Geçen gün Instagram'da Cem Yılmaz'la bir fotoğrafını gördüm. Son karşılaştığımızda Boğaz'da Uğur Yücel'le rakı içiyordun. Gümüşlük'te de yine toplamışsın televizyon dünyasını. Hayatın sürekli ünlülerle mi geçiyor?
Sosyalleşmeyi seviyorum ama kalabalıkları eskisi kadar sevmiyorum. Daha özel olarak görüştüğüm insanlarlayım. Selin'in (Ongun) kitapta güzel bir gözlemi var: "Dostluk kurup o insanlarla iş yapan, iş yaptığı insanlarla dostluk kuran" diye, böyle bir şey var.
?Kitabının üstbaşlığı 'Türkiye'nin Neşeli Günleri'. Yani şimdi Türkiye'nin neşesiz günlerini mi yaşıyoruz?
Darbeler, ekonomik krizler, her şeyi gördüm. Yine de dönüp baktığımda, "O zamanlar daha neşeli günlermiş" diyorum. Bugünleri yaşayınca fark ediyor insan.
Bağırıyor, çağırıyor, vuruyor filan...
Başlayalım o zaman bu neşeli günleri hatırlamaya... Nasıl girdin gösteri dünyasına?
Turizmci olmak istiyordum. İngiltere'ye dilimi geliştirmeye gittiğimde Melih Kibar'la karşılaştım. 'İşte Öyle Bir Şey' hit olmuştu, Erol Evgin menajer arıyormuş, kabul ettim ama sonra kendimi gazino ortamında buldum. Bırakacaktım, Egemen Bostancı'dan 'Hisseli Harikalar Kumpanyası' teklifi geldi...
? Adile Naşit, Nevra Serezli, Ayşen Gruda, Mehmet Ali Erbil, İlyas Salman. Acayip bir kadro...
Hayatlarını sanata adamış insanlar. Çok keyifliydi, böyle muhteşem insanları tanıdığım için çok şanslıyım.
'Hisseli Harikalar Kumpanyası'nda çalışırken 12 Eylül'e yakalanıyorsun galiba. Hem de zamparalık yaparken!
Bitmiş bir ilişkim vardı. İzmir'de oynadığımız dönemde, oraya gelmiş, aradı. İzmir Palas'a gittik. Turne sorumlusuyum, Erol'a (Evgin) haber verdim beni bulabilmeleri için. Gece yarısı telefon açtılar. Nevra (Serezli) ve Adile (Naşit) dalga geçiyorlar. "Canım neredesin, çok özledim" diye... Kıyamet koptu. Yapma!
Kız zaten Nevra'dan kıskanıyordu, çıldırdı.
Haklı mıydı?
Yok yahu, ne alakası var. Normal biri değildi, arızaydı. Bağırıyor, çağırıyor, vuruyor filan.
Nasıl? Dayak mı yedin bir de?
Evet vallahi. Sonra, "Ben tüyeyim buradan ya" dedim. "İhtilal oldu, sokakta asker dolaşıyor, lobide de duramazsınız, odanıza çıkın" dediler. Başka oda var mı? Yok! Mecburen döndüm odaya.
Of, kabus gibi. Bir yandan da ülkeye bomba düşmüş. Politik hislerin ne yöndeydi?
12 Eylül öncesi Timur Selçuk'la çalıştık. Nazım şarkıları, konserler filan, girdik o yola. Belli bir pozisyon almış ama bir gruba katılmamıştım. Sosyal demokrattım. 12 Eylül olunca bunlar durdu.
Müzikal durmamış ama. Hatta Kenan Evren ve kuvvet komutanları gelmişler bir gece.
Akşam 'beşi bir yerde' (dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun) Ankara'da, Arı Sineması'na geldiler.
Efsanevi kadrosuyla 1980'lerin 'Hisseli Harikalar Kumpanyası' müzikali. O dönemi konuşamıyordum
İlyas Salman arıza çıkarmış bir tek.
