Murat Yazar, insanların sevinçlerini ama daha çok hüzünlerini, acılarını, zorluklarını, dramlarını bir nevi insana dair her şeyi zaman içinde dondurmaya çalışan bir fotoğraf sanatçısı. "İnsana dair mutlu anları Türkiye'de bulmak zordur" diyen Yazar, profesyonel fotoğrafçılık mesleğindeki yaşam öyküsünü, insan temalı fotoğraflara neden merak sardığını, National Geographic'ten Paul Salopek'le Türkiye'den Gürcistan'a uzanan ilginç yürüyüşünü ve 24 Nisan 1915 Ermeni olaylarının 100. yıldönümünde Ermenistan'daki izlenimlerini Gazete İpekyol okurlarıyla paylaştı.
MURAT YAZAR KİMDİR?
Murat Yazar, 1978 Urfa doğumluyum. Urfa'nın ördek köyünde doğdum ve çocukluğum orada geçti. Daha sonra yatılı okulda okudum, lise ve üniversite öğrenimimi de yine Urfa'da yaptım.
Fotoğrafçılığa merakınız nasıl başladı?
Fotoğrafçılığa aslında çok önceleri merakım vardı özellikle ortaokul yıllarından itibaren. Ama o dönemde fotoğraf makinesine sahip olmak biraz zordu. O zaman başlayamamıştım. Sonra 2007 yılında küçük kompakt bir kamera aldım. 3.2 mega pikselliydi ve öyle başladım. Aslında ilk başladığımda sadece boş zamanlarımı değerlendirmek için başlamıştım.
Hobi olarak mı?
Evet. Ama daha sonra çok kısa bir süre içerisinde boş zamanlarımı almanın ötesinde hayatımdaki en önemli olgu olmaya başladı. 2007'nin sonlarında da İstanbul'a gittim fotoğrafçılığımı geliştirmek için.
Profesyonel anlamda eğitim almak için miydi?
Evet, profesyonel anlamda eğitim almak içindi. 2008'de de yurtdışı sergilerim başladı. İlk önce Fransa'da, sonra Macaristan'da daha sonrasında da geri geldik.
Sizi fotoğrafçılığa ilk yönlendiren şey neydi?
Aslında benim görsel sanatların hepsine ilgim var. Sinema, resim, fotoğraf… Ama fotoğraf daha çok benim ilgimi çekiyordu. Özellikle yaşamda gördüğümüz görüntüler, geçmiş zamanda filmlerindeki fotoğraflara baktığınız zaman siz o anı görüyorsunuz. Bazen sayfalarca yazı yazılabilir ama bir fotoğraf o yazının hepsine karşılık gelebilir ve size çok daha güçlü duygular verebilir. Duyguları, düşünceleri yorumlayarak yaşamdaki o görüntüleri bir nevi dondurmak, zaman içinde başka periyotlara taşımak istedim.
Ana tanıklık mı yapmak istediniz?
Tanıklık, belgelemek… Zaten belgesel fotoğraf çalışıyorum. Öyle başladık işte.
Peki, tema olarak daha çok neyi işliyorsunuz?
Tema olarak daha çok sokak fotoğrafçılığıyla başladım. Benim fotoğraflarımın çoğu insan temalıdır. Sokak fotoğraf, belgesel fotoğraf dediğiniz zaman aslında bunun içine her şey giriyor. Portre fotoğrafçılığı, doğa fotoğrafçılığı… Şu anda Kafkasya'yla ilgili bir proje üzerine çalışıyorum. Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan'ı kapsayan bir proje. Kafkasya dediğiniz zaman sadece insan olmuyor, sokak olmuyor. Bazen dağlarını çekiyorsunuz, doğasını çekiyorsunuz. Yani o, onun bir parçası oluyor. Onun için bunların hepsini içine alıyor, sokak ve belgesel fotoğrafçılığı.
Tek bir temanız yok yani…
Yok, tek bir tema yok. Örneğin ben, Kafkasya'yı bitirip getirip paylaştığımda kitap veya başka herhangi bir şey, orada sadece insan görmek istemezsiniz. Biraz da oranın doğasını, oranın sokaklarını yani her yönüyle görmek istersiniz.
O da biraz geniş olmuyor mu çalışma açısından?
Çok geniş değil. Şimdi şöyle bir şey. Fotoğraf özellikle belgesel fotoğraf görsel anlamda bir hikaye anlatmaktır. Görsel olarak bir hikaye anlattığınız zaman, mesela bir hikaye okuduğunuz zaman bunun betimlemeleri vardır. Örneğin bir odaya girdik, bir odaya girmeden önce o odayı betimlersiniz. İşte oda ikiye iki metrekare, içerisinde bir sofa falan filan… Fotoğraf da biraz öyle. Bir konu çalışırken sadece insan çekmezsiniz. Belli bir kültürünü çekmezsiniz. Tabi ki, bunlar da içerisinde olur. Düğünüydü, gelenekleriydi ama her alanıyla çekmez zorundasınız ki, o görsel bir hikaye olsun.
