Programın başında kendisinden bahseden Gülseren Budayıcıoğlu karakterini şu şekilde anlattı; "Benim en önemli özelliğim meraklı biriyim. Hayatımda kitaplar hiç eksik olmadı. Arada öfkeli biriyim ama Allah'tan bu durum uzun sürmez. Merhametli biriyim. En sevdiğim şey yazmak. İnsan seven biriyim. İnsanları çok kutsal bulurum. Kendime ait eşyaları atamam. Böyle biriyim. Bir yanı ile açık ve bir yanı ile kapalıyımdır. Benin hayattaki rolüm; hep birilerini dinleyen ve anlayan oldu. Bu sadece mesleğim nedeniyle değildi. Ben psikiyatrist değilken de insanları hep dinleyen, anlayan ve hep insanları rahatlatmaya çalışan bir roldeydim. Oradan bu mesleğe geçince bu durum pekişti bende. Ben birilerine derdimi anlatmayı neredeyse unuttum. Kendi kendime konuşmayı öğrendiğimden beri yalnız hissetmiyorum kendimi."
BEN ERKEN BÜYÜMEK ZORUNDA KALMIŞ BİR ÇOCUĞUM!
Çocukluk hikayesini anlatan Gülseren Budayıcıoğlu Gökhan Çınar karşısında şunları ifade etti; "Çocuk Gülseren'e hem üzülüyorum hem de onu çok seviyorum. Kardeşim bir buçuk yaşında doğunca benim evde çocukluğum bitmiş. Ben o yıllar ablası olarak resmen başka bir role geçmişim. Annem de çok genç evlendiği için beş veya altı yaşlarına geldiğimde annemin tamamen arkadaşı oldum. Bütün sorumluluklarını beninle paylaşmak isteyen bir annem vardı. Bana öyle bir rol biçmiş ki ne kadar sorumluluk var, bunların hepsini önüme sermiş. Ben de cevval bir yapıyla sanki bunların tamamını yapmaya mecburmuşum gibi davranırdım. Annem beni sevsin, annem bana kızmasın ve ben de anneme yardım etmiş olayım diye tüm bunlara sarılırdım. Çocukluğumu düşündüğümde o Gülseren'e üzülürüm bazen. Çok erken büyümek zorunda kalmışım ben. Annemin şöyle bir cümlesi vardı. Kendisine "Anne ben bunu yapamam" derdim. O da bana cevap olarak "Ne demek yapacaksın" derdi. Bu cümle benim ruhuma o kadar yerleşmiş ki. Her şeyi yapmak zorunda mıyım ama yapacaksın algısı hep hayatımda olmuş."
YAŞAYAMADIKLARIM HAYAL GÜCÜMÜ GENİŞLETTİ
Çocukluğunun derinliklerine inen Gülseren Budayıcıoğlu, sözlerini şu şekilde sürdürdü; "Annem sert ve acımasız olduğu kadar çok şefkatli bir kadındı. Acayip merhametli ve sert bir kadındı. Annemin kurallarını asla esnetemezdiniz. Çok canımız yandı ve çok zorlandık. Ancak yıllar boyu hiç desteğini esirgemedi. Hayatım boyunca hep baş rol oldu benim için. Çok uzun süre anneyle yaşamış biriyim. Bunun çok büyük avantaları ve dezavantajları var. Anneniz hayatta olduğu sürece ölüm size çok uzak. Ne zaman ki anneyi kaybedersiniz işte o zaman ölüm size yaklaşıverir. Ardından ailenin büyükleri biz olduk. Çocukluğuma gitsem anneme hem kızar hem söylenirdim hem de çok teşekkür ederdim. Çocuklukta babam için ise kızacak bir şey bulamam. Düşünüyorum da babamı pazar günleri ve akşam yemeklerinden görürdük. Babam eve geldiğinde ortam bambaşka bir hal alırdı. Babam bir filmden çıkmış gibiydi. Evimiz o geldiği andan itibaren yaşamaya başlardı. Babam ile yemekte geçirdiğimiz zamanlar muhteşemdi. Annem de o anlarda babama bakarken mutluluktan erirdi. O atmosferi kimse bozmamalı diye düşünürdük. O zamanlardaki Gülseren'i çok seviyorum. Çocuk olarak yaşayamadım. O atmosferden çok mutluydum ama hep bir taraftan da yardımcı anne gibiydim. Kitaplarımda bile hala görürüm. Bir roman yazıyorsam orada çocukluk hikayelerini çok ayrıntılı yazarım. Hala masal dinlemeye bayılırım. Bu hikayelere çok büyük hayranlık duyarım. Oradaki anılarım kimi zaman beni hüzünlendirir kimi zaman ise mutlu eder. Ergenlikte annem ile yaşamak çok zordu. Bundan dolayı yaşayamadıklarım hayal gücümü çok genişletti. Hayallerim sonsuzdu. Çok renkli hayallerim vardı."
