Cumhurbaşkanlığı'na seçilen Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partinin MYK toplantısı sonrası beklenen açıklamayı yaptı. Erdoğan, AK Parti'nin yeni genel başkan adayının Ahmet Davutoğlu olduğunu duyurdu. Davutoğlu, AK Parti kongresinde genel başkan seçildikten sonra yeni hükümeti kurma görevini alarak son noktayı koyacak.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni başbakanı olması beklenen Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu (55), beş yıldır Dışişleri Bakanlığı yapıyor. Dışişleri ve diplomasinin gerektirdiği yoğun tempoyla yaşıyor. Yakın çevresi ona 'Hoca' diyor. İstanbul Bahçelievler'de 40 yıl aynı evde oturdu. Siyasete atılıp bakan olunca o eve artık uğramaz oldu. İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde, aktivitelere katılan sosyal bir genç değildi. Kitaplara gömülmüş, Batı ve Doğu kültürü arasında bir sentez bulmaya çalışan tipik bir akademisyen adayıydı. İşte Ahmet Davutoğlu'nun Konya'da, Toroslar'ın zirvesindeki Taşkent adlı bir kasabada başlayıp önce gizli, sonra resmi Dışişleri Bakanlığı'na uzanan hayatı...
DERİN DÜŞÜNCELİ BİR GENÇ
Fatih'ten Sultanahmet'e kadar yürümekten büyük bir haz alıyordu. Geçtiği sokaklardaki tarihle büyülenerek atıyordu adımlarını. Kütüphaneleri, camileri, hamamları, Osmanlı dönemi yapılarını gördükçe kimliğinin köklerine dönüyordu. Soru işaretleriyle doluydu kafası. Ahmet Davutoğlu, henüz bir ortaokul öğrencisiydi o günlerde. Bu denli erken yaşta kimliğiyle ilgili derin düşüncelere dalmasının nedenlerinden biri İstanbul'un tarihi atmosferi ise diğeri de öğrencisi olduğu İstanbul Erkek Lisesi'ydi.
12 YAŞINDA YATILI OKULDA
İkili bir kültürel yapısı vardı İstanbul Erkek Lisesi'nin. Cumhuriyetin ilk kuşağından Türk öğretmenlerden ders alıyor, güçlü bir tarih bilinci ile donanıyorlardı öğrenciler. Bir yandan da Almanca öğretmenlerden Batı kültürünü, asıl olarak da Alman kültürünü ve edebiyatını öğreniyorlardı. Yatılı okula 12 yaşında girdiği ilk günlerden itibaren klasikler ile yüzyüze gelmişti. Diğer öğrenciler gibi o da hemen Kafka'yı, Goethe'yi okumaya başlamıştı. Berthold Brecht'in eserlerini tanımıştı. Kitaplarda yeni bir dünya bulmuştu. İki cepheli bir yüzleşmeydi yaşadığı. Batı kültürünün temel eserlerini okumakla kalmıyor, Türk öğretmenlerinin teşvikiyle Türk edebiyatını hatmediyordu. Ahmet Hamdi'den Fuzuli'ye, Farabi'den Ahmet Cevdet'e kadar eserleriyle tanışmadığı isim kalmamıştı.
SOL HAREKETLE İÇ İÇEYDİ
1970'ler, Türkiye'de çalkantılı yıllardı. Gençlik, daha çok sol siyasi hareketlerin etkisi altındaydı. İstanbul Erkek Lisesinde de rüzgarlar soldan esiyordu. Ahmet Davutoğlu da bu havanın dışında kalmadı. Marksist literatürün temel eserlerini de okudu. Stalin'in "Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm" kitabını okuduğu sırada orta üçteydi. Altını çizip, sayfaların kenarına notlar alarak dikkatle okuduğu kitabı, özenle saklayacaktı yıllarca. Yine de Marksist olmadı. Mekanik buldu bu ideolojiyi. Milli Türk Talebe Birliği gibi İslamcı gençlerin örgütlendikleri yapılanmaların da dışında kaldı. Zaman zaman konferanslara, gecelere gitse, kültür kulüplerine katılsa bile daha çok kendi çizgisinde yol alan bir gençti. Eğlenmeye, gezmeye zaman ayırdığı pek görülmezdi. Bazen futbol oynardı Mustafa Çam, Murat Ülker, Aydın Babuna ve Engin Işıksal'ın da aralarında bulunduğu sınıf arkadaşlarıyla. İyi bir oyuncuydu.