İnsanların yaşadıklarını fotoğraflarken çok etkilendiğiniz bir deneyiminiz oldu mu?
Tabi ki, çok oldu. Öncelikle ilk aklıma gelen Ankara Polatlı'da mevsimlik işçileri çekiyorduk. İki arkadaşla gitmiştik. Urfa'dan soğan toplamaya gelen insanlar vardı. Bizden bir gün önce sel almıştı çadırlarını ve çok kötü durumdaydılar. Eyyübiye'den giden bir aile vardı. Onlarla konuştuk, çay yaptılar bize. Biz, yaşlı bir adamla konuşurken genç bir kız Kürtçe sordu babasına. 'Baba bunlar neye geldi, bize yardım etmeye mi geldiler.' Babası da 'hayır, herhalde zevk için çekiyorlar' dedi ve ben orada çok etkilenmiştim. Aslında amacım orada o insanların durumlarını fotoğrafla göstermekti. Ama yine de ne kadar yardımcı olabiliyorum diye de kendi kendime sormaya başladım. Fotoğraf çekemedim. Fotoğrafçı her durumda çalışmasına devam etmeli. Çünkü sizin işiniz ama biz duygusuz insanlar değiliz, robot değiliz. Makinemi çantaya koyup, fotoğraf çekememiştim o zaman. Yine bunun gibi Şengal'den gelen mültecileri de fotoğrafladım, Kobani'den gelenleri de. Onların hikayeleri karşısında da bazen tıkanıyorsun, duruyorsun. Öyle durumlarla karşılaşıp fotoğraf çekmek çok zor.
Durumunu fotoğraflayıp bıraktığınız insanları daha sonra düşündüğünüz oldu mu hiç?
Birçok insan oldu. Çalıştığım konuların çoğu toplumda etki yaratmış olaylar, sosyal konular. Örnek vermek gerekirse Romanlar toplumda dışlanmış insanlardır. Cumartesi Anneleri ki, hala her hafta oturup akrabalarını bulmaya ya da onları öldürenleri bulmaya çalışan kadınlar, mülteciler ve bunun gibi konular. Bunların hepsi zaten başlı başına duygusal, büyük bir toplumsal, insanlara acı veren olaylar bunlar.
İnsan dramının dışında mutluluk veren şeyleri de görmüyor musunuz?
Ülkemizde mutluluk çok zor bulunuyor. Ben bulamıyorum çok fazla. Bir konu çalışırken düğün de çekiyorsunuz, o düğün aslında bir mutluluk oluyor. Ama genel olarak maalesef hüzünlü ve üzücü öyküler oluyor.
Sizin örneğin ilginç bir yolculuğunuz vardı katır sırtında. Neydi bu amacınız?
National Geographic'ten Paul Salopek, şimdi bu adam dünyayı dolaşacak. 33 bin kilometre yürüyecek. Afrika'dan başlıyor, Etiyopya'dan, Şili'de, Amerika'da bitirecek. Amacı şu: Yaklaşık 70 bin yıl önce Evrim Teorisi'ne göre insanlar Afrika'da doğmuş veya dünyaya yayılmışlar. Bu da 70 bin yıl sonra bunun devamını yapmak istiyor. Ve Türkiye'deki ayağında ben yürüdüm. Urfa'dan Gürcistan'a kadar… Kıbrıs'tan Mersin'e gelmişti. Urfa'dan, Birecik'ten Gürcistan içlerine kadar yürüdük. Yaklaşık bin 200 kilometre yürüdük, bütün doğu boyunca. Benim için apayrı, yıllarca unutamayacağım bir anı oldu, bir deneyim oldu. Rotamızı şöyle anlatabilirim. Birecik, Halfeti, Siverek, Adıyaman, Kahta, Karacadağ üzerinden Diyarbakır'a, Batman, Tatvan, Ahlat, Adilcevaz, Patnos, Ağrı, Kazman, Kars, Ardahan oradan Posof'tan Gürcistan'a girdik.
Bu yolculuk esnasında karşılaştığınız insanların size bakış açısı nasıldı?