Çıkardı, "Ben ihtilal yapan adamın karşısına çıkmam" dedi. Rolü çok önemliydi, Erol Evgin ve Adile Naşit zar zor ikna ettiler. Ama oyundan sonra huzura çıkmadı gerçekten.
?Kitapta kendini en sert eleştirdiğin bölüm o zamanlardan. Yakın durmuşsun Kenan Evren'e.
Liberalleşmeye yöneldiğim zamanlar. Özal giriyor hayatımıza, 24 Ocak Kararları filan derken... O dönemi çok zor konuştuk Selin'le. Anlatırken kendimi kötü hissettiğim bir dönem.
Neden?
Vardır ya klasik laf: Çocuklar size iyi bir gelecek bırakamadık. O kadar yakın durmam sonra beni rahatsız etti. Başdanışmanı Ali Baransel ve eşi Elvan'la çok yakın dosttuk. Onun vasıtasıyla yakınlaştım. İhtilalden üç yıl sonra. Burada kendine kızdığın temel sebep nedir?
Bunun bir kazanımı oluyor. Rumeli Hisarı'nı kiralıyorum, otopark mafyası zorluk çıkarıyor. Bakıyorlar, bu Köşk'e yakın, bulaşamıyorlar. Bir güç sahibi oluyorsun ve menfaatin için kullanıyorsun. Bu sonraları rahatsız etti beni. O dönemi hiç konuşamıyordum. Sonra konuşunca rahatladım. Gece 2'de başladık o dönemi konuşmaya, sabah 8'de bitti. Türkiye'nin karanlık, trajik bir dönemi. Yine de kültürel üretim durmamış. Şarkılara, oyunlara, kitaplara bakınca çok iyi işlerle karşılaşıyoruz. Son dönemde ise o düzeye ulaşılamadı sanki.
Özgürlükleri ne kadar kısıtlarsan, insanlar hayal etmeye o kadar korkar hale geliyor. Bizim sektörden örnek vereyim. Televizyon dizilerinden...
İyi işler üretiliyordu ve yurtdışı satışları muazzamdı. RTÜK denetimleriyle öyle kesip budadılar ki şu anda senaristler otosansür uyguluyor. "Dizide aldatma olmayacak" deniliyor. E, var ama Türkiye'de. Son yıl, yüzde 35 düştü dış satışlar ve satışı yapılanların da büyük kısmı eski işler. Yenilerde iş yok. Her şeyi çok güzel göstereceksin, entrika yok, hiçbir şey yok. Neyi seyredeceğiz? Özgürlük duygusunun yoksunluğu, korku, özgüven eksikliği, bunlar etken bence. 83'te Timur Selçuk'le konser yapıyordum, sıkıyönetimden izin alabiliyordum o şarkılar için. Askerin baskısı bile bu kadar değildi.
Mazhar, 'Abi ne yaptın sen? Biz sana geleceğimizi emanet etmiştik' dedi
Sonra MFÖ hikayesi başlıyor... 'Ele Güne Karşı' albümü yeni çıkmış. Hürriyet Pazar'da 'Gelmiş geçmiş en iyi albüm' seçtik geçen sene. O zaman bunun farkında mıydınız?
MFÖ bile o potansiyelinin farkında değildi. Toplu konserlerde fark ettik. İkinci bölüm başlayacağı zaman perde kapalıyken, Özkan'ın (Uğur) perdesiz bas gitarıyla, 'Güllerin İçinden' girerdi. İlk konser, o intro'yla bir anda yıkıldı salon! Nasıl bir alkış!
Mazhar Alanson, "Bizi bugünlere getiren insandır" diye yazmış senin için kitapta...