BİLİM ADAMI OLACAKTI
Alman kültürüyle iç içe olan İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin çoğunun hayallerini Almanya'ya gitmek, orada üniversite okumak süslerdi. Davutoğlu ise İstanbul'dan kopamazdı. Almanya'da okumayı kendi kültürüne yabancılaşma olarak görüyordu. 1977'de liseyi bitirdiğinde İstanbul'un tarihi ve kültürüyle, kökeniyle iyiden iyiye bütünleşmişti. Liseden sonra sosyal bilimler okumaya karar vermesi de tarihle yüzleşmede vardığı noktadan kaynaklanıyordu. Bilim adamı olmayı kafasına koymuştu. Hayat planının ilk adımı Boğaziçi Üniversitesi olacaktı. Fen bölümü mezunuydu ama sosyal bilimler okumaya kararlıydı.
4 YAŞINDA ANNESİNİ KAYBETTİ
Ailesinin gönlünden geçen ise farklıydı. Annesi, doktora zamanında yetiştiremedikleri için hayatını kaybetmişti. O zamanlar İstanbul gibi doktorun çok olduğu büyük bir kentte değil, Konya'nın Taşkent kasabasında oturuyorlardı. Memnune hanım öldüğünde, Ahmet, henüz dört yaşındaydı. 1959'da doğmuştu. Babası Mehmet Bey, Toroslar'ın zirvesinde tipik bir Türkmen kasabası olan Taşkent'te nakliye işleri, kunduracılık ile uğraşıyordu. Kısa zamanda yeniden evlendi. Babasının tek oğlu olan Ahmet, Sefure hanımı benimsedi. Ona hep "Anne" diye seslendi. Onu oğlu olarak gören Sefure hanım da Memnune hanımın ölümünü unutamadığı için Ahmet'in doktor olması hayalini kuruyordu.
BABASI İŞLETME OKUSUN İSTEDİ
Babası Mehmet Bey ise oğlunun işletme okumasını, işlerini ona devretmeyi düşlüyordu. Mehmet bey, ilk eşinin ölümünün üzerinden bir yıl bile geçmeden ailesini alıp İstanbul'a göçmüş, Fatih'e yerleşmişlerdi. Ahmet de orada büyümüş, ilk dört yılı Hacı Süleyman Bey İlkokulu'nda okumuştu. Bahçelievler'e taşınınca ilkokulu orada bitirmişti. Tekstil ve ticaretle uğraşan Mehmet bey de yıllar içinde işini büyükmüştü. Oğlunun işletme okuyup yardım etmesini istiyordu. Davutoğlu da Boğaziçi'nde önce İktisat bölümüne kaydoldu. İngilizce için bir yıl hazırlık okuması gerekti. Lisede ikinci dili olduğu için zorlanmadı. Yazın da bir ay kadar İngiltere'ye giderek pekiştirdi İngilizcesini. Mutlu olamadı İktisat bölümde. İlaveten bir de Siyaset Bilimi bölümüne girdi. Boğaziçi'nde iki bölümde okuma uygulaması yeni başlamıştı. İktisat bölümünü 1982'de bitirdi.