'Delisiniz' diyorlardı. 'Deli misiniz, araba varken niye yürüyorsunuz' diyorlardı. Biz, yürürken genellikle yollardan kaçıyorduk. Ama bazen mecburen dağların arasından geçen tek bir ana yol oluyor ve arabalar gelip duruyordu. 'Gelin binin' diyorlardı. Genellikle bazen iki kişi, bazen üç kişi yürüyorduk ve bir katır vardı eşyalarımızı, yiyeceğimizi, çadırlarımızı taşıyordu. İlk önce o 'deli misiniz' tepkilerinden sonra merak uyanıyor. Uzun uzun sohbet ediyorlardı. Bir Amerikalı, beni de genellikle bir turiste benzetiyorlardı. Çok farklı bir deneyim oldu.
Sırada böyle 'delilikler' var mı?
Bilmiyorum. Önceden kendinizi planlayamıyorsunuz. İnsanın delirmesi gibi birden ortaya çıkabiliyor. Olabilir, düşünüyorum. Özellikle bu yürüdüğüm adam şu anda Nepal'de. Nepal şu anda büyük bir deprem geçirdi. Çok acı bir şey. Nepal civarında da yürümeyi düşünüyor. Orada da yürüyüşün bir kısmına yine katılacağım ama bireysel de bazı şeyler düşünüyorum.
24 Nisan 1915 Ermeni olayları, soykırımla ilgili tartışmalar varken ve bu olayların 100. Yılında siz Ermenistan'daydınız. Nasıl bir hava vardı Ermenistan'da?
Şöyle bir hava var. Türkiye'den baktığınızda sınırda kocaman duvarlar var. Sınırların ötesini biz bilmiyoruz. Benim çevremden de birçok arkadaş Ermenistan'a gitmeyi düşünüyor ama 'acaba oraya gidersek nasıl bir tepkiyle karşılaşırız' diye düşünüyorlar. Gittiğiniz zaman 'Türkiye'denim' dediğiniz zaman bir şüpheyle yaklaşıyorlar belki ama o da herkes değil. Çok az kişide oluyor. Genel olarak insanlar size iyi yaklaşıyor. Yıllardır aslında toplum bazında değil de sistemlerin hem Türkiye'deki hem de Ermenistan'daki devlet yönetimlerinin koyduğu bu korkular, bu ön yargılar iki toplumun, tırnak içinde söylüyorum yönetim dışında halkın birbiriyle yakınlaşmasını, iletişim kurmasını biraz engellemiş. Onun dışında şu anda Ermenistan'dan da buraya gelmek isteyen insanlar var. Buradan da gitmeye başlayan insanlar var. Bir nevi yakınlaşma oluyor. Ama 100. yıl anmasına gelirsek çok büyük törenler yapıldı. Oradaki herkes Türkiye'nin bununla yüzleşmesini istiyor. Soykırımla yüzleşmesini istiyor. Kişisel olarak ben soykırım yapıldığına inanıyorum. Bu benim kişisel görüşüm. Benim annemden, annemin de annesinden duyduğu hikayeler ve çevreden duyduğum hikayeler… Bu bir soykırımdır. Çünkü yaşanan acılar büyükmüş. Şimdi soykırım ile yüzleşince ne olacak? Bir de bu durum var. Bir kesim soykırım ile yüzleşin ve acımızı paylaşın diyor. Bir kesim ise paylaşsın ama bu yeterli değil. Mesela tazminat olayı var. Çünkü buradaki Ermeniler evlerinden göçmüşler ve her şeylerini burada bırakmışlar. Ama ilk aşama Türkiye halkının bununla yüzleşmesi.
2012 yılında fotoğraf çalışmalarınız Türkiye'de İZ, 2013'te Kanada'nın NOW dergisi ve 2014 National Geographic'te yayınlandı. Bu veya buna benzer çalışmalarınız var mı?
Öncelikle bir fotoğraf çalışması yaparsın ve daha sonra bu çalışmayı bir yerlere gönderirsin. Yada bu yayınlama konusunda bir yerlerden sana davetiye gelir. Şuanda çalıştığım projeler var. Mülteciler ile ilgili çalışmam devam ediyor. Bunun yanında İran ve Kafkasya projeleri olacak.
Çalışmalarınız ne kadar sürüyor?
Tahminim üç yıl sürer diye düşünüyorum. Bunlar dönemsel olarak devam ediyor. Bazen Kafkasya'ya bazen İran'a gidiyorum. İkisini aynı anda çalışmayı düşünüyorum. Özellikle Ermenistan'a giriş için ya Gürcistan'a yada İran'a girmek zorundasınız. O yüzden oralarda çalışma yapıyorum. Çalışmalar önce dergilerde yayınlandı, Fransa'da yaklaşık dört sergim oldu. Paris'te iki, Lion'da bir ve Türkiye'de de bir kaç sergim oldu. Sergi yapmak masraflı olduğu için genellikle davet üzerine ve sponsor olduğu için gidebiliyorsunuz.
Peki, fotoğrafçılığa merakı olanