Kılıçdaroğlu: "Yolsuzluk Bu Ülkenin En Büyük Sorunlarından Birisi. 'Çalıyorlar Ama Yapıyorlar.' Çalmayan Ama İş Yapan İnsanları Getirmemiz Lazım" - Son Dakika
Güncel

Kılıçdaroğlu: "Yolsuzluk Bu Ülkenin En Büyük Sorunlarından Birisi. 'Çalıyorlar Ama Yapıyorlar.' Çalmayan Ama İş Yapan İnsanları Getirmemiz Lazım"

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, “Yolsuzluk bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi. Şöyle bir gelenek var: ‘Çalıyorlar ama yapıyorlar.’ Çalmadan iş yapsın. Dükkanınız olsa, kasayı soyan adamı ertesi gün kovarsınız. Soymayan, çalmayan ama iş yapan insanları getirmemiz lazım” dedi.

25.05.2023 00:13  Güncelleme: 16:15

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, "Yolsuzluk bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi. Şöyle bir gelenek var: 'Çalıyorlar ama yapıyorlar.' Çalmadan iş yapsın. Dükkanınız olsa, kasayı soyan adamı ertesi gün kovarsınız. Soymayan, çalmayan ama iş yapan insanları getirmemiz lazım" dedi.

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babala TV'de Oğuzhan Uğur'un konuğu oldu. Uğur'un "Nasılsınız, dinlenebildiniz mi, programa hazırlanabildiniz mi?" sorusuna, "Gelen sorulara bağlı. Herkes gönlündeki soruyu mutlaka sorsun" karşılığını verdi.

Daha sonra Kılıçdaroğlu, konuklara kısa bir konuşma yaptı. Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:

"OKUMA YAZMA BİLMEYEN BİR ANNENİN VE İLKOKUL MEZUNU BİR BABANIN, 7 ÇOCUKLU BİR AİLESİNDEN GELİYORUM: Önce beni tanımanızı isterim. Burada soru soracaksınız. Arzu ettiğiniz her soruyu, büyük bir cesaretle sorabilirsiniz. Acaba bu soruyu sorarsak çekinir mi? Hayır, çekinmem. Burası bir ayna gibi olmak zorundadır. Sizin beni, benim de sizi tanımam lazım. Dolayısıyla ülkenin geleceği açısından, birbirimizi tanımamız açısından iyi bir sinerji yakalamak zorundayız. Önce beni tanıyın. Ben okuma yazma bilmeyen bir annenin ve ilkokul mezunu bir babanın, 7 çocuklu bir ailesinden geliyorum. 7 çocuktan üniversiteyi okuyan sadece benim. İlkokula Van'ın Erciş içesinde başladım. Tunceli'de 4'üncü sınıfı okudum. İlkokulu Bingöl'ün Genç ilçesinde bitirdim.

EMEKLİ OLDUKTAN SONRA TEKLİF ÜZERİNE SİYASETE GİRDİM: Elazığ Ticaret Lisesi mezunuyum. Çünkü lise kayıtlarını kaçırmıştık. Babamın görev yaptığı yerde lise yoktu. Dolayısıyla ticaret lisesine kaydımı yaptığım gün, böyle bir lisenin olduğunu da keşfetmiş oldum. Ondan sonra malum, Ankara'ya, İktisadi Ticari Bilimler Akademisi'ne geldim. Zor bir sınavı kazandım. Hesap uzmanlığını sınavını kazandım. Maliye Bakanlığı'na girdim. Uzun yıllar Maliye Bakanlığı'nda çalıştım. Sonra bir yıl süreyle devlet beni Fransa'ya gönderdi. Hayatta en yüksek aldığım bir dönemdir, Fransa'da bulunduğum süre. Arkasından geri döndükten sonra teklif, öneri geldi. Maliye Bakanlığı'nda daire başkanlığı, sonra genel müdür yardımcılığı, sonra BAĞ-KUR Genel Müdürlüğü sonra Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müsteşar yardımcılığı, sonra emekli oldum. Emekli olduktan sonra teklif üzerine siyasete girdim. Kader bizi buraya getirdi. Beni tanımanız böyle.

BU NOKTAYA GELMEM, CUMHURİYETİMİZİ KURAN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN BİZE SAĞLADIĞI FIRSAT EŞİTLİĞİ: Büyük ablam, hayatta. O da okuma yazma bilmiyor. Yaşadığımız koşullar böyle. Sıradan, rutin bir halk nasıl yaşıyorsa, bir aile nasıl yaşıyorsa o koşullarda yaşayan bir kişiyim. Bu noktaya gelmemi, açık ve net yüreklilikle ifade edeyim, Cumhuriyetimizi kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bize sağladığı fırsat eşitliği. Bu fırsat eşitliğini değerlendirerek ya da bana sağlanan imkanlar, öğretmenlerim… Hatta geçen hafta benim ortaokul öğretmenim var, Sincan'da oturuyor. Onun elini öpmeye gittim. Gerçekten de unutmamış. Bizim eski fotoğraflarımızı falan çıkarmış. Telefon etmişti, acaba ne zaman gelecek bize diye. Geçen gün 19 Mayıs'ta kendisine uğradım.

TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİ DÜŞÜNMENİZİ İSTERİM. KENDİ GELECEĞİNİZİ DÜŞÜNMENİZİ İSTERİM VE OYUNUZU ONA GÖRE KULLANMANIZI İSTERİM: Şimdi sizlerle beraber olmaktan son derece mutluyum. Bu benim gençlerle yaptığım ilk toplantı değil aslında. Daha önce pek çok ilde benzer toplantılar yaptım. Gençler yine arzu ettikleri soruları soruyorlardı. Ben de büyük bir samimiyetle o sorulara yanıt veriyordum. Belki ilk kez kamuya açık gençlerle bir toplantı yapıyoruz. İkincisi, şunu çok iyi bilen birisiyim. Bir siyasetçinin övgüye değil, sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacı var. Yeni ben eleştiriye değer veren birisiyim. Çünkü benim eksiğimi, hatamı, yanlışımı eleştiren birisi, eleştirel gözle bakan birisi görüp bana hatırlatabilir. Varsa bir eksiğimiz, yanlışımız, noksanımız düzeltmeye çalışırız. Sizden istediğim, pazar günü 28'inde sandığa gideceksiniz, vicdanınızın sesini dinlemenizi isterim. Türkiye'nin geleceğini düşünmenizi isterim. Kendi geleceğinizi düşünmenizi isterim ve oyunuzu ona göre kullanmanızı isterim. Çünkü 5 milyon 300 bin genç ilk kez sandığa gidip oy kullanacak. Türkiye'nin kaderini değiştirecek olan biz değiliz. Türkiye'nin kaderini değiştirecek olanlar sizlersiniz. O nedenle sorumluluğun, tarihin size yüklediği sorumluluğu çok iyi bilmeniz gerekir. Benden hatırlatması. Geresi sizin vicdanınıza kalmış. Sandığa gidip oy kullanacaksınız.

NE PROMPTERIMIZ VAR NE SİZİN NE SORU SORACAĞINIZI DA BİLMİYORUM: Soru yanıt, az önce de söyledim, arzu ettiğiniz, aklınıza gelen, belki televizyon izler misiniz bilmiyorum veya mitingleri şunu, bunu izler misiniz veya merak eder misiniz bilmiyorum ama aklınıza takılır belki, 'keşke benim yanımda olsaydı da şu soruyu sorsaydım, bakalım nasıl cevap verecek' diye. İşte şimdi karşınızdayım. Arzu ettiğiniz her soruyu sorabilirsiniz. Ne prompterimiz var ne sizin ne soru soracağınızı da bilmiyorum ama sosyal medyada her şeyi yazmışsınız aşağı yukarı. Şunu da sorun bunu da sorun diye. Bakalım, hangi sorular gelirse cevap vermeye çalışacağım.

EN ÖNEMLİ ŞEY AYKIRI DÜŞÜNCELERDİR: Bir şey daha söylemek isterim. En önemli şey aykırı düşüncelerdir. En önemli şey, insanlığı ileriye taşıyan temel güdü aykırı düşüncelerdir. Örneğin, dünya kurulalı elma hep yere düşer, ama Newton diye bir adam şu soruyu soruyor, 'bu elma niye yukarıya gitmedi?' Dünyanın en aykırı sorusu. Çünkü rutini görüyor, ama aksini de düşünüyor. Dolayısıyla aksi düşüneni, farklı düşüneni baştan suçlamak kadar yanlış bir şey yok. Önce onu kendi akıl dünyamızda analiz etmeliyiz. Bakmalıyız ne kadar doğru ne kadar yanlış. Yani işin biraz derinliğine, felsefesine inmemiz gerekiyor.

O KİŞİLERİN RIZASINI ALMADAN BENİM AYRINTIYA GİRMEM DOĞRU OLMAZ: Bana bu toplantıda bazen üçüncü kişilerle ilgili de sorular sorabilirsiniz. Benim zaman zaman görüştüğüm üçüncü kişilerle de sorular… Etik değerler, ahlaki değerlere çok önem veren birisiyim. O kişilerin rızasını almadan benim ayrıntıya girmem doğru olmaz. Bunu da başlangıçta ifade etmek isterim. Şununla görüştünüz, ne görüştünüz, masada ne oldu diye ayrıntıya girmem. Ancak onlar izin verirlerse o ayrıntıya girebilirim. İzin vermezlerse benim ve onun dünyasında kalan bir söylem olarak kalır.

TARİHİN YÜKLEDİĞİ SORUMLULUĞUN BİLİNCİNDE HEPİMİZ OYUMUZU KULLANMAK ZORUNDAYIZ: Tarihin bize yüklediği en ciddi sorumluluk dönemindeyiz. Her alanda sorunumuz var. Sorunsuz hiçbir alanımız yok. Dolayısıyla bu sorunlarını çözmek hepimizin ortak görevi. Tarihin yüklediği sorumluluğun bilincinde hepimiz oyumuzu kullanmak zorundayız. Eğer olursa ben de siz de mutlu olursunuz. 21'inci yüzyılda kahramanlara ihtiyaç yoktur. Kahramanlar, çok eski çağlarda kaldılar. Güzel bir Çin öyküsü şöyle anlatır, der ki Çinli bir bilge; 'biz üç kardeştik, en büyüğümüz, abimiz, üçümüz de doktorduk, abimiz hasta geldiği gün tedavi ederdi. Öldüğü zaman, yeni bir hasta geldiğinde ancak onun öldüğünü biz fark edebildik. İkinci kardeşimiz, o da doktordu, hasta geldi, tedavi etmedi, mahalleye yayıldı tedavi etmedi, eyalete yayıldı, hastaları tedavi etti, öldüğü zaman eyalet onu kahraman ilan etti. En küçüğümüz, en uyanığımız, hasta geldi tedavi etmedi, mahalleye yayıldı, eyalete yayıldı tedavi etmedi, bütün Çin'e yayıldıktan sonra hastalığı tedavi etmeye başladı. Öldüğünde Çin onu ulusal kahraman ilan etti.'

