Meral Dervişoğlu, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Şanlıurfa Şubesi kurulduğundan bu yana üyeliğinin yanı sıra zaman zaman yönetimin çeşitli bölümlerinde de insan hakları savunucusu olarak çalıştı. 2011 yılında ise seçildiği başkanlığı iki dönem sürdürdü. 4 yıl aradan sonra önümüzdeki günlerde yapılacak olan genel kurul toplantısı ile başkanlığı devretmeye hazırlanıyor. Dervişoğlu'yla Türkiye'nin son yıllarda insan hakları konusundaki döngüsünü, İç Güvenlik Paketini, çözüm sürecini, yaklaşan seçimler öncesi siyasi partilerin temel insan hak ve hürriyetleri konusundaki beklentilerini, baraj sorununu ve geleceğe dair planlarını konuştuk.
Türkiye'nin insan hakları konusuyla başlarsak, bir insan hakları savunucusu olarak Türkiye'nin insan hakları konusundaki karnesi nasıl?
Türkiye'nin insan hakları karnesini çok iyi bulmuyorum. Hatta zayıf buluyorum. Çünkü insan hakları kurumları, daha doğrusu sivil toplum kuruluşları bir anlamda sivilliklerini yitirdikleri için, isteyerek ve istemeyerek taraf olundu. İnsan hakları demek hiçbir dili, dini, ırkı, rengi ve mezhebi gözetmeden sadece insan olması hasebiyle hakkın korunmasıdır. Bugüne gelindiğinde yönetim anlayışı olarak insan hakları devre dışı bırakıldı ve tamamen otoriter ve tek tip yönetim anlayışıyla yönetildiği için, belki bazı gazetelerde ve gazetecilerde olduğu gibi insan hakları konularında da bir erime oldu. Bir gevşeme oldu.
Ne zaman başladı, bu taraf olma, bu gevşeme?
Gezi olaylarından sonra netleşti diyebiliriz. Çünkü Gezi olaylarından sonraki süreçte çok ciddi bir furya vardı. Gezi eylemlerine katılan insanlar, destek verenler ve vermeyenler diye ikiye ayrıldı. Mesela genel merkez olarak MAZLUMDER yaşanan hak ihlallerini raporladı. Raporlama sonrasında çok ciddi kırılmalar yaşandı. MAZLUMDER içerisinde bulunan üye ve yönetiminde yere alan kişilerde dahi bir kırılma oldu. Hatta ayrılanlar, bunu tasvip etmeyenler oldu. Raporu doğru bulmayanlar oldu. İnsan hakları anlamında son 3-4 yıldır Türkiye'nin insan hakları karnesi zayıf.
Peki, çözüm süreci bir toparlanma, bir birliktelik meydana getirmedi mi sivil toplum örgütleri açısından? Çözüm sürecinin hem bölgeye hem de tüm Türkiye'ye bir bahar havası getirdiği sürekli iddia ediliyor. Siz bunun nihai sonucunu nasıl görüyorsunuz?
