CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, TBMM Genel Kurulu'nda 12. Kalkınma Planı'yla ilgili yaptığı konuşmada, "2023 hedefleri çöpe atıldı. Bugün 2023 yılında yapılması gereken hedefler 2053 yılına atılmış görünüyor. Tam 30 yıllık bir gecikme var. Böyle bir şey kabul edilebilir değil. Böyle devlet, ülke yönetilmez. 2053 hedeflerinde, 30 yıllık bir dönemde nelerin yapılacağı, örneğin ekonominin ne kadar büyüyeceğine ilişkin tespitler yok. Sadece sıralamalar var. '2053'te ilk 10 ekonomiden biri olunacak, insani gelişmişlik endeksinde ilk 20 ülke arasına girilecek. Dünyanın ilk 100 markası içinde en az 5 Türk markası olacak. İlk 100 üniversite içinde en az 5 Türk üniversitesi olacak.' Nereden biliyorsunuz onların nasıl bir kalkınma planı ve gelişme stratejisini izleyeceğini de bunu söylüyorsunuz? Böyle bir vizyon olmaz. Oturmuşlar kayıt üzerinde, almışlar 'Ne yapalım, bunu böyle diyelim, bunu böyle diyelim' diye rakamları alt alta sıralamışlar. O zaman işin ciddiyeti ortadan kalkıyor" dedi.
TBMM Genel Kurulu'nda 12. Kalkınma Planı görüşüldü. Kalkınma Planı üzerinde konuşan CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, iktidarın hazırladığı planı eleştirdi. Türeli, şunları söyledi:
"Şimdi, tabii bugün kalkınma üzerine, planlama üzerine konuşuyoruz. Aslında planlama demek, kalkınma için bir kaynak tahsis mekanizması demek. Toplumların şu ana kadar icat ettiği 2 tane kaynak tahsis mekanizması var; birisi piyasa -ki arz ve talebe göre oluşuyor- öbürü de planlama. Planlama demek, mevcut kaynaklarınızı belli önceliklere tahsis ederek ulaşmak istediğiniz amaçlara daha hızlı bir biçimde ulaşabilmek demek. Yani örneğin, büyümeyi sağlamak, eğitim, sağlık alanında birtakım ciddi hamleler yapmak, refah seviyesini düzeltmek, geliri daha adaletli paylaştırmak gibi ekonomik sistemin bir sürü hedefleri var ve oluyor.
Şimdi, şunu söylemek lazım: Bu ekonomik gelişme ve kalkınma konusu Cumhuriyet'in 100'üncü yılını kutladığımız bir zamanda Cumhuriyet'i kuran kadroların da en önemli, en çok üzerinde durduğu konulardan birisi olmuş. Atatürk'ün 'Tam bağımsızlık için sadece siyasi ve askeri alanda zafer kazanmak yetmez, bunu ekonomik zaferlerle taçlandırmadıktan sonra gerçekten bir tam bağımsızlıktan söz edilemez' sözü son derece önemlidir. Nitekim, daha cumhuriyet kurulmadan önce, 17 Şubat-4 Mart arasında İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır ve orada, nasıl bir ekonomik model uygulanacak, ne yapılması gerekir gibi, on beş gün boyunca, Türkiye'nin değişik yerlerinden gelen insanlarla bu konu tartışılmıştır. Bu konunun üzerinde durulması son derece önemlidir ve sonrasında da Türkiye'de İş Bankası'ndan tutun, Etibanklar, Sümerbanklar, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları, demir yolları kurulmuştur. 1929 buhranı, bu anlamda, bir anlamda devletin etkin müdahalesini hızlandırmıştır ve orada devletçilik politikası gündeme gelmiştir, o devletçilik politikasıyla birlikte özellikle devletin, özel sektörün girmediği alanlara da girerek ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı sağlama konusu en önemli önceliklerden biri olmuştur. Kalkınma derken, işin içinde, kalkınmanın bir ayağında büyüme var ama kalkınma çok daha kapsamlı bir konsept, bir kavram; içinde büyüme var ama büyüme dışında, gelir dağılımının düzeltilmesinden tutun, insanların refah seviyesinin ilerletilmesine kadar, eğitim, sağlık, bütün alanlarda çok daha kaliteli ve nitelikli hizmetlerin sağlanması söz konusu olmuştur.