Eurovision'la ilgili bir şey geldi bana. Yurtdışı işi. Bayağı tartıştık çünkü gitmek istemiyorlardı. Yaptıkları müzik açısından Eurovision uygun bir alan değildi. Sonunda ikna olduk hep beraber. 'Diday Diday'la Eurovision'a gittik. Bu dönüm noktası oldu. Mazhar'ın söylemek istediği o. Hollandalı bir grupla çalışıyordum, onların aranjörüyle tanıştırdım ve kaydı Hollanda'da yaptık. 'Peki Peki Anladık' albümü, 'New York Sokaklarında' hep Hollanda'da kaydedildi. O bir açılım oldu ve kitleleri büyüdü. Nükhet, dehşet iyi yorumcudur
MFÖ çok ilginç bir grup, 40 yıldır sürekli kavga ediyorlar ama hep çözüyorlar.
İçlerine atmıyorlar. En berbat şey odur. Karı kocalıkta da öyledir. ve müzik hala çok iyi. Sana arabayla gelirken yine art arda dinledim son albümü. Nasıl güzel bir albüm, 'Kendi Kendine'! Hak ettiği karşılığı bulamadı galiba.
Zamanla bulur. Mazhar'ın 'Aşkın Kenarından' şarkısı olağanüstü. Bence kalıcı şarkılarından biri olacak. Sadece o değil, birkaç tane daha var.
Sen bir noktada sanırım Onno Tunç'la arkadaş oluyorsun, Sezen Aksu'nun menajerliğini yapmanı istiyor ama kaçıyorsun.
Evet, Onno Tunç çok eski arkadaşım. Sezen'in kariyerinde önemli bir köşe taşıdır. MFÖ'nün albümünü çok beğendi. Sonra Sezen'den talep geldi. Onno, Sezen'e önermiş olabilir.
İstememişsin başta. Nükhet Duru'da tatsız bir tecrüben olmuş çünkü. Neydi o?
Nükhet Duru, Timur Selçuk'la 'Bizim Şarkılar'da çıktığı zaman herkes şaşırdı. Timur solcu, belli bir duruşu var. Nükhet Duru topuzuyla, şarkılarıyla tamamen farklı. "Bu aykırılıktan çok hoş bir şey çıkar" dedim. Olağanüstü oldu. İnsanlar, "Bu Nükhet Duru neymiş" dedi, çünkü dehşet iyi yorumcudur zaten.
Bomboş salona konser verdiler, faciaydı
Sorun neydi peki?
O popülerlikten sonra Gar Gazinosu'ndan assolistlik teklifi geldi. Gitti, Türk sanat musikisi okudu. "Ne yapıyorsun" dedim, dinlemedi. İşi yaparken bir dostluk oluşuyor bende. Hayatıyla ilgili düşünüyorum, endişeleniyorum, kıskanıyorum. Hele başarırsan daha da artıyor bunlar. O aklıma geldi, Sezen de patlamıştı, çekindim.
Sonunda kabul ediyorsun ve MFÖ'yü ihmal etmeye başlıyorsun.
Başta uyanıklık ettim, Sezen ile MFÖ'yü Anadolu turnesine beraber götürdüm. Olağanüstü konserlerdi. Sonra Sezen daha çok vaktimi almaya başladı. Zaten MFÖ ile sorun İzmir'deki konser oldu. Benim büyük hatamdı.
Ne oldu?
Hayatımda başka bir örneği yok bunun. Bir arkadaşım vardı Nuri, çok severim, kıramadım. Öyle adamlar için araya girmiş ki dünyadan haberleri yok. Ne tanıtım, ne bir şey... Bomboş salona konser verdiler, faciaydı.
Mazhar acayip bir laf etmiş sana.
"Abi ne yaptın sen? Biz sana geleceğimizi emanet etmiştik" dedi. O kadar ağır geldi ki. Ayrıldık ama sonra yıllarca konserler yaptık, çalıştık, dostluğumuz hiç bitmedi. Sonra Sezen Aksu'ya yoğunlaşıyorsun. En ışıltılı dönemler. Nasıl bir mucizeydi o dönemdeki?