FUTBOL VE GÜREŞE İLGİLİYDİ
Yine siyasi gruplara katılmadan okumayı sürdürdü. Düşünceler tarihine yoğunlaştı. Eflatun'dan Hegel'e kadar düşünce tarihini incelemek, Osmanlı-Türk ve İslam kültürünü içselleştirmesi sonucunu doğurdu. Düşünce tarihindeki yerini daha iyi kavradı. Sınıf arkadaşları arasında Adnan Büyükdeniz, Ethem Eldem ve Nuray Mert de vardı. Bu yıllarda konserlere, toplantılara, öğrenci etkinliklerine fazla zaman ayırmadı. Futbol ve güreş dışında bir sporla da ilgilenmedi. Zaten 12 Eylül dönemiydi, öğrenci hareketleri de durulmuştu.
ŞERİF MARDİN'İN YARDIMI
Üniversite sonrasında hiç tereddüt etmeden "bilim adamlığı" planına devam etti. 1984'te Kamu Yönetimi bölümünde yüksek lisansa başladı. Doktorasını ise Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde tamamladı. Öğretim üyeleri ile arası iyiydi. En çok da Prof. Dr. Şerif Mardin sevdi onu. Tez hocası oldu. 1986'da başladığı tezini daha bitirmeden özet bir makale olarak üniversitenin akademik dergisinde yayınlattı. Tezin yayınlanması Davutoğlu için büyük bir teşvik oldu. Birbiri ardına makaleler hazırladı. 1989 Kasım'ında iki teklif birden aldı. Teklifin biri Amerika'dan geliyordu diğeri Malezya'dan…
MALEZYA KÜLTÜRÜ ÇEKTİ
Amerika'ya gitmek cazip gelmiyordu. Batı kültürünü yeterince tanıdığına inanıyordu. Malezya üzerinde duruyordu. Eksik kalan halkayı orada tamamlayabilirdi. Çin-Hint-İslam kültürü, Batı kültüründen nispeten uzak biçimde yaşanıyordu bu ülkede. Ama artık tek başına değildi. 1984'te evlenmiş, iki kızı olmuştu. Jinekolog olan Sare hanım ile dünyaya aynı gözlüklerle bakıyorlardı. Kızlarına isim koymayı eşine bırakmıştı Davutoğlu. Sare hanım da onu memnun etmişti seçimleriyle. 1986'da doğan ilk kızlarına Sefure, 1988'de doğan ikinci kızlarına Memnune adını vermişti. Davutoğlu'nun her iki annesine de değer veriyordu. Sare hanım, eşinin Malezya'ya gitme kararını da destekledi. Kızlarını da alıp 1990'ın ilk aylarında yola çıktılar. Kuala Lumpur'da, Çin mahallesinde bir ev tutup yerleştiler.
MALEZYA'DA DERS VERDİ
İslam Konferansı Örgütü'nün kurduğu Uluslararası İslam Üniversitesi'nde Türkiye'den 15 kadar öğretim üyesi vardı. Daha sonra aralarına Yusuf Ziya Özcan da katılacaktı bu akademisyenlerin. Davutoğlu, bir hafta kadar sonra girdi ilk derse. Bir baktı, sınıf küçük bir Birleşmiş Milletler gibi. Sınıfın neredeyse yarısı Müslüman Malaylardan, kalanı da Çinli, Hint, Asyalı, Afrikalı öğrencilerden oluşuyordu. Her biri ayrı kültür havzasındandı. Fakat elindeki Sabine'in artık klasikleşen "Siyasi Düşünceler tarihi" kitabında onlar yoktu. Elindeki kitap Eflatun ile başlıyor, Aristo, Roma, Hıristiyanlık, Reform, Rönesans, Modern ideolojiler diye gidiyordu. İçinde Malaylar, Çinliler yoktu. Bunu yapamazdı. Oturdu, Konfiçyus'tan Taoizme, Hint ve tabii İslam kültürüne çalıştı. Onların yanına Osmanlı düşünürü Kınalızade'yi de ekledi ve yepyeni bir siyasi düşünce tarihi metni oluşturdu. Bu metin üzerinden verdi derslerini.
PARADİGMA'SINI HAZIRLADI
Malezya tam istediği türden bir laboratuvardı onun için. Yerel kültürü tanımak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Yerel festivallerin hemen tamamına eşi ve kızlarıyla beraber gidiyordu. Hem ailece de gezmiş oluyorlardı. 1993'te doçent oldu. Önce 1994'te "The Civilizational Transformation and the Muslim World" (Medeniyetin dönüşümü ve Müslüman dünyası) kitabını yazdı. Ardından aynı yıl, doktora tezi olan "Alternative Paradigms"ı (Alternatif Paradigmalar) kitap olarak çıkardı. İki yıl için gitmişti ama dört yıl kaldıktan sonra 1995'te ayrıldı Malezya'dan. Türkiye'ye döndüğünde aynı dosyasıyla yeniden başvurdu, doçentlik ünvanını burada da aldı. Çok geçmeden Marmara Üniversitesi'nde göreve başladı. Üniversitede kadro sorunları vardı. Önce sosyal bilimler yüksek okulunda başladı, sonra uluslararası ilişkilere geçti.
GÜL İLE İLK TANIŞMASI
1999'da profesör olduktan sonra da Beykent Üniversitesi'ne geçti. Yeni kurulmuş bir üniversiteydi Beykent. En çok yankı uyandıran kitabını da bu üniversitedeyken yayınladı. "Stratejik Derinlik" bir yıl içerisinde 13 baskı yaptı. Giderek akademik yaşamın dışında da aktif olmaya başladı. Harp Akademisi'nden MÜSİAD'a kadar birçok yerde konferanslar verdi. Abdullah Gül ile 1980'li yıllarda tanışmışlardı. Bir makalesi, Gül'ün ilgisini çekmiş, bunun üzerine tanışmışlardı. Aralarındaki dostluk, 1990'lı yıllarda Gül'ün, Suudi Arabistan'dan dönüşünden sonra oluştu. Daha sık görüşür oldular.
'GÖLGE DIŞ İŞLERİ BAKANI'
Tayyip Erdoğan ile de belediye başkanlığı öncesinde tanıştı. Fakat Gül'e daha yakındı. Devlet Bakanlığı sırası ihtiyaç duyduğunda Gül'e yardımcı oldu. Danışmanlığı, Gül'ün 2002 sonrasında başbakan olarak hükümet kurmasıyla resmileşti. Davutoğlu, Başbakanlık Başdanışmanı olarak göreve başladı. Gül'ün önerisi dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in onayıyla büyükelçilik ünvanı aldı. Gül'ün Başbakanlığı Erdoğan'a devretmesinden sonra da görevine devam etti. Zaten onu Gül davet etse de sonra Erdoğan ile de biraraya gelmişler; o da daveti yinelemişti. Davutoğlu, o dönemde "gölge Dışişleri bakanı" gibi dış temaslarda etkili olmaya başladı.
DİPLOMASİ TRAFİĞİNİN ADAMI
AB ile temaslardan, Kıbrıs müzakerelerine, Irak savaşına kadar hemen her alanda rol aldı. Göreve gelirken iki üç yıl sonra ayrılmayı planlıyordu. Yazmayı planladığı kitaplara yoğunlaşmayı, üniversiteye dönmeyi hayal ediyordu. 2007 seçimleri yaklaşırken milletvekili olmayı düşünmediği gibi ayrılmaya niyetlendi. Seçim sonrasında dosyalarını hazırlamaya da başladı. Ancak ayrılmasını ne Erdoğan uygun buldu ne de Gül. Hem PKK eylemlerinin artması nedeniyle aniden kendisini yeniden yoğun bir diplomatik trafik içinde buldu. Erdoğan'ın özel uçağıyla çeşitli ülkelere giden, hükümet adına resmi temaslarda bulunan, Türkiye diplomasi tarihinde örneğine rastlanmayan bir "Başdanışman" haline geldi.