"RAKAMLARI ALT ALTA SIRALAMIŞLAR"
2023 hedefleri çöpe atıldı. Bugün 2023 yılında yapılması hedeflenen şeyler 2053 yılına atılmış görünüyor. Tam 30 yıllık bir gecikme var. Böyle bir şey kabul edilebilir değil. Böyle devlet, ülke yönetilmez. O dönemde Türkiye'nin dünyada gelişmişlik açısından dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmesi konuşulmuştu, şimdi de gene bakıyoruz 2053 hedeflerinde aynı sözler var. İlginç olan şu 2053 hedeflerinde, 30 yıllık bir dönemde nelerin yapılacağı, örneğin ekonominin ne kadar büyüyeceğine ilişkin tespitler yok. Sadece sıralamalar var. 2053'te ilk 10 ekonomiden biri olunacak, insani gelişmişlik endeksinde ilk 20 ülke arasına girilecek. Dünyanın ilk 100 markası içinde en az 5 Türk markası olacak. İlk 100 üniversite içinde en az 5 Türk üniversitesi olacak. Böyle bir vizyon olmaz. Bu bir kere son derece statik bir analiz. Sonuç itibariyle rakipleriniz var. Nereden biliyorsunuz onların nasıl bir kalkınma planı ve gelişme stratejisini izleyeceğini de bunu söylüyorsunuz? Oturmuşlar kayıt üzerinde, almışlar 'Ne yapalım, bunu böyle diyelim, bunu böyle diyelim' diye bir kısım rakamları alt alta sıralamışlar. O zaman işin ciddiyeti ortadan kalkıyor.
"ORTA VADELİ PROGRAM VE KALKINMA PLANI ARASINDA HİÇBİR UYUM YOK"
Kalkınma planı ve orta vadeli program arasındaki ilişkiyi de birlikte değerlendirme gereği var. Şimdi, tabii, kalkınma planı önce hazırlanmalıydı çünkü beş yıllık bir dönem. Kalkınma planı 2024-2028 yıllarını kapsıyor, orta vadeli program 2024-2026 yıllarını kapsıyor yani aslında, üç yıl ortak fakat kalkınma planı sonrasında… Seçimi de gerekçe gösterdiler Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki sunumda fakat ilginç olan şu: Orta vadeli program ve kalkınma planı arasında hiçbir uyum yok. Adeta beş yıllık plan dönemi OVP'deki üç yıl ve sonraki iki yıl olmak üzere ikiye ayrılmış durumda, iki alt dönem oluşmuş. Örneğin, büyüme orta vadeli planda yüzde 4,5'tu ama plan döneminin beş yıllık ortalamasında yüzde 5'e yükseltilmiş. Planda diyor ki: "Sabit sermaye yatırımları plan dönemindeki beş yılda ortalama yüzde 5,5 artacak." Ama bakıyoruz, OVP'nin üç yılında ortalama yüzde 4 artıyor. O yüzde 5,5'a gelmesi için sonraki iki yılda, 2027 ve 2028'de yıllık yüzde 7,5 artması lazım ki böyle bir şey mümkün değil. Cari işlemler açığı 2023'te 42,5 milyar dolar. Orta vadeli program azaltmış azaltmış "Üç yılda 30 milyar dolara gerileyecek." demiş; 42,5 milyar dolardan 30 milyar dolara gerileyecek 2026'da fakat iki yıl sonra birden bire eksi 2,8 milyar dolara düşüyor. Yani arkadaşlar, böyle bir şey mümkün mü? 30 milyar dolar olan şeyi iki yılda yaklaşık 3 milyar dolara indirebilme şansı yok, böyle bir şey yok ekonomi için, hele böyle bir büyüme yapısı içinde bir şey mümkün değil.
"17 BİN 500 DOLAR FİLAN HİKAYE'
Bir rakam vereceğim: Döviz kuru -tabii, döviz kuru belirlenmiyor ama sonuç itibarıyla bu dokümanlarda kişi başına milli gelir ve milli gelir hem TL cinsinden hem döviz cinsinden belirlendiği için ikisini birbirine böldüğünüz zaman döviz kurunu buluyorsunuz- 2026 yılında, orta vadeli programın son yılında 47 lira 80 kuruş olarak öngörülmüş. İki yıl sonra, 2028'de ne kadar biliyor musunuz? 49 lira 64 kuruş. İki yıldaki artış 1 lira 84 kuruş yani 2027 ve 2028 yılında dolar kuru 1 lira 84 kuruş artacak yani yılda, her yıl 1 liradan az artacak. Şimdi, bunun inanılırlığı var mı? Ha, diyeceksiniz "Bunun ne önemi var?" Bunun önemi şu: Sonuç itibarıyla, 'kişi başına milli gelir' diye verdiğiniz rakamların ya da ülkenin milli gelir rakamlarının hepsi buradan etkileniyor yani oradaki rakamların hepsini aşağıya doğru indirelim o zaman. Yani 'Kişi başına milli gelir 17 bin 500 dolar' falan hikaye, 13 bin-14 bin seviyelerine geliyor.