Çözüm süreci hakikaten hem toplumumuz için hem de ülkemiz için çok önemli bir mesele. Bu sorunun ne şekilde olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun mutlaka hal edilmesi gerekiyor. Bununla ilgili hükümetin göstermiş olduğu irade, sayın Öcalan'ın göstermiş olduğu irade basit değildir. Ancak şu vardır ki, 2013 öncesi ve sonraki dönemlerde belli bir anlaşma yaşandığında mutlaka provokasyon eylemler ve farklı nedenlerle süreç sürekli sekteye uğramıştır. Tabi ki, Türkiye'de bu kanın akmasını istemeyenler olduğu gibi, bu kandan nemalanan, bu kandan beslenen güçler vardır. Bu beslenen güçlerin varlığı Türkiye'de olduğu sürece bunun da sonuçlanmasını biraz zor buluyorum. İmkânsız bulmuyorum ama zor buluyorum. En son Öcalan'ın Newroz açıklamasıyla beraber, Öcalan bu konudaki samimiyetini ortaya koymuştur. Hükümeti de ciddi bir anlamda samimi buluyorum. Her ne kadar silahsızlanma süreci içerisinde 10 maddelik öneriyi kabul etmesine rağmen ve hiçbir girişimde bulunmamasına rağmen ancak sayın Erdoğan'ın bu konudaki tavrı ve duruşu biraz bana seçim öncesinde bu işin doğru bir şekilde ilerleyemeyeceğini gösteriyor. Dolayısıyla seçim öncesinde yapılabilecek hamleler ve onların oy kaybı veya kazanma riski olduğu için bunu daha ziyade Haziran sonrasına öteleyeceklerini düşünüyorum. Anladığım kadarıyla Erdoğan'ın beklentisi sadece PKK'nin silah bırakmasıdır. Temel hak ve özgürlükler noktasında hiçbir sorun olmadığını, Kürt sorunu olmadığını, 'Kürt kardeşlerimizin sorunu var' demesiyle bunu ortaya koymaktadır. Evet, kültürel sorunlar, anadilde eğitimin olmaması bunların yanında çok farklı. Mesela anadilde eğitimin olması, vatandaşlık tanımının yeniden vurgulanması ve en önemlisi hasta tutukluların durumuyla ilgili hiçbir önemli gelişme olmadı. Bunlarla ilgili ne yazık ki, bir pazarlık bile sürüyor. Davutoğlu'nun açıklamaları biraz daha şeffaf, biraz daha yakın görüyorum. Ancak iki kesim bu konuda çok geri duruyor. Biri Kandil, biri de Erdoğan. İkisinin de nedenleri basit ve ortadadır. Biz, insan hakları kurumu olarak ne olursa olsun bu sürecin devam etmesini istiyoruz. Yani bu oy kaybına sebep olabilir. Bu, belki siyasi partinin 10 veya 20 sandalyesine sebep olabilir. Ancak bu sorun tarih önünde gerçekten çözülmesi gereken bir sorun ve tarih önünde insanlar tarafından alkışlanacak, kim veya kimler bu konuda bir katkı sunarsa. Gerçekten, gençlerimiz adına, çocuklarımız adına ve ülkemiz adına büyük bir adım atılmış olacak. Ne kadar çözümü uzun sürerse çok daha ciddi sorunlar çıkabilir gibime geliyor. 6-7 Ekim olaylarını gördük. Bir an önce atılması gereken adımların atılması gerekiyor.
Bir tarafta çözüm süreci görüşmeleri devam ederken diğer taraftan mecliste görüşülen bir İç Güvenlik Paketi var ve zaman zaman açıklamalarınızla bu pakete yönelik tepkinizi gündeme getirdiniz. Şu anda bu paketten bazı maddeler geri çekildi. Buna rağmen bu pakete karşı mısınız?
Biz, başından beri şunu savunuyoruz. Biz darbe anayasasıyla yönetilmek istenmiyoruz. Meselenin özünde bu var. 82 Anayasası'nın tümü sorunludur. Vatandaşlık tanımıyla ilgili ilk iki madde de dahil. Son 12 yıl zarfında hükümet veya muhalefet partileri dahil ciddi bir çabaya girişilmedi bu konuda. 82 Anayasası değiştirilseydi, temel hak, hürriyetler ve özgürlükler konusunda çok yol katledilirdi. Bu yapılmadı. Sonrasında sadece hükümetin atabileceği adımların kolaylaşabilmesi için farklı paketler hazırlandı. En sonunda iç güvenlik. İlk dönemde biliyorsunuz referandum yapıldı, ara ara 25'e yakın madde değiştirildi. İç Güvenlik Paketi de bu anlamda hak ve özgürlükleri geliştiren değil, tamamen 82 Anayasası ruhuna uygun bir şekilde, hatta daha geride.
Yani kazanılan hak ve özgürlüklerin tersi bir durum mu ortaya çıkıyor?