TÜRKİYE'NİN KISSINGER'I
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın dış temaslarının, ikili görüşmelerinin değişmez ismiydi artık. Görüşmelerin en özel anlarına bile katılıyordu. ABD, Avrupa ülkeleri bile büyükelçilikler, Dışişleri yerine çoğu zaman onun telefonu, maili üzerinden Türkiye ile temaslar yürütüyordu. Gelen mesajları sonradan Dışişleri'ne aktarıp kayda geçiriyordu. Şam'da Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile görüşme görevi MGK bildirisiyle duyuruluyordu. ABD Başkanı Obama gelmeden önce Washington'a gidip hazırlıkları da o yürütüyordu. Geldiği noktanın dikkat çekmesi ise Suriye, Filistin ve İsrail ile temasları sayesinde oldu. Hamas lideri Halit Meşal ile gizli görüşmesinin ortaya çıkması epey gürültü kopardı. Artık "Türk diplomasisinin Kissenger'ı", "Gölge adam", "İnce bir taktisyen" olarak tanımlanıyordu.
40 YIL AYNI EVDE OTURDU
İlginç ama ayrı bir ekibi hiç olmadı Davutoğlu'nun. Başbakanlıkta, yardımcısı ve eski öğrencisi Ali Sarıkaya, bir sekreteri ve şoförü vardı sadece. Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık-Dışişleri Bakanlığı üçlüsü ile koordinasyon halinde çalıştı hep. Askerler de analizlerine önem verdi. Bazen danışmanlar Akif Beki ve Ömer Çelik ile sorun yaşasa da kimseyle derin bir çatışması olmadı. Çok eleştirildi. En çok da "Neo-Osmanlıcı" olmakla suçlandı. Kendisi kabul etmedi bu tanımı. Amacı, Türkiye'yi "merkez ülke" yapmaktı. Bölgedeki uçan kuştan bile haberdar olmaya çalışıyordu. Sonuç, 1.5 ay içinde 11 ülkeye gitmesiydi. Şubat sonundan itibaren Tanzanya, Kenya, İran, Irak, Çek Cumhuriyeti, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Katar ve Suriye'yi dolaşmıştı ve geziler aynı tempoda sürüp gidiyordu. 40 yıldır oturdukları Bahçelievler'deki evine çok az uğrayabiliyordu. Bu tempodan en çok yakınan da küçük çocuklarıydı. Babasının adını verdikleri oğlu Mehmet henüz 12 yaşındaydı, kızı Hacer Bike ise 10. İkisi de henüz ilkokuldaydılar. Davutoğlu, gittiği her ülkeden onlara birer hediye almayı ihmal etmiyordu.
SARE HANIM KÜRTAJ KARŞITI
Sare Davutoğlu, kadın doğum uzmanı. Eşiyle Malezya'ya gittiği dönemde o da üniversitenin kliniğinde görev yaptı. Halen İstanbul'da kendi muayenehanesinde çalışıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın kız kardeşi Vesile İlden'in dostu olan Sare Davutoğlu, Erdoğan'ın kızı Esra Albayrak'ın da doktoru. Doğumunu o yaptırdı.
Kürtaj karşıtı görüşleriyle tanınıyor. Seminerlere, toplantılara katılıp bu konuda konuşmalar yapıyor. Üyesi olduğu, Hayat Sağlık ve Sosyal Hizmet Vakfı'nın amaçlarından biri de kürtaja karşı mücadele. Vakfın "Yaşama hakkı-kürtaj" projesinde Sare Davutoğlu, aktif olarak görev aldı. Vakıf, 2006'da kamu yararına çalışan kuruluşlar arasına alındı ve vergi muafiyeti tanındı.
Son Dakika › Güncel › İşte Yeni Başbakanımız Davutoğlu'nun Hayatı - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?