İşsizlik oranı 2023'te 10,1; Orta Vadeli Program diyor ki 'Ben 10,1 olan işsizliği 9,3'e indireceğim, 0,8 puan aşağıya çekeceğim'. Fakat gidiyoruz Plan'a, 2028'de işsizlik oranı yüzde 7,5; yüzde 9,3'ten yüzde 7,5'a indiriyorsunuz; istihdam artışı aynı, bütün eğilimler aynı devam ediyor; böyle bir şey var.
Enflasyon oranı 2023'te yüzde 65 -biz 70-75 aralığı bekliyoruz ama- 2026'da yüzde 8,5'a orta vadeli programda inmesi öngörülmüş; yüzde 8,5'a, tek hane olsun diye. Fakat ilginçtir, 2028'de birden bire -4,7'ye iniyor, yüzde 5'in bile altına. Böyle bir şeyi nasıl yapacaksınız? Böyle bir şeyi hiç yapamadınız ki! 2006 yılından beri enflasyon hedeflemesi uygulayan bir ülke burası ve enflasyon hedefinin yüzde 5'lerin altına hiç çekemedi ki. Yani iki yılda nasıl yapacaksınız?
"YA CİDDİ HATA VAR, YA DA RAKAMLARI YETERLİ BULMAMIŞLAR"
Bakın, bunun 2 açıklaması var, bir; ya planda ciddi bir hata var, hesaplamalar yanlış yapıldı; iki, ya da OVP'yi başka bir ekonomi kadrosu yaptı, planı başka bir kadro hazırladı; başka bir açıklaması yok, başka bir açıklaması yok. Ekonomide birçok başlılık var ve böyle bir şeyin kuşkusunun olması bile, bir ekonominin başarısı için güven ve istikrarın ne kadar önemli olduğunu düşündüğümüzde; bir ekonominin başarısı için, ekonomik hedeflere ulaşılması için bunu düşündüğümüz zaman bu, son derece vahim bir yaklaşımdır, vahim bir düşüncedir; öyle anlaşılıyor. Ben hesaplamalarda hata yaptıklarını düşünmüyorum, eski bir Devlet Planlama Teşkilatı mensubu olarak. O zaman, dediğim gibi, farklı bir yapı hazırlanmış ya da şöyle demişler, OVP'deki rakamları yeterli bulmamışlar: 'Ya, plan daha iddialı olsun.' Plan da özgürlüğünü ilan etmiş, kopmuş, demiş ki '2028. Zaten 2028'e beş yıl var önümüzde, herkes bunu unutur'. Sonraki plan döneminde zaten hep beraber gene bunlar konuşulur.
'Bölüşüm' bölümüne geldiğim zaman, esas dikkat çekici noktalardan biri de o, bu planda bölüşüme ilişkin bir şey yok. Daha çok. Üretim, teknoloji yoğunluğunun artması, yüksek katma değer, bunlar üzerine odaklanılmış; yeşil dönüşüm, dijital dönüşüm. Ama çalışma hayatına, istihdam piyasasına, gelir dağılımının düzeltilmesine, yoksulluğun ortadan kaldırılmasına ilişkin ciddi hiçbir tedbir yok.
Bakın, birkaç örnek vermek isterim. Türkiye'nin iş gücüne katılım oranı yüzde 53'ler seviyesinde, OECD ortalaması yüzde 70 yani bizde çalışma çağındaki nüfusun yüzde 53'ü iş gücüne katılırken OECD ülkelerinde yüzde 70'i katılıyor. Bir an bizde yüzde 70 olduğunu düşünseniz bugün mevcut işsizlik oranlarının 2-2,5 kat olduğunu görürsünüz.
Biz neyi konuşuyoruz? İşsizlik oranlarını konuşuyoruz. TÜİK'in açıkladığı işsizlik oranı -en son, ağustos rakamını veriyorum- yüzde 9,2, TÜİK'e göre 3,2 milyon kişi işsiz. Ama yine aynı TÜİK'in yaptığı bir kategorizasyon var, o da şu: Atıl iş gücü. Örneğin, eksik istihdam, yetersiz istihdam var, az çalışanlar var. Mesela, potansiyel iş gücü dediğimiz aslında çalışmak isteyen, çalışma isteğinde olan ama iş bulma ümidi olmadığı için çalışmayanlar var; iş arayan ama resmi iş arama kanallarını kullanmayanlar var. Bunları koyduğumuz zaman yüzde 9,2 olan işsizlik oranı yüzde 22,8'e çıkıyor ve gerçek işsiz sayısı 3,2 milyon kişiye değil, 8,8 milyon kişiye ulaşıyor. Kayıt dışılık oranı yüzde 27, sendikalı işçi sayısı yüzde 15; son derece sağlıksız biz istihdam piyasası var.