ŞİMDİ HER SANİYEDE BİRDEN FAZLA BULUŞ VAR: Şimdi 21'inci yüzyıl, aklın ve mantığın, bilginin, birikimin, liyakatin, erdemin, hukukun egemen olduğu bir çağdayız. Bu çağda, işi ehline, işi bilene teslim etmek gibi dünyayı keşfetmek, merak duygularımızı büyütmek gibi bir sürecin içindeyiz. İnsanoğlu, tekerleği bir milyon yılda keşfediyor. Ama şimdi her saniyede birden fazla buluş var. Dolayısıyla içinde yaşadığımız çağı, Türkiye'nin yakalaması; kendi bölgesinde de Kafkaslarda da Ortadoğu'da da Afrika'da da bölgenin en güçlü ülkelerinden birisi haline gelmesi lazım. Bunu sağlayacak olan sizlersiniz, ben değilim. Yeni kahramanlara ihtiyacımız yok. Akla, bilgiye, bilime, inanca buna ihtiyacımız var. Bunu yaptığımız andan itibaren pek çok sorun kendiliğinden çözülmüş olur.

GOEBBELS TAKTİĞİYLE HER TÜRLÜ YALANI SIK SIK TEKRAR EDEREK GENİŞ KİTLELERİ İKNA EDEBİLİRSİNİZ: Goebbels diye bir adam var. Duyanınız var mı? İkinci Dünya Harbi'nde yalanlarıyla meşhur ve bütün Almanya'yı yönelten bir anlamda kendisine göre önemli bir kişi ve dolayısıyla Goebbels taktiğiyle her türlü yalanı sık sık tekrar ederek geniş kitleleri ikna edebilirsiniz. Buna, evinize gittiğinizde, internete girdiğinizde Goebbels diye yazın, çok güzel önünüze, Goebbels'in ne olduğu bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkacak.

Kılıçdaroğlu açıklamalarının ardından, katılımcıların sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu, şu mesajları verdi:

"BEN GİDİP DE BEN ADAYIM DEMEDİM: Az önce Çinli bilgenin öyküsünü anlattım. Biz yeni bir değişime hazırlık yapmak zorundayız. Bu yeni değişimin aktörleri çok daha farklı. Yani tek bir kişiye, devleti teslim etmemek… Bir geniş bant içerisinde bir araya gelen, farklı düşüncelerdeki insanların Milli Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye nasıl yeniden inşa edildiyse Türkiye'nin yeni bir inşa sürecini başlatmak zorundayız. O nedenle ben gidip de ben adayım demedim. Onun altını özenle bir çizeyim. Ama beraber olduğumuz diğer liderler adaylık konusunda sizin olmanız gerekir diye bir düşünce ifade ettiler. Olabilir veya olmayabilir. Burada önemli olan şu; siz Türkiye'nin sorunlarını tek başınıza değil, beraber aşmak zorundasınız. Ben ilk Altılı Masa toplantısı, bizim Ahlatlıbel'de yapıldığında, yaptığım konuşma şuydu; 'Tarihin bize yüklediği ağır bir sorumluluk var. Türkiye'de demokrasi tehlikede. Türkiye'de gençler gelecekten umutsuz vaziyette. Ekonomide çok ciddi sorunlar var. Dolayısıyla pek çok sorun toplamda büyük bir karamsarlık havası yaratıyor. Biz tek başımıza CHP olarak 400 milletvekili çıkarsak dahi ülkenin yönetiminde sorunlar her zaman olabilir diye. O nedenle beraber ve birlikte sorunları aşmak zorundayız. İşin özü bu.

BANA TOGG'U ANLATTILAR, HANGİ YATIRIMLARI YAPACAKLARINI ANLATTILAR. BENDEN DESTEK İSTEDİLER. TABİ, SON DERECE MUTLU OLURUZ DEDİM: TOGG, henüz daha başlangıçtayken TOGG'un Genel Müdürü çok nitelikli birisi. Almanya'da bu konuda yetkin olarak çalışan ve güven veren birisi. Geldi bana TOBB Başkanı ile geldiler. Bana TOGG'u anlattılar, hangi yatırımları yapacaklarını anlattılar. Benden destek istediler. Tabii dedim, siz bunu yaparsanız bundan son derece mutlu oluruz. Ama bunu çıkıp ben televizyonlarda anlatmadım. Çünkü anlatacak bir şey yok. Geldiler, yatırım yapmak istiyorlar. Ben de yatırım yaptıkları takdirde son derece mutlu olacağımı söyledim. Hiçbir zaman hayatımın hiçbir döneminde de vay efendim niye TOGG yapıldı diye bir cümle kullanmadım. Tam tersine kim yaptıysa ona şükran borçluyum.

Teknoloji açısından doğru, tümüyle yüzde 100 yerli değil. Zaten yüzde 100 yerli olan bir şey artık dünyada yok. Neden, çünkü siz eğer bir yatırım yapıyorsanız, yaptığınız yatırımın belli parçalarını en kaliteli ve en ucuz hangi ülkede üretiyorsanız orada üretirsiniz. Amerikalı F-35'i yapar ama gelir bir parçasını Türkiye'den bir parçasını İngiltere'den… Bunların hepsini yaparlar. Dolayısıyla TOGG bizim açımızdan Türkiye açısından da son derece önemli. TOGG ile ilgili hiçbir zaman negatif bir cümle kullanmadım. Tam tersine kim yaptıysa teşekkür ettim. Teşekkür etmek de benim görevim. Kaldı ki hem üretiyorsunuz hem istihdam yaratıyorsunuz. Eğer ihracat yaparsanız ve ülkeye dolar kazandırırsanız çok daha mutlu olurum. Bu bir özel sektörün yaptığı yatırım. Özel sektör yatırım yapıyorsa niye karşı olalım. Akıl var mantık var.