"DOKTORUM VE KENDİ BABAMI KURTARAMADIM!"
Programda hayatının dönüm noktasını anlatan Gülseren Budayıcıoğlu şunları söyledi; "Asistanlığa yeni başladığım zaman babamı kaybettiğim o anı hiç unutmam. Babam benim için o kadar değerliydi ki. Adım doktor ve babam ölüyor. Ben bir şey yapamıyorum. Sanki doktor olunca onu kurtarabilirsin gibi bir duygu oluyor. Ne yapabilirsin ki? Babam çalıştığım hastanede kalıyordu. Vefatını öğrendiğim an yanına gittim. Yerde miyim yoksa gökte miyim acayip bir duygudaydım. Onu kaybettiğimde bir taraftan da çalışıyordum. Bana hastan geldi dediler ve yapabileceğim bir şey yok. Odama girdim ve masaya oturdum. Yaşlı bir hanım geldi. Benin konuşacak bir halim yok içim inanılmaz acıyordu. Teyze anladı durumu ve bana "Dur kızım sen boş ver. Ben yine gelirim. Senin neyin var? Asıl sen anlat." dedi. Benden ses çıkmadı. Kadın doğruldu biraz koltuğunu bana doğru çekti. "Anlat kızım. Derdini dök ki derman bulasın." dedi. Ben de anlatmaya alışkın biri asla değildim. O kadın o an bana nasıl baktı ve nasıl bir şefkatle yaklaştıysa anlatmaya başladım. Babamı ve ne kadar üzüldüğümü anlattım. O güne kadar hiç ağlamamışım. Kadın da benimle birlikte elini omzuma koyarak ağladı. "Ah kızım ah" dedi. Teselli de etmiyordu beni ama acımı paylaşıyordu. Kadın ben rahatlayana kadar yanımda kaldı. "Allah nasıl biliyorsa onun sözlerinin önüne biz geçemiyoruz. Teslim ol kızım daha rahat edersin." dedi. Giderken "Ben yine geleceğim." dedi. Bunu demeseydi kendimi yarım hissedecektim. Kadın kendi derdini anlatmaya gelmiş ama ben kendi derdimi anlattım. Yozgatlı teyze olarak bütün kitaplarımda yazmışımdır onu. O gün bir terapistin nasıl olması gerektiğini gördüm. Beni sorguya çekmeyen, beni anladığını hissettiğim ve benim acımı paylaştığını hissettiğim biri lazımmış demek ki diye düşündüm. Sonra o teyze ile çok günlerimiz oldu. Yanıma çok geldi gitti. Hayatım boyunca ne o günü ne de Yozgatlı teyzeyi unuttum. Buraya gelen insanın benden beklentisinin ne olduğunu ondan öğrendim. Hastalarımız asıl derdini anlamaya çalışırız. Bizim hastalarımız kendi derdini bilerek gelmez. Genellikle bize ifade ettikleri asıl derdi değildir. Biz dedektif gibi ona çok hissettirmeden yara nerede kanıyor onu bulmaya çalışırız."