Reel ücretler artmıyor, aksine azalıyor. Devletin resmi rakamlarından geleyim -DPT'ye alışmışız ya, Devlet Planlama Teşkilatı diyoruz, eskiden DPT yapardı- şimdi Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı'nın açıkladığı raporlarda da var. Reel ücretlerde artış yok; TL cinsinden 2009 yılında reel ücret -endeks veriyorum- 102,1'miş, 2022 yılında 105'e çıkmış, sadece yüzde 3'lük bir artış var on üç yılda. Dolar cinsinden bakınca 112,5'tan 63,9'a düşmüş, müthiş bir gerileme var.
"EMEĞİN GELİRDEN ALDIĞI PAY DÜŞMÜŞ"
Asgari ücret 11 bin 402 lira; Birleşik Kamu İş en son ekim ayı rakamlarını açıkladı, açlık sınırı, yani 4 kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenmesi için harcaması gereken para 15 bin 420 lira. Bakın, sadece gıda, bunun içinde kira yok, elektrik, su, doğal gaz yok, eğitim yok, sağlık, ulaştırma, giyim, hiçbiri yok. Emeğin milli gelirden aldığı pay düşüyor. TÜİK'in rakamlarına göre gelir itibarıyla milli gelirden rakamlarından söylüyorum, emeğin milli gelirden aldığı pay 2016 yüzde 36,3'müş, 2022 yılında yüzde 26,5'e düşmüş, 10 puanlık bir azalış var. Emeğin gittikçe yoksullaştığı, emeğiyle çalışanların daha kötü durumlarda hayatını devam ettirmeye çalıştığı, sermayenin payının arttığı bir yapı var. OECD en son bir rapor açıkladı, 2023 Temmuz ayında; OECD'nin 38 üye ülkesi arasında geçim sıkıntısını en çok yaşayan ülke Türkiye, ülkede yaşayanların yüzde 70'i temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, OECD'nin raporudur.
Ve son olarak şunu söylemek isterim: Burada gene aynı eksenlerden biri demokrasi ve hukuk devleti ama baktığımız zaman Türkiye'nin demokrasisinde, hukuk devletinde çok büyük eksiklikler var. Bakın, milletvekili seçilmiş olan Can Atalay gelip Parlamento'da milletvekili olarak yemin edip çalışmayı bekliyor. Demokrasi bir taraftan şekil şartlarıdır, demokrasi içinde serbest seçimlerin olması, siyasi partilerin belli aralıklarla sandığa gitmesi, oy vermesi elbette önemlidir, bu gereklilik şartıdır ama yeterlilik şartı değildir. Yeterlilik şartı için demokrasinin öz ve içerik olarak zenginleştirilmesi gerekir. Bu da yasama, yürütme, yargı arasında kuvvetler ayrılığıdır. Özgür bir basındır, Anayasa'daki tabiriyle hür ve sansür edilemeyen bir basına ihtiyaç vardır. Temel hak ve hürriyetlerin genişletilmesi, düşünce özgürlüğü, bunu ifade özgürlüğü ve bu doğrultuda toplantı yapabilme özgürlüğüne ihtiyaç var. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkının özgürce kullanılmasına ihtiyaç var. Bütün bu açılardan baktığımız zaman, Türkiye'nin gittikçe demokrasiden uzaklaştığını, otoriter bir rejime doğru geçtiğini görüyoruz. Bu anlamda, bunların, burada, birtakım ifadelerin planda yazması ya da konuşulması bir şey ifade etmiyor, önemli olan bunu hayatın içinde görmek. Çünkü ekonomi sadece ekonomi değildir değerli milletvekilleri, ekonomi sadece arz ve talepten ibaret değildir, eğer o ülkenin içinde siyasal sistemde istikrarsızlık varsa o ülkede ekonominin de iyiye gitmesini hiç kimse beklemesin."
Son Dakika › Güncel › Rahmi Aşkın Türeli 12. Kalkınma Planı'nı Eleştirdi: 2023 Yılında Yapılması Gereken Hedefler, 2053'e Atılmış Görünüyor. - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?