TEKNOFEST'LERE DE KATILDIM: İkincisi, ben sadece TOGG değil Teknofest'lere de katıldım. Gençlerle beraber oldum. Olağanüstü gençler var. Niye gitmeyelim. Oralar bir partinin değil. Buralar hepimizin. Bir fabrika kurulmuş, gider gezersiniz. Ben size bir şey daha anlatayım. Bir gün Dünya Gazetesi, Türkiye'nin tek ekonomi gazetesidir, bir pazar okurken baktım, Bursa'da bir firmanın çip ürettiği yazılı. İnanamadım. Arayın dedim, fabrikanın genel müdürü arandı. ya siz gerçekten Türkiye'de çip üretiyor musunuz? 'Evet' dedi. Peki ben gelsem acaba fabrikanızı gezebilir miyim? 'Tabi' dediler. Bursa'ya gittiğimde fabrikaya gittim. Olağanüstü güzel bir fabrika. Müthiş, iyi eğitim almış, Türkiye'nin güzel okullardan mezun olan kadroları var. Onlar bize bütün ayrıntıları anlattılar. Daha sonra özel bir bölümde savunma sanayinin istediği bir üretimle ilgili sadece beni bilgilendirdi. Diğer arkadaşları dışarı çıkararak. Türkiye'de bu firmalar var. Biz bu firmalara karşı değiliz. Böyle bir şey zaten akla, mantığa aykırı. Tam tersine yapsınlar, her türlü desteği veririz.

Bizim bir şansızlığımız var. Kim negatif bir şey kullanırsa bunu CHP söyledi diyorlar. Halbuki biz söylemiyoruz. Birisi yazıyor, birisi söylüyor; o söyleyince siz söylediniz. ya biz söylemedik. Niye söyleyelim. Akıl var mantık var. Birisi eleştiriyor, gazeteci eleştiriyor. Bir televizyon yorumcusu eleştiriyor. Vay bunu CHP söyledi. ya söylemedik. Niye söyleyelim. Bir soru daha var, yatırımlara niye destek vermiyor gibi görünüyorsunuz. Eğer yatırım iyi planlanmışsa ve savurganlığa yol açmıyorsa o yatırıma hepimize destek vermesi lazım. Ama benim vergilerimle birileri kazansın diye, onlara başka işler yaptırıyorlarsa biz ona karşıyız. Örnek… Zafer Havaalanı. Kütahya'da. Siz oraya 42 milyar dolar para ödeyeceksiniz rakamı yanlış hatırlamıyorsam. Uçak inmiyor oraya. Yazık değil mi bu ülkeye yazık değil mi bizim vergilere. Oraya yapacağına bir yerde fabrika yapabilirdin. İnsanlar çalışabilirdi. Biz gereksiz ve kaynak savurganlığına yol açan yatırımlara karşıyız. Onun dışında niye yatırımlara karşıyız.

NE YOLA NE KÖPRÜYE NE TÜNELE, KARŞI DEĞİLİZ: Bir şey daha söyleyeyim. Yol yaptık, köprü yaptık niye karşısınız… Hayır efendim ne yola ne köprüye ne tünele karşı değiliz. Ama şunu öğrenmek istiyoruz, benden vergi alıp bunu yapıyorsan bunu kaça yaptın ben bunu öğrenmek zorundayım. Eğer ben bunu öğrenemezsem ben ödediğim verginin hesabını nereden soracağım. Demokrasilerin çıkış kaynağı, vatandaşın ödediği verginin siyasal iktidar tarafından hesabının verilmesidir. Demokrasi budur. Hem benden zorla vergi alıyorsun, 'ben istediğim gibi harcarım.' Olmaz efendim. Dünyanın her tarafından harcanan vergiler nereye harcanmışsa bedeli gösterilir, biz de gideriz onu öğreniriz. Onun dışında yatırımlara karşı değiliz.

YÜKSEL TAŞKIN, ASLA KEMALİZM'İ BİR IRKÇILIK OLARAK TANIMLAMAMIŞTIR, TANIMLAMAZ DA ZATEN: Yüksel Taşkın, asla Kemalizm'i bir ırkçılık olarak tanımlamamıştır, tanımlamaz da zaten. Mümkün değil. Zaten olsa bizde yer almaz. CHP'yi kuran Gazi Mustafa Kemal. Burası CHP. Sıradan bir parti değil burası. Burası dünyanın en köklü partilerinden birisidir. Bizim partimize gelecek, partimizin yönetim kurulunda görev alacak. Ondan sonra kalkacak Kemalizm, ırkçılıktır diyecek. Bağlamından koparılarak bunlar zaman zaman yayılır. Sosyal medya söylenir. Bazı haberlerin nasıl olduğuna dair örnek vereyim. Papa, Amerika'ya gider. New York'a iner, uçaktan iner. Gazeteci sorar, 'Efendim, genelevi ziyaret edecek misiniz?'  O da 'Burada genelev mi var' diye sorar. Ertesi gün gazetelerin manşeti 'Papa, New York'a iner inmez sordu, New York'ta genelev var mı diye.' Şimdi siz haberleri böyle yorumlamayın. Gazeteci haberi okunsun diye başlığını değiştirir. Ben buna benzer binlerce haberle karşılaştım. Dediğim gibi tek isteğim derinlemesine bakın. Açın telefonu Yüksel Taşkın'a, 'sen bunu niye yazdın' diye sorun. Bunların hiç birisinden Yüksel Taşkın'ın kaçınacağı yok.

Taraf Gazetesi yayın yapıyordu, Taraf Gazetesi'nde çok kişi yazı yazıyordu. Hala bugün, yazı yazan pek çok kişi sosyal medyada değişik gazetelerde görev yapıyorlar. Taraf Gazetesi, bana göre o dönem toplumu ajite eden, Erdoğan'a koşulsuz destek veren bir gazeteydi. Ama gazeteciyi farklı düşünmek lazım. Gazeteci daha özgür bir ortamda yazar. Ha dersiniz ki o gazetede yazmasaydı. Eğer bilseydi ki o gazete, FETÖ'nün yayın organıdır, belki yazmazdı. O dönem herkes FETÖ'yü el üstünde tutuyordu, biz karşı çıkıyorduk, bu yanlıştır diyorduk. Burada başka bir şeyler var diyorduk. Araştırma istiyorduk, Meclis'te kürsüye çıkıyorduk. Kürsülerde eleştiriyorduk. Dolayısıyla bütün bunların hepsini yapıyorduk. Dolayısıyla Yüksel Taşkın ile gidebilirsiniz, oturabilirsiniz, hatta arzu ederseniz ben sizi yan yana getirebilirim. Oturun, kahvesini için. Son derece kibar, naif bir arkadaşımız. Akademik kimliği olan, gerçekten bize katkıları olan, sosyal politikalara bakan, yoksullukla ilgili son derece önemli projeleri olan bir akademisyen aynı zamanda. Kendisini böyle düşünmenizi isterim.