Tamamen geri. Bizler, bu 82 Anayasası'nı eleştirirken tam da onu aratacak yeni paketlerin hazırlanmasına karşıyız. Bugün ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller çok çok önemlidir. Her birey, her toplum, her konuda kendi sivil itaatsizliğini gösterebilmeli. Bununla ilgili tepkilerini gösterebilmeli. Devlet, polis baskısıyla bunu susturmak veya bunu bir şekilde engelleme girişimi hiçbir şekilde hukuki değil. Hiçbir şekilde bir toplumun önünü demokratik olarak açmaz. AB'ye girme çabaları içerisinde olan bir ülkede sürekli sıkıyönetim anlayışınıhakim kılmak, bundan sonraki süreçte de bu hükümetin bakışını da ortaya koymaktadır. Bizim güvenlik paketine karşı çıkmamızın bir nedeni bu. Bir diğeri de tamda çözüm süreci sürerken, neden böyle bir ihtiyaç görüldü? Tıpkı, 2013'te yine bir anlaşma sağlanmıştı. Sonrasında baktık ki, kalekol çalışmaları başlatıldı. Yeni korucular alındı. Bu biraz da uygulamalarla söylemlerin ne kadar farklı olduğunu, değişik olduğunu ortaya koydu. Dolayısıyla biz güvenilir bir iktidar görmek istiyoruz. Gerçekten söylediklerini yapabilen, halkın temel özgürlüklerini engelleyecek değil. Özgürlüklerin önünü açacak, düşünme hürriyeti, ifade hürriyeti gibi… Biz yıllarca bunun için mücadele ettik. Tıpkı başörtüsü yasağı gibi, tıpkı eğitim hakkı gibi… Madem ki, bu konularda, hükümet, iktidar hak ve özgürlüklerin önünü açtığını söylüyor. Türkiye'de demokrasinin olduğunu söylüyor. Söylemleriyle çıkarılan yasalar tamamen farklıdır. Bunların da gözden geçirilmesi lazımdır.
7 Haziran'da milletvekili seçimleri yapılacak. 12 yıldır iktidar olan AK Parti, her seçim döneminde yeni bir anayasa yapacağı vaadiyle seçmenden oy istedi. Önümüzdeki bu seçimde hükümetin insan hakları konusunda ne vaat edeceğini düşünüyorsunuz?
Biliyorsunuz mecliste bir İnsan Hakları Komisyonu var. Raporlarını görüyoruz. Hiçbir şekilde toplum vicdanını rahatlatacak düzeyde değildir. Raporlar tamamen bir kurum içerisinde resmi bir kâğıt parçası dışında değildir, tıpkı Roboski raporunda olduğu gibi. Biz, o dönemde 'Meclis İnsan Hakları Komisyon Raporunu tanımıyoruz' diye açıklama yapmıştık. Aynı şekilde cezaevlerinde yaşanan çocuk istismarları, çocuk tecavüzleri, hasta tutsaklarının durumu Meclis İnsan Hakları Komisyonu bu konuda gerçekten çok çok geridedir. Mecliste bir insan hakları bakanlığının kurulmasını isteriz ve bu insan hakları bakanlığının da mutlaka mecliste grubu bulunan diğer partilerin de üyelerinin de olmasını bekleriz. Tarafsız, ilkeli tamamen insan hakları boyutunda konuyu ele alan, sadece insanı önceleyen bir anlayış olmalı. İnsan hakları bakanı gibi tıpkı kadınlara yönelik bir bakanlık olmalı. Şu anda Aile ve Sosyal Bakanlığı var ama işlevinin çok zayıf olduğunu görüyoruz. Aynı şekilde mecliste kadın temsiliyeti oldukça zayıf. Genelde kadınlarla ilgili sorunları hep erkekler gündeme getiriyor. 