Bizde fazla görülen bir şey değil. 70'lerde Çetin Altan söylemiş: "Köylü kökenli Müslüman Türk toplumları, yaratmayı, üretmeyi hiçbir zaman beceremediler. Kurnazlıkla, onunla bununla yollarını buldular. Bu yüzden yaşamayı, yaşamdan tat almayı hiçbir zaman öğrenemediler." Sezen yaratan bir sanatçı. Sadece kendisi için de değil: Aşkın Nur Yengi, Harun Kolçak, Sertab Erener, Levent Yüksel... O dönemde geliyor da geliyor! Albümleri 1 milyon satıyor. Sahne talepleri var. Onunla beraber vitesi yükselttim. En deli çalıştığım dönemdir.
Buralarda Sezen'in uluslararası açılma fırsatı vardı. Arif Mardin çalışmak istemiş onunla.
İki önemli dönem vardı: Biri PolyGram... 'Hadi Bakalım' şarkısı Almanya'da çok ünlü oldu. Türkler değil, Almanlar için. PolyGram'in Almanya başkanı kalktı Rumeli Hisarı'nda Sezen'in konserini izledi. Sezen'i Almanya'da lanse etmek istediler. Gidip orada yaşaması ve İngilizcesini mükemmel hale getirmesi gerekiyordu. Sezen o zaman istemedi bunları.
Sence neden?
İnsan yetinebilir, bunda bir sıkıntı yok. Ben de isteseydim plak şirketi vs. kurardım ama yettim kendime.
İkinci bir dönem daha var dedin.
New York'ta Arif Mardin ile konuştum. Benim fikrimdi. O da, "Yaparım" dedi. Sezen'den onay almıştım ama sonra yine pek istemedi. Çok üzüldüm. Arif Mardin bir sene sonra, Bodrum Caz Festivali'nde çıkan Norah Jones'a bir albüm yaptı. Kasıp kavurdu ortalığı, orada Arif Mardin'in anlamını görüyorsun işte.
Sezen'le küs kaldığımız yılları yok sayıyorum
Sezen'le ilişkin menajer-sanatçı ilişkisinden öte, hatta biraz acayip. Bir gün seni, "Evleneceğim" diye aramış, komşunun kapısına dayanıp, "Votka verin bana" demişsin.
Sezen benim hakikaten kardeşim. Kıskanmak da olabilir, yakıştıramamak da olabilir bunun içinde. Bilemiyorum, niye bu kadar tepki gösterdim. Evleniyorsa evleniyor. Komşum Sencer Abi (Divitçioğlu), "Sana ne ulan" dedi. Üç votka içtim, aradım, tebrik ettim. Biz sarıldığımız zaman öyle bir sarılıyoruz ki birbirimize... Geçen yaz geldi, işte burada dört saat karşılıklı konuşuyoruz, bir kişi bile gelemedi yanımıza. Bir nefes alalım dedik, bir döndü Sezen, ooo selfie'ci ordusu üşüştü. Ama o kadar saat sözümüzü kesmemişler.
İş ilişkiniz neden bitti?
Ahmet San'la çalışmaya başladı. Bir bayrak değişimi ama daha yumuşak yapabilirdik diye düşündüm sonra ben. 4-5 yıllık küslük dönemi oldu. Tatsız bir konuşma geçmişti aramızda. O yılları yok sayıyorum. Şimdi şahane bir arkadaşlığımız ve kardeşliğimiz var yine. İşler yaptık, daha da yapacağız inşallah.
Emel Sayın'la beni o halde görünce Şener Şen yere düştü
'Emel Sayın'ı Sevenler Derneği' diye bir şey varmış...
Egemen Bostancı, Erol Evgin, Metin Akpınar, Müjdat Gezen filan. Erol Evgin bu hayranlar grubunda devam etti. Şener Şen'le ben 90'larda devreye girdik. Hepimiz sürekli ona asılıyoruz, rekabet var aramızda. 'Muhabbet 92'nin provaları var. Şener sürekli Emel'in evine gidiyor, kıskanıyorum. Bunlar da çok eğleniyor, "Evdeki provalarda çok mutluyuz" diyor Şener bana. Bu böyle bir-iki hafta sürdü. Sonra ben planı yaptım. Eyvah...