TERÖRİSTLERİN CHP'Yİ VEYA MİLLET İTTİFAKI'NI DESTEKLEYİN DİYE AÇIKLAMA YAPMASI KİMİN İŞİNE YARAR: Herhangi birisinin, Kandil'deki teröristlerin CHP'yi veya Millet İttifakı'nı destekleyin diye açıklama yapması kimin işine yarar? Hiç düşündünüz mü? Negatifini ve pozitifini beraber düşünmek lazım. Oradakileri kim konuşturuyor? En son Salih Müslim konuştu. O da destek verdi. Niye konuşuyorlar? Hangi gerekçeyle bunları kim konuşturuyor? Bunların iyi analiz edilmesi lazım.

Sırrı Sakık… Bizi destekleyecekmiş. Sırrı Sakık bize hangi desteği verecek? Nasıl bir destek verecek bize? Biz devletin derinliklerinde nelerin döndüğünü, kimlerin kimlere hizmet ettiğini, kimlerin nasıl, hangi gerekçelerle konuştuğunu gayet iyi biliriz. Çünkü bu ülkede hala, ülkesini seven, son derece dürüst, namuslu bürokratlar var. Onlar bize bilgileri getirirler. Kimin ne olduğunu ne olmadığını biz gayet iyi biliriz. O açıdan hiç endişe etmeyin.

MAHKEMEYE GİTTİNİZ, MAHKEME BERAAT KARARI VERDİ, OLSUN DİYORLAR, 'YİNE İÇERİDE TUT, BİR SUÇ DAHA UYDURUN': Osman Kavala, Demirtaş… Size bir haksızlık yapıldığını düşünelim. Polis geldi, sizi aldı. Birisi kızmış size, diyelim ki bir bakan size kızdı, 'beyler bunu alın, içeri atın.' Aldılar, tutukladılar, savcıya talimat verdiler, hapse attılar. Mahkemeye gittiniz, mahkeme beraat kararı verdi. Ama hala iş bitmiş değil. Olsun diyorlar, 'yine içeride tut, bir suç daha uydurun.' Bu adalet midir? Eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var ve bu karar uygulanmıyorsa, eğer Anayasa Mahkemesi kararı var ve bu karar uygulanmıyorsa ve kararlar uygulanmadı diye ben sessiz kalıyorsam, o zaman ben niye siyaset yapıyorum. Eğer Anayasa Mahkemesi'nin verdiği kararı en alttaki mahkeme ben bu kararı uygulamayacağım diyor. Anayasa gayet açık. Her organı bağlar diyor Anayasa Mahkemesi kararı. TBMM'yi de bağlar. İptal ettiği bir yasa varsa biz Anayasa Mahkemesi'nin istediği şekilde değiştiriyoruz. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararını uygulamıyorsun, Anayasa Mahkemesi'nin kararını uygulamıyorsun, sonra dönüyorsun bana diyorsun ki bunlar niye serbest kalıyor, sen bunları niye söylüyorsun diye. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Bunu asla unutmayın.

KORO HALİNDE 'VAY EFENDİM SEN FETÖ'CÜSÜN.' YA ARKADAŞ, BEN ÇOCUĞUN HAKKINI SAVUNUYORUM: Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını hep istedim. Anayasa 138. Yargı tarafsız ve bağımsız olmalı. Yargı, yasalara, hukuka ve hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre yargı karar vermeli. Talimatla bir hakim karar verirse olmaz. Dolayısıyla adaletsizlik varsa bir yerde kim olursa olsun… Bana oy vermemiş kişilere de gittim. Haksızlık varsa burada bir haksızlık var dedim. Bunu düzeltin dedim. 16 Temmuz, darbe girişiminden sonra bir kadın öğretmeni tutukladılar. Olabilir. Gözaltına aldılar FETÖ'cü diye. Karakola götürdüler. Ama bu yeni doğum yapmış, çocuğun anne sütüne ihtiyacı var. Dedim ki bu çocuğun anneye gönderilmesi ve en azından belli aralıklarla bu çocuğun anneye götürülüp anne sütünü emmesi lazım. Koro halinde 'vay efendim sen FETÖ'cüsün.' ya arkadaş, ben çocuğun hakkını savunuyorum. Bu çocuk yeni doğdu ve bu çocuğun anne sütüne ihtiyacı var. ve çocuğu belli aralıklarla götürürsünüz, anne sütünü emer, çocuğu alır eve getirirsiniz. Zaten çocuğun nezarette kalacak hali yok. Kıyameti kopardım bütün suçlamaları göze alarak. 16 Temmuz diyorum, 15'in üzerinden bir gün geçtikten sonra. Şimdi ben haksızlık mı yaptım. Yani ben adaleti savundum diye kötü bir insan mı oldum. Benim hedefim ve ilkem şu; nerede bir haksızlık varsa ve haksızlık nereden gelirse gelsin kimden gelirse gelsin haksızlığa karşı hepimizin ortak tavır alması lazım.