KIRMIZI ODA İLE HAYALLERİM GERÇEK OLDU
Gülseren Budayıcıoğlu kendisi hakkında yapılan acımasız eleştirilere karşı şunları söyledi; "Benim en büyük motivasyonum şu oldu. Yirmi küsür sene muayenecilik yaptım Ankara'da. Mesleğe ve insan olan hayranlığım çok arttı. Ben elimden geldiğince onlara derman olurken onlardan da hayat ile ilgili çok şey öğrendim. Bizim ülkemiz psikiyatriyi hiç tanımıyor. Bir tek ben koca ülkeye bunu tanıtmaya yetmeyeceğim diyordum. Yüzbinleri aşkın insan ile birlikte oldum. Bunu benim boynumun borcu olarak gördüm. Psikiyatri ne demek? kimler gelir niye gidilir bunu öğretmek istedim. Mesleğe başladığımda bize deli doktoru derlerdi. Gelenler adım deliye çıkmasın diye gizliden gelirdi. Bunu yaygınlaştırmak istedim. İşin bir de maddi kısmı var. Muayeneye gitmek çok pahalı. Gidip işinizi bir anda halledemezsiniz, sürekli gitmeniz gerekiyor. Ne yapmam gerek diye düşünüyordum. Devlete bağlı yeni bir sistem başlamıştı. Orada yer açtım. Bana tepki gösterdiler. Yenilikler kolay kabul edilmiyor biliyorsun. Derken derken ne zaman ki Kırmızı Oda'yı yapabildim, Acun'a da teşekkür etmek isterim. Hiç tereddüt göstermedi Acun. Kırmızı Oda ile hayallerim gerçek oldu. Dizi ile psikiyatriye giden hasta sayısı patladı. Şimdi bakıyorum psikiyatriye gitmek ayıp olmaktan çıktı. Beni eleştirenler randevu veremez hale geldiler. Çok emek verdim. Türkiye'nin psikiyatri konusunda Avrupa'nın bile önünde hizmet veriyor oluşunda da çok gurur duyuyorum. Kitaplarım da bu amaçla yazılmıştır. Mesleğimizde gizlilik çok önemlidir. Bunların tamamı uyarlamadır. Gerçek hikayeleri kişinin kimliğini yok edip onun tanısının tanınmasını sağlayacak bir şey yapıyoruz. Beni de yaz diyen hastalar çoğaldı ama bunu yapamam. Böyle bir şey yapmadım bu zamana kadar. Eleştirilere saygı duyamıyorum. İnsanların bir psikiyatristin böyle bir şey yapamayacağını bilmesi gerekiyor. Başta canım sıkıldı ama şimdi artık vazgeçtim. Yeni bir şey yapıyorsanız ülkenize bir yenilik getiriyorsanız doğru da olsa yanlış da olsa eleştirileceksiniz. Yeni bir şey yaptığım için çok mutluyum."
EŞİMİN ÖLECEĞİNİ BİLEREK YAŞAMAK KOLAY OLMADI
Kaydettiği eşi Aydın Budayıcıoğlu ile ilgili ilk kez konuşan Gülseren Budayıcıoğlu Gökhan Çınar karşısından şunları söyledi; "Ben eşimi hep kan akrabam gibi hissederdim. Genelde kocalar el oğludur. Benim kocam hiç el oğlu olmadı. Bizden ve ailemden biriydi. Onunla altı sene saf arkadaşlıktan sonra sevgili olduk. Bir de benim eşim evliliğimizin başlarında otuz dokuz yaşında çok ağır bir kalp krizi geçirdi. Çocuklar daha bebekti. Bu adam ölür dedi doktorlar. Yüzüme söylediler bunu. Bunları bilerek yaşamak hiç kolay değildi. Bunlar konuşulabilecek şeyler de değildi. Eşim ile hiç bunları konuşamadık. Bakışarak birbirimizi anlaya çalışıyorduk. Çok sevdiğiniz eşiniz ve çocuklarınızın babası. Tarifi zor bir durum. Çok sevdiğiniz birinin elinizden kayıp gideceği bilmek hiç kolay olmadı. Bunu kimseye anlatmadım.
CAMDAKİ KIZ PROFESYONELLEŞTİĞİM BİR İŞ OLDU
İmzasını attığı televizyon dizileri ile ilgili konuşan Gülseren Budayıcıoğlu, şu sözleri söyledi; "İstanbullu Gelin dizisi bu sektördeki ilk işimdi. Çok heyecanlanmıştım. Masumlar Apartmanı'nda korkum. Böyle bir dizi ne kadar satın alınabilecek diye düşündüğüm oldu. Kırmızı Oda ise diğerlerinden çok farklıdır. Kırmızı Oda tam bir terapi. Kendini arayan insanlar için yapılan bir projeydi. Çok güzel oldu. Hiç unutmayacağım o diziyi. Camdaki Kız da televizyon dizisi yapmaya hazır olduğum bir dönemde ortaya çıktı. Yine konuşulmayanı konuşturduğumuz ve daha da profesyonelleştiğim bir iştir. Dizi nedir nasıl yapılır daha profesyonel yaklaştığım bir proje oldu."
Son Dakika › Magazin › Gülseren Budayıcıoğlu'ndan Samimi İtiraf! - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?