2002'den bugün 2015'e geldik. İktidar partisinin olumlu adımları vardır. Belki bunlar hak ve özgürlükler anlamında değildir. Kısmi farklılıklar olmuştur. Ancak eksiklikleri giderme adına ciddi bir çaba olmadı. 12 yıl sonra tekrar 'bana oy verin size şu şu hizmeti yapayım' diyecektim. Fakat inandırıcılığını maalesef yitirmiştir. Bu biraz da uygulamalarla ilgili. Toplumun yüzde 50'si hükümeti seviyor, beğeniyor. Bundan sonrası için, Haziran seçimleri için bir şey diyemem. Toplumun beklentisi bizim insan hakları alanına girmiyor ama insanlar ekonomik anlamda çok sıkıntılı ve özellikle çalışan emeklilerin durumları çok çok sorunlu. Soma olayından sonraki süreçte de hanelerine bir zayıf yazıldı. Ölenlerin dışında kalan işçilerin çoğu işten atıldı. Hükümet 'bana oy verin, sivil bir anayasa yapacağım' diyorsa önceleri de bu vaatlerde bulunmuştu. Çok fazla inandırıcı olamaz. Bunlar bir taahhüt altına alınmalıdır. Eğer bir iktidar partisi halkın oylarına talipse, yapacağı somut adımları bugünden göstermelidir, bunu seçim yatırımı olarak değil. Örneğin sağlık çalışanlarının ücretlerini yüzde 50 arttırma şeklinde değil. Toplumun her kesiminde mağduriyet söz konusudur. Örneğin kadına yönelik şiddet yoğun bir şekilde. Bununla ilgili bir adım olmuştu cumhurbaşkanı sofrasında. Bu ilk adımdı. Dilerim bu devam eder. Aynı şekilde ev hanımlarının hiçbir statüsü yok. Suriyelilerin bölgemizde olmasıyla ikinci, üçüncü evlilikler çok fazla. 'Bana oy verirseniz, ben şunu yaparım' sözünü Türkiye geçmiştir. Gerçekten teknik ve iletişim alanında insanlar çok çok bilinçli. Artık siyasi partileri sık dokuyarak elemeye çalışıyorlar.
Urfa'ya yönelik peki ne mesaj verilebilir?
Acı ama gerçek olan şu ki, Urfa özelinde söylemek gerekirse iktidar partisi bundan önce ne yaptıysa bundan sonra çok büyük değişiklik olacağını düşünmüyorum birkaç teknik şeyler dışında. En fazla yatırım genel itibariyle batı içindi. Urfa açısından karneleri çok çok zayıf. 10 vekil olmasına rağmen, bakan olmasına rağmen. Hastaneler yetersiz, eğitim sistemi yetersiz. Neredeyse 50-60 yıllık bir doğum evi hastanesi çöktü, çökecek. Bunun için defalarca uyarmamıza rağmen hiçbir şekilde önlem alınmadı. Hatırlarsanız, asansörün çökmesi sonucu bir işçimiz hayatını kaybetmişti. Fiziki konumda hastanelerimiz yetersiz. 2 milyonluk bir şehirde hastaneler yetersiz. Eğitim anlamında ciddi sıkıntı var. Yüzde 60-70 alması fazla bir şey değiştirmiyor. İlçelerde ciddi sorunlar var. Güvenlik önlemleri çok hat safhada, belki Suriye'den dolayıdır. Ben, vaat edilenden ziyade halkın yapılanlara bakacağına inanıyorum.