MAHKEME KARAR VERDİ. KARARIN GEREĞİNİ NİYE YAPMIYORSUNUZ DİYE SORUYORUM: Hukuk devletinde yaşıyorsak herkes benim gibi düşünmek zorunda değil, ama burada bir yanlış varsa, arkadaş burada bir yanlış var, bu yanlışı bir düzeltin dememiz lazım. Osman Kavala yargılanır… Yargılanır, hiç itirazım yok. Selahattin Demirtaş… Niye yargılanıyor diye sormuyorum. ya arkadaş, mahkeme karar verdi. Kararın gereğini niye yapmıyorsunuz diye soruyorum. Bu mahkemeyi niye yok sayıyorsunuz diye soruyorum. Siz kararı uygulamayan hakimi bir de terfi ettiriyorsunuz. Niçin? Siyasi otoritenin, sarayın dediğini yaptı diye.

CHP'Yİ YÖNETMEK, TÜRKİYE'Yİ YÖNETMEKTEN DAHA ZORDUR: 'CHP içerisinde bir kesim beni aday gösterdi. Dolayısıyla ben kazanamayayım, Genel Başkanlıktan ayrılayım' diye. Böyle bir şey yok. Bunu büyük bir samimiyetle söylüyorum. Nedeni de şu, CHP bildiğiniz gibi bir parti değil. CHP'yi yönetmek, Türkiye'yi yönetmekten daha zordur. CHP'de herkes düşüncelerini çok özgürce ifade eder. Biz CHP'de sen şöyle konuş, sen şöyle konuş, sen şöyle dur diyemeyiz. Bizim MYK toplantısında kalkarlar Genel Başkan da dahil olmak üzere pek çok konuda eleştiriler yaparlar. Parti, kimliği oturmuş dünyanın en köklü en eski partilerinden birisi. Düşünceler rahatlıkla ifade edilir. Bana yönelik bir eleştiri gelirse süre de tanımam. Sonuna kadar anlatır. Bizim dünyaya bakışımız böyle. Dolayısıyla CHP'ye yönelik; kendi içinde bir komplo falan, bunlara inanmayın. Yani birileri düşünebilir ama böyle bir şey yok. Çünkü, bizden birisi kalkar, kurultay yapar gelir genel başkanlığa aday olur.

GENEL BAŞKANLIK AKLIMIN UCUNDAN BİLE GEÇMEZDİ: Ben siyasete davet üzerine geldim. Parlamento'da görev yaptım. İlk geldiğimde Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'nda görevliydim. Sonra Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi oldum. Sonra beni Grup Başkanvekili yap dediler. Kabul etmedim Grup Başkanvekilliğini. Zorla Grup Başkanvekili olacaksın dediler. E peki olur dedim… Genel Başkanlık aklımın ucundan bile geçmezdi. Gazeteler, televizyonlar… Sen nasıl olmazsın? Sonra parti örgütleri geldi. Sen genel başkan ol dediler. E sonra Genel Başkan olduk. Olay budur. Dediğim gibi bu parti, diğer partilere benzemez. CHP, köklü gelenekleri olan, eleştiriye saygı duyan… Böyle bir partidir. Her alanda otururuz, tartışırız.

SMA'LI ÇOCUKLARIN SORUNLARINI ÇÖZECEĞİM: SMA hastalarının ilgili kurum tarafından karşılanması lazım. Yahu fakir fukaranın çocuğu bu hale mi gelir? Ben söz verdim onlara Allah nasip eder Cumhurbaşkanı seçildiğimde ilk çözeceğim sorunlardan birisi budur. SMA'lı çocukların sorunlarını çözeceğim. Burada biliyorsunuz bir sorun var. Biliyorsunuz evlenmeden önce gidiyorlar, bir sağlık raporu alıyorlar. O sağlık raporu alınırken kan testi yapılabilirse potansiyel olarak SMA'lı çocuklara sahip olabileceği ortaya çıkabiliyor. Bunu söyledik yapın diye. Yapmadılar. Mansur Başkan Ankara'da başladı. Sonra diğer belediye başkanlarımız da…

TOGG DA BİR DÜNYA MARKASI HALİNE GELİRE, SON DERECE MUTLU OLURUM: TOGG'u hiç eleştirmedim. Otomobil yapmak değil, otomobil satmak önemlidir, diye. Devrim Otomobili yapıldı. Diğer otomobiller var. Bütün mesele, bunları; bir dünya markası haline getirebilmekti. TOGG da bir dünya markası haline gelire, son derece mutlu olurum. TOGG'u gezmek istedim, ama bana şunu söylediler: 'Mustafa Varank olmadan gezemezsiniz.' Ne demek? Sen ortağı değilsin, kurucusu değilsin. Beni orada niye gezdirsin. Beni orada gezdirecek olan, fabrikanın genel müdürü, mühendisi…

DİYARBAKIR ANNELERİNİ ZİYARET ETTİM: Diyarbakır Annelerini, öğretmenevinde ziyaret ettim. Ben sadece Diyarbakır Anneleri değil… Cumartesi Anneleri de… Anneler, annedir. Ben bunu Meclis kürsüsünde de ifade ettim. Annelerin sorunu varsa, annelerin sorunları ile ilgilenmek gerekiyor. Elbette ki hiçbir anne, evladının dağda olmasını, teröre bulaşmasını istemez. Annelerin bu duyarlılığını kabul etmemiz ve onların bu duyarlılığına tercüman olmamız gerekir.