Emel'e kaçta prova yapacaklarını sordum. "Şener sabah 10.00'da gelecek" dedi. 09.00'da Emel'in evine gittim. Bir yerden pijama satın aldım. Evi dağıttık, yere konyak şişeleri koyduk. Sigaraları yakıp söndürdük. Salon akşam dağılmış yani. 10.00'da Şener geldi. Pijamalarımı giydim hemen. Emel de kapıyı bornozla açtı. "Ay Şenerciğim çok özür dilerim ya. Ben aslında ne kadar da disiplinliydim" dedi. Şener salonu gördü, "Oo, ağır geçmiş" dedi. Emel, "Ya sorma, dün biraz dağıttım galiba" dedi. Şener bir süre kaldı öyle, sonunda "Bari bildik biri mi" diye sordu. En azından yabancıya gitmesin gibi! Banyodan dinliyorum, ağzımda diş fırçasıyla, "Emoş, kim geldi" diye çıktım. Beni o halde görünce yere düştü Şener. Bir süre bu şakaya devam ettik. "Espriydi" diyorum ama "Olmayabilir de" kuşkusunu yediriyoruz ona. Hala da vardır bu kuşku.
? Harika bir şaka! Emel Sayın da çok matrakmış, pek de öyle durmuyor, biraz leydi gibi aslında.
Çok matraktır. O zaman David Younes'le evli. Amerika'da yaşayan Beyrutlu işadamı. Adam sürpriz de çok seviyor. Zart diye gelse anlatamazsın yani!
Geleneksel Emel Sayın'ın gönlünü kazanma savaşlarından biri sırasında Şener Şen'le.
Biz ülke olarak insanların değerlerini tam oturtamıyoruz
Hem komik hem dokunaklı bir Ahmet Kaya hikayesi var kitapta.
Almanya'daki son turnem burnumdan geldi. Ferdi Tayfur, Ahmet Kaya, Muazzez Ersoy ve Sibel Can... Muazzez ile Sibel Can hiç konuşmuyor. Ferdi Tayfur, Ahmet'e "Komünist" diyor; Ahmet ona, "Faşist" diyor. "Bu turne nasıl bitecek dedim" ben ya. İlk gün patladı zaten. Ahmet'in eşi Gülten Hanım, "Ahmet iyi değil. Gelmiyor konsere. Siz getirebilirsiniz" dedi. Kalktım, otele gittim, "Ne yapıyorsun abi sen? Salon dolu ve bunların hepsi seni seven insanlar" diye dil döküyorum.
Nedir sorun?
Kürt meselesine içlenirdi. "Usta" dedi, "Van Gölü kenarında bir taverna açacağım, orada çalıp söyleyeceğim". Zor bir adamdı. Biz ülke olarak insanların değerlerini tam oturtamıyoruz. İkna edip götürene kadar izleyici koltukları falan kırmış tabii.
Açıkhava ve Hisar konserlerine gelelim. Bu konserleri sen mi başlattın?
Ben Rumeli Hisarı'nda başladım konserlere. Açıkhava'ya 90'ların sonunda geçtim ama Açıkhava konserleri geleneğini Most Production başlatmıştır diyebilirim. Şehrin belleğinde iz bırakmış bir gelenek. Bunların sönükleşmesi üzücü olmuştu. Hisar'ı senin başlattığını bilmiyordum mesela ama bitince ne kadar üzüldüğümü hatırlıyorum.