Roboski'de insanlar hala adalet arıyor. Bu olayın failleri hala bulunmadı veya bulunmak istenmiyor. Bu ve buna benzer olarak faili meçhullerin üzerine yeterince gidildiğini düşünüyor musunuz? Örneğin Öcalan'ın eski arşivlerin açılması yönünde bir isteği de var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu zaman zaman dile getiriyoruz. Hakikatleri Araştırma Komisyonu, faili meçhuller ve 35 yıl içinde işlenen tüm cinayetler... 20 yıldır Cumartesi Anneleri alanlarda. Kaybolan çocuklarının, yakınlarının sadece kemiklerini istiyorlar. Şu ana kadar Berfo Ana'yla, kendisi bir simge oldu, resmi alanda sayın cumhurbaşkanı, başbakan olduğu dönemde bir defa görüşmüştü. Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül bir defa sadece o alanı ziyaret etmiş Galatasaray Meydanı'nı. Öcalan'ın bahsettiği Hakikatleri Araştırma Komisyonu da 10 maddenin içerisindedir. Çok çok önemli. Bugün Türkiye'de işlenen cinayetlerin soruşturulmaması, aslında faillerin bulunmamasıdır bizim sorunumuz. Bulunmak istenmemesi. Çünkü 90'lı yıllarda veya önceki yıllarda PKK hareketinin başladığı bugüne kadarki süreçte köylerin boşaltılması, insanları öldürülmesi, kaçırılması, imha edilmesi, Fırat'a insanların atılması… Bunları çok iyi biliyoruz. Bunlarla ilgili şu andaki hükümet sorumlu tutulmuyor ancak bu hükümetin bu çözüm sürecinde bunları araştırması ve bu yaşanan cinayetlerin kimlerin yaptığına dair devletin kendisiyle yüzleşmesi gerekiyor. Biz, bunu on milyonlarca defa söyledik. Halen söylüyoruz. Eğer bir cinayet işleniyorsa faili meçhul veya faili bilinen bunu yapan veya azmettirenler yargılanmıyorsa bundan sonraki süreler içerisinde ister 2015 ister 2025 olsun, aynı üsluptaki devlet anlayışı devam edecektir. Tansu Çiller döneminde işlenen cinayetler, başbakan olduğu dönemdeki cinayetler, 'PKK ya bitecek, ya bitecek' diye neredeyse Kürt halkını katleden anlayışla ortaya çıkmıştı ki, çoğuyla yaptılar bunu Mehmet Ağar, Demirel döneminde. Dolayısıyla Hakikatlerle Yüzleşme Komisyonu mecliste mutlaka kurulmalı. JİTEM halen açıklanmış değildir kurucuları açısından veya bu öldürülen insanlar açısından. Açılan davaların çoğu zaman aşımına uğruyor. Burada zaman aşımına girmeden bir çaba içerisine girmek gerekiyordu. Eğer hükümet Hakikatleri Araştırma Komisyonu adı altında bir adım atarsa gerçekten bu hem çözüm adına hem de toplumda devlete olan güvenin gelişmesi adına çok çok iyi olacak diye düşünüyorum.
Türkiye'deki yüzde 10'luk barajı ve HDP'nin barajı aşıp aşamayacağını nasıl görüyorsunuz?
Ben her zaman söylüyorum. Seçimde bir baraj bırakılması bile bir ihlaldir. İnsan hakkı ihlalidir. Bir vatandaş olarak bir partiyi tercih ettiysem mecliste bunun temsiliyetini görmek isterim. Bunun önüne bir baraj engeli konulması toplumun iradesinin ciddiye alınmaması demektir. Sevilen veya sevilmeyen, toplumda itibar gören veya görmeyen bir parti anlayışıyla bakmamak lazım olaya. Bugün HDP için olumsuzluktur ama tüm partiler için söyleyeyim, MHP için de aynen öyledir. Yüzde 10 barajı Türkiye'de seçmenin iradesinin meclise yansımamasıdır. Seçim barajının koşulsuz bir şekilde kalkması lazım. 2-3 pazarlığını bile biz yanlış buluyoruz. HDP açısından çok fazla bir şey değişeceğine inanmıyorum. Onlar da eğer parti olarak seçime girme kararı aldılar ise bu barajı aşacaklarını düşünüyorlardır. Mecliste grubu bulunan partiler, ana muhalefeti dahil bu barajı kaldırmaya yönelik bir çalışmaya gidilmedi.
MAZLUMDER'den artık ayrılıyorsunuz. Muhakkak ki, birçok ihlalle ve sorunla karşılaşmışsınızdır. Ben şunu sormak istiyorum. Sizi en çok üzen haksızlık hangisiydi?
