücülüğün yeni liderliğine soyunmuştur. ve bu konuda İmralı Canisi ile rekabet ve işbirliği başlatmıştır. Başbakan'ın refakat ettiği çözülme süreci; İmralı canisinin, Kandil'deki militanların, etnik bölücü mihrakların, Barzani ve küresel şirret kampanyanın etrafında kenetlendiği Türk milletine kefen biçme projesidir.
Hükümet'in hesabı ortadadır: Teröristlere siyasi af çıkartılacak, bölücülerin statü ve kimlik talepleri karşılanacak, özerklikle ilgili tüm ön çalışmalar süratle tamamlanacaktır. Erdoğan ve Davutoğlu dayatılan hain projeler gereğince Kürdistan'a yeşil ışık yakacaklardır.Bu aşamalarla, Türkiye, çok yakında yaşayacağı daha vahim gelişmelerle Başbakanın ve AK Parti'nin foyasını görecek; kendisine huzur, esenlik, refah ve onur kazandırsın diyerek bu zihniyete verdiği desteğin pişmanlığını duyacaktır. ve tarihimizde göremeyeceğimiz bu küçülmenin adresi AK Parti, mihrakı işbirlikçiler, odağı ise Başbakan Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan olacaktır." - ANKARA
Son Dakika › Politika › MHP Grup Toplantısı - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?