Bebek'teydim bir gün. Tatlı tatlı yürüyüş yapıyorum. Yandan da bir gezi teknesi gidiyor. Hisar'a geldik, adam mikrofonla anlatıyor: "Burası da Fatih Sultan Mehmet'in yaptığı Rumeli Hisarları. Burada şimdi cami var, eskiden kafirler burada eğlenirlerdi" dedi. Bunu dediği anda, "Sensin ulan kafir, p......k!" diye bir bağırdım. Nasıl delirdim biliyor musun? Böyle bakınca memleket feci durumda. Cami, cemaatin toplandığı yer demek. İnsanlar gelip sevdikleriyle güzel bir konser dinlese ne olur? Ama adama göre bu, kafirlik. Oraya gitmiyorum şimdi, ne olduğuna bakmak istemiyorum.
Hep geride durmayı sevdim
Hatırladığın en sihirli konser hangisi?
Georges Moustaki benim için özeldir. Saint Joseph yıllarımdan beri bayılırım. Sınıf arkadaşlarımdan bulabildiklerimi davet ettim o konsere. José Feliciano da çok iyiydi.
Balığa götürmüşsün adamı Boğaz'da...
José Feliciano görme engellidir. Çapari attık, ben iki tane tuttum, o bir tane. Baktım üzülüyor. Gözleri görmediği için ben sallamaya başladım, üç tuttun, beş tuttun diye. O da seviniyor, çığlıklar atıyordu. Sonra balıkları pişirdik, yedik, bitti. "Daha balık geliyor değil mi" diye sordu. "Bitti" dedim. "E, biz 119 tane tutmuştuk" demesin mi! Saymış elleriyle! En keyif aldığım konserse son yaptığım The Royal Philharmonic Orchestra'nın Sezen Aksu bestelerini çaldığı konser. Bir de Ülker Arena'daki Andrea Bocelli konseri. Bana kendi bağından bir kasa şarap yolladı ve, "Bu sene yaptığım en iyi konserdi" diye mektup yazdı. Beni mest etti.
Sen de renkli bir adamsın. Hiç şöyle 'Ya bu insanlar çok özel, çok yetenekli, kadınlar onlara ilgi gösteriyor' filan diye onlara özendiğin oldu mu?
Yok, hiç. Hep geride durmayı sevdim. Bunu çok önceleri hallettim sanıyorum. Takdimcilik, sunuculuk yaptım, gitar çaldım. Çok iyi değilim yani, fark ediyorsun. O defteri kapattım, bir daha da öykünmedim.
Huysuz değilim, huyluyum
Onların sana tepeden baktığı, dışladıkları tatsız anlar oldu mu?
Hiç olmadı. Deli tarafım da vardır, uzar giderim, küserim, duygusalımdır. Mehmet Y. Yılmaz da yazmış ya, "Genç kız kalbi var" diye.
O zaman da huysuzdun yani...
Şunda anlaşalım. Ben huysuz değilim, huyluyum. Benim huylarım var (gülüyor).
Kitaba da adını veren bu, 'yorma felsefesi' nedir?
Çok hareketli bir kız vardı çevremizde, sürekli bir aksiyon peşinde. Sabah yürüyeceğim, "Ben de geliyorum" diyor. "Ya gel ama konuşmayacaksın, yorma beni" dedim. Bodrum'dayız. Kitap okuyoruz, suya giriyor, çıkıyoruz. Bu bir geldi... Defalarca suya atlıyor, zıplıyor. Gözü yoruluyor insanın. Sonunda, "Amma yordun" dedim ya. Kabaca bir söz olarak algıladı. "Bak anlatayım" dedim, "Bir kere sen böyle güm diye denize atlarsan, denizi yorarsın. Dalgalar çıkıyor, kıyıya vuruyor... Sonra çıkıyorsun denizden, 'harrr' diye duş alıyorsun. Teknenin deposu zaten zor. Şu tuzlu su üstünden süzülsün, sonra al duşu yavaş yavaş, biz fark etmeyelim. Sonra da hemen havluya sarılma, sırılsıklam oluyor, kuruması mesele. Havluyu yorma" dedim. "Havluyu yorarsan, o iki saatte kurumaz, güneşi yorarsın" filan böyle gidiyor. Oradan kaldı bu 'yorma' hikayesi. Yaş ilerleyince yoruluyorsun. Çevreni küçültüyorsun. Zamanımız azalıyor belki. Sen de yavaş yavaş fark edeceksin.