Birçok olaya tanık olduk. 2-3 olay çok etkileyiciydi. Bir tanesi, DSİ sulama kanalına bir kadın düşmüştü. Sanırım intihar etmişti, 26-27 yaşlarında ve ailesi bize başvuruda bulunmuştu. 'Kızımızın cesedini suda bulamıyoruz, bize yardım edin' diye başvuruda bulunmuşlardı. Biz elimizden geldiğince destek olmaya çalıştık ama günlerce o cesedi bulamamıştılar. Urfa Belediyesi bu konuda çok çok eksik, hala bu konuda eksikler devam ediyor. Bir diğer konu da Akçakale Sevimli köyü sakinleri. Onların çok güzel bir direnişi vardı. Fazla devlet erkanıyla buluşmamamıza rağmen, Sevimli köylüleriyle beraber vali, belediye başkanı o dönemde sağ olsunlar destek oldular. Onu da söylemek lazım. Gittiğimizde o anlamda kapılarını hep açık tuttular. Sevimli köyünün gösterdiği direniş beni çok etkilemişti. Sonunda hak ettikleri toprağı ellerine geçirdiler. Diğer bir olay da burada bulunan böbrek hastası ve diyalize bağlı bir hastanın cezaevi tarafından Cizre'ye yollanmasıydı. Onunla ilgili kardeşinin bir başvurusu vardı. Tamamen yanlışlıktan kaynaklanan bir sebeple Cizre'ye götürüldüğü, aslında her gün diyaliz makinesine bağlanması gerekiyordu. Cizre'deki koşullar da ona uygun değildi. Günlük olarak merkeze gidip gelmesi sorundu. Dönemin valisi ve buradaki yetkililerle görüştük. Onların yardımlarıyla o hasta tekrar getirilmişti. Onlar beni etkilemişti. Bizim esas varlığımız ortak vicdanın buluştuğu bir yer. Herkesin kapısını çok rahat bir şekilde çalabileceği, hiçbir ideolojinin, inancın sorgulanmadığı bir ortam burası. Bu yapının devam etmesini isterim.
MAZLUMDER'e yakın olan kişiler bugünlerde çeşitli partilerde siyasete giriyor. Size böyle bir teklif geldi mi? Gelseydi nasıl değerlendirirdiniz ve bundan sonra Meral Dervişoğlu'nu nerede göreceğiz?
Doğrusu bu soru bana çok soruldu. Bana teklif gelmedi hiçbir partiden. Ben de hiçbir partiden aday olmayı düşünmedim. Bunu defalarca söylememize rağmen, bazı arkadaşlarımız sakladığımızı düşündüler. Hayır, düşünmedim. Teklif de almadım. Bundan sonraki hayatımda biraz düşünmek istiyorum. Henüz bir karar vermiş değilim. Ama şu anda siyaseti düşünmüyorum. Katkı sunabileceğim alanlar olursa elimden geldiği kadar destek sunmaya çalışacağım.
Yeni oluşacak yönetime mesajınız nedir?
Altı yıllık bir dönemde iki şeye çok dikkat etmeye çalıştım. Birincisi tarafsızlığımızı korumaya çalıştım. İkincisi sivil hayatımda MAZLUMDER kimliğime helal getirmemek için dikkat etmeye çalıştım. Urfa MAZLUMDER gerçekten çok çok önemlidir 15 yıllık süre içerisinde. Daha önce bu bayrağı devraldığımız arkadaşlara yakışır bir idare sürdürmeye çalıştık. Özellikle şube başkanlığını ben bırakmak istedim. Samimiyetimle söylüyorum. Yeni yönetimin, genç arkadaşların kendilerini yetiştirmelerini isterim. Bayrağı devredebileceğim insanların olduğuna inanıyorum. Arkadaşlara tavsiyem, her zaman tarafsızlıklarını koruyup, hakkın yönünde şahitlik yapmalarıdır.
(Kaynak: Gazeteipekyol)
Son Dakika › Güncel › Sivil Toplum Kuruluşlarının 'Sivillikleri' Kalmadı! - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?