BİZİM ANLATIMIMIZ İLE SİZE ANLATILANLAR ARASINDA DÜNYA KADAR FARK VAR: ( Atatürk Havalimanı'nı tartışması) Havaalanını vereceğim diye bir şey yok. Orada uzay sanayi ile ilgili… Söylediğim şirket, daha önce Sayın Erdoğan'ın davet etti, kendisi ile konuştu… Sözleşmeler yaptı; 40 ve 69 kişilik uçaklarla ilgili sözleşmelerin imzalandığı, sonra bunların iptal edildiğini biliyorum. Bunlar iki Türk, karı koca, 2 milyar dolarlık servetleri var. Uzay sanayi konusunda, dünyada Elon Musk'tan sonra en önemli kişisi. Türkiye'de fabrikaları var. Türkiye'den kopmuş değiller bunlar. Bizim anlatımımız ile size anlatılanlar arasında dünya kadar fark var. Bu konuyu bana Türkiye'de araştırma yapan ciddi bir akademik kadro getirdi. Biz uzay sanayi konusunda Türkiye'yi büyütmek ve bu konuda geliştirmek zorundayız… (Şirketin, CIA ile bağlantısının tespit edildiği iddiası üzerine) Kim tespit etti? Teknoloji firmaları dünyanın her tarafından sipariş alabilirler. Bizim Milli İstihbarat Teşkilatımız da dünyanın her tarafından sipariş almıyorlar mı? Alıyor. Bir çip üretirsiniz, dünyanın her tarafına satarsınız. Bunlar ticari kuruluşlar. Yüksek teknoloji ürettiğiniz zaman dünyada söz sahibi oluyorsunuz. Eğer biz bu insanları Türkiye'ye getirip, gel arkadaş bu yatırımları yap sana her türlü imkanı sağlayacağız dediğimiz anda, uzay sanayi konusunda bize destek veriyorlarsa… Bunlar bu toprakların insanları. Kimsenin itiraz ettiği yok, sadece siyasi iktidar itiraz ediyor.

DEMOKRASİDEN AYRILMAYACAĞIZ, KURAL BU: Demokrasiyi istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Belde halkı bir belediye başkanı seçti. Bu belediye başkanı suç işleyebilir. Delilleri toplarsınız, mahkemeye verirsiniz. Yargılanır, mahküm olur. Böyle olmazı lazım… Diyorsunuz ki, 'Belediyeler, para veriyorlar; bu paralar Kandil'e gidiyor…' Yakalasana, savcının önüne çıkarsana, adamı rezil etsene, belediye başkanının rezil etsene. Atarsın hapse, o zaman kimse bir şey demez. Demokrasiden ayrılmayacağız, kural bu. Demokrasi hepimiz için var. Savcı var, istihbarat örgütleri var. Yakalarsınız, gözaltına alırsınız, ifadesini alırsınız, belgelersiniz, savcı alır mahkemeye çıkarır. Bir tek Allah'ın kulu da sen niye mahküm oldun demez. Bu kadar basit. Demokrasi; işin özü budur.

DAYISI OLAN ÇIKIYOR, DAYISI OLMAYAN İÇERİDE KALIYOR Türkiye'nin yaşadığı temel sorunlardan biri adaletsizlik. Biz bir araştırma komisyonu kurduk. Bütün cezaevlerini gezdiler. Mağdur insanlarla karşılaştılar. Örneğin; tuvalete tek başına gidemeyecek yaşlı birisi… Uzun süredir cezaevinde kalıyor… Dayısı olan çıkıyor, dayısı olmayan içeride kalıyor. İşin özü adalettedir. Adaleti sağladığınız andan itibaren; savcı görevini yapacaktır, yargıç görevini yapacaktır. Varsa bir yerde haksızlık, hukuksuzluk düzeltilmesi gerekir. Bütün mesele şu: Adaleti sağlamak zorundayız. 85 milyon insan adalete susamış vaziyette. Sadece hapishanede değil, sokakta da adaletin olması lazım. Hayatın her alanında adaletin olması lazım. Adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz şu anda. Uyuşturucu baronlarının ellerini kollarını sallayarak, hapishanelerden çıktıklarını biliyorum. Milletin soyanların nasıl gezdiklerini biliyorum. Rüşvet alan milletvekilinin Meclis'in Genel Kurulu'na; sanki hiçbir şey yapmamış gibi girdiğini biliyorum. Ama bunların düzelmesi lazım. Hakim; hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir…

İSTER ALSINLAR İSTER ALMASINLAR: Vizenin kalkması ile ilgili olarak, onlar karar alacaklar. Ama bizim insanımız, üçüncü sınıf demokrasiyi değil, birinci sınıf demokrasiyi hak eden bir toplumuz. Neden üçüncü sınıf bir demokrasi olsun? Kanada'da, Japonya'da, Almanya'da, Hollanda'da hangi demokratik kurallar varsa, biz de kendi ülkemize getirelim o demokratik kuralları. Türkiye bütün bunların hepsini yapabilir, o kapasiteye sahiptir. Vize vermezse ne olacak? Biz onlara bel bağlamıyoruz. Dönüp şunu söylemeliyiz, 'siz sözünüzü tutmayan kişilersiniz, sizin etik değerleriniz doğru değil, millete ders vermeye kalkıyorsunuz ama, aslında görevinizi yerine getirmiyorsunuz' diyebilmeliyiz. AB'nin bütün standartlarını yaptık, bizi alırlar mı, almazlar mı? İster alsınlar, ister almasınlar. Hiç umurumda değil. Türkiye bu bölgenin dominant ülkesi olmak zorundadır. Bizim bir hayalimiz var. Bütün Akdeniz havzasının en güçlü ülkesi haline getireceğiz Türkiye'yi. Vize kalkacak, kaldırmak zorundalar. Dünyaya meydan okuyan bir Türkiye istiyorum ben. Bilgisiyle, birikimiyle, üretimiyle… Bunu yaptığınız zaman Türkiye büyüyecektir.

KİMSEYİ GÖZ ARDI ETMEK İSTEMEDİK: CHP, tek başına 400 milletvekili çıkarsa dahi; Türkiye'yi birlikte yönetme sürecini başlatmak zorundayız. Türkiye'nin yıpranan her kurumunun yeniden inşa edilmesi lazım. Yüzde 1'lik, 5'lik değil; Türkiye'nin geleceğini düşünerek bir inşa sürecini başlattık. Biz kimseyi göz ardı etmek istemedik.