Mehmet Y. Yılmaz (solda) ve Ekrem Çatay'la (ortada).
Dostlarım zarar görürken ben menfaatimin peşinde nasıl koşarım? Türkiye'de sanatçılar arasında bir kamplaşma olduğundan söz ediyorsun kitapta. Nasıl oldu bu?
Bu geçmişte de vardı. Milliyetçilerle solcular arasındaydı. Fark şu: O insanlar bazı ideallere inanırdı. Bugünkü kamplaşmada bir taraf menfaat için bir yerde duruyor, bir ideal için değil. Bu tuhaf. Sen Timur Selçuk'ların 'Hayat Bayram Olsa' diyen Şenay'ların menfaat için bunları yaptığını, belediyelerden iş kapmak peşinde olduklarını düşünebiliyor musun? Yıldırım Gürses'ler milliyetçiydi, İlham Gencer'ler milliyetçiydi ama belli bir zarafet içindeydi.
Nereden biliyorsun? Belki samimiler...
Tanıdığım var bir sürü.
Kim?
İsim veremem, sıçrarlar. Özel yaşantılarında, arkadaş çevrelerinde başka şey konuşan insanlar. Hayata bakışları bu değil. Sadece oradalar. Çok acayip.
Bu çark nasıl paraya dönüyor?
Belediyenin organize ettiği konserler, sunuculuk, medya, reklam, TRT...
Sen Kenan Evren'e ve Turgut Özal'a gösterdiğin ilgiyi bu dönemde iktidara göstermedin anladığım kadarıyla.
Başbakan olduğu günden sonra Özal'la hiçbir ilişkim olmadı. O yapıda birisi olsam yine fayda sağlayabilirdim kendime. Benim sıkıntım 12 Eylül döneminde hakikaten çok severek Ali Baransel'le dost olmam.
Bu dönemde öyle bir şey yapabilir miydin?
Yapamazdım. Dostlarım zarar görürken ben gidip orada menfaatimin peşinde nasıl koşarım?
Yapanlar nasıl koşuyor?
Orada duranların bir kısmı şimdi İmamoğlu'nun peşinden koşmaya başladı. Şimdiden pozisyon alıyorlar, takip ediyorum ben. İnanamıyorum, bunu nasıl beceriyorlar! Dönemine göre her yere giriyorlar. İğrenç insanlar.
Gençlere ahlaklı, adil olmalarını tavsiye ederim
Mutlu musun?
Mutluyum. Şahane bir hayat yaşadım.
Bunca tecrübenin ışığında gençlere, hayatını yeni çizen insanlara ne önerirsin?
Ahlaklı ve adil olmalarını tavsiye ederim. ve sabırlı olmalarını.
Bundan sonra ne yapacaksın? İçinde kalan şeyler var mı?
Londra'da şirket kurdum. Bir sürü konser yaptık. Şimdi orada büyük bir iş yapmak istiyorum. Bizden bir proje. Bir müzikal düşünüyorum. (Most Production, Sezen Aksu'nun en sevilen şarkılarıyla bir müzikal hazırlığında). Andrea Bocelli'nin menajeriyle çok iyi dost olduk, onunla da konuşuyoruz.
Türkiye'de büyük konserler yapmayı özlemiyor musun?
Türkiye heyecanlandırsın beni tekrar, yaparım.
Mustafa Oğuz, Doğan Kitap'tan çıkan kitapta gazeteci Selin Ongun'un sorularını yanıtladı.
Son Dakika › Magazin › 'Emel Sayın'la beni o halde görünce Şener Şen yere düştü' Gösteri dünyasının kara kutusu Mustafa... - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?