KADININ KILIK KIYAFETİ İLE UĞRAŞILMAZ: Hayatlarımızın evreleri vardır. İnsanoğlu, sürekli gelişen, düşüncelerini daima geliştiren kişidir. Sabit tuttuğunuz zaman siz asla büyüyemezsiniz. Sorunları çözmek için kapasitenizi öldürmüş olursunuz… Artık helalleşmemiz lazım. Helalleşme ne demektir? Benim kusurum var, kabahat bana ait, gelin helalleşelim. Başörtüsü sorununu çözmek için ilk sözü; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyken, Okmeydanı'nda büyük bir mitingimiz yapılmıştı, ben bu sorunu çözeceğime dair söz vermiştim. Yusuf Ziya Özcan, YÖK Başkanıydı. Kendisini aradım, dedim ki, başörtülü kızları neden üniversiteye almıyorsunuz? 'Siz karşısınız' dedi. Ben karşı değilim, dedim. Başörtüsü konusunda karnemizin kırık olduğunu, ben şimdi söylemiyorum, burada. Ben bunu gittiğim her yerde ifade ediyorum. Orada bir hatamız var. Kadının kılık kıyafeti ile uğraşılmaz. Kadın istediği gibi giyinir. Kadının başka sorunu varsa, çözümü siyaset kurumuna düşüyorsa; siyaset kurumu o sorunu çözebilmelidir.

ÇALMAYAN AMA İŞ YAPAN İNSANLARI GETİRMEMİZ LAZIM: Kamuda, emekli olduktan sonra; bir sivil toplum örgütünün başkanlığını yaptım: Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği Başkanı. Vergi ödeyenlerin haklarını korumak gibi bir görevi, emekli olduktan sonra, gittim derneğin başkanlığı yaptım. Ülkedeki bütün yolsuzluk dosyalarını açtım. Ondan sonra bana CHP'den teklif geldi. Tamam, dedik. Dengir Mir Mehmet Fırat ile ilgili de elime bir belge geldi. Önemli bir miktar paranın kullanıldığı vardı. Bu belgeye inanmadım, güvenmedim. Beni açığa düşürebilirlerdi. Mahkeme dosyasından, o belgeyi buldum. Bunu kamuoyuyla soru sorarak paylaştım. Daha sonra büyükelçi olarak atanan AK Parti milletvekilinin aldığı rüşvet ile ilgili belgeyi açıkladım. Bu belgeyi bana bu ülkeyi seven insanlar verdiler… Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı… Geldi o da, terler içinde kaldı. Kul hakkı yiyenden birisinin hesap sorması lazım. Devleti soyuyorlar, biz seyirci kalacağız. Seyirci kaldığın zaman çok makbul bir insan. Niye seyirci kalıyoruz? Yolsuzluk bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi. Şöyle bir gelenek var: 'Çalıyorlar ama yapıyorlar.' Çalmadan iş yapsın. Dükkanınız olsa, kasayı soyan adamı ertesi gün kovarsınız. Soymayan, çalmayan ama iş yapan insanları getirmemiz lazım. Bunun yolunu açan AK Parti, AK Parti'de bunlar olunca, ben bunları gündeme getirdim…

CUMHURBAŞKANLARI FAZLA KONUŞMAZ; AZ KONUŞUR, ÖZ KONUŞUR: Cumhurbaşkanlığı makamı, devletin sigortasıdır. Allah nasip eder seçilirsem, ben hiçbir zaman ayrımcılık yapmam. A partisi, B Partisi olur mu? Bu ülkenin bütün vatandaşlarını kucaklamak zorundasınız, bütün vatandaşlarına hizmet etmek zorundasınız. Cumhurbaşkanları fazla konuşmaz; az konuşur, öz konuşur. Türkiye'nin buradan çıkması lazım. Olay bir sistem olayı. Bu sistem böyle devam ederse sonu felaket. Demokrasilerde denetimsiz hiçbir alan yoktur. Her alan denetlenir. O yüzden güçler ayrılığı diyoruz. Ana hedefimiz bu.

100 BİN ÖĞRETMEN ATAMASINI, 2023'ÜN SONUNA KADAR AŞAMA AŞAMA BUNLARI YAPACAĞIZ: Bir toplumda, öğretmenlere gerekli değerli verilmezse o toplumun ilerleme şansı yoktur. Öğretmen; ay başını nasıl getireceğim diye düşünüyorsa öğrencilerine gerekli zamanı ayıramaz. İki şey yapacağız: Hakimler ve savcılar için nasıl ayrı bir yasa varsa, öğretmenler için de ayrı bir yasa olacak. Öğretmenleri, Devlet Memurları Kanunu'ndan ayıracağız. 24 Kasım Öğretmenler Günü, birer maaş ikramiye vereceğiz. Hiçbir öğretmen, yoksulluk sınırının altında maaş almayacak. Öğretmeni baş tacı yaparsanız, o toplum büyür. Taban aylık, yoksulluk sınırı. Bu yasa çıkacak. 100 bin öğretmen ataması yapacağız. Bütün köy okullarını yeniden açacağız. Bu, kırsalın ayakta kalması demek. Bunun size sözünü veriyorum. 100 bin öğretmen atamasını, 2023'ün sonuna kadar aşama aşama bunları yapacağız."

Kılıçdaroğlu: "Yolsuzluk Bu Ülkenin En Büyük Sorunlarından Birisi. \'Çalıyorlar Ama Yapıyorlar.\' Çalmayan Ama İş Yapan İnsanları Getirmemiz Lazım"
Kaynak: ANKA

Son Dakika Güncel Kılıçdaroğlu: 'Yolsuzluk Bu Ülkenin En Büyük Sorunlarından Birisi. 'Çalıyorlar Ama Yapıyorlar.' Çalmayan Ama İş Yapan İnsanları Getirmemiz Lazım' - Son Dakika

Sizin düşünceleriniz neler ?

    SonDakika.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve sondakika.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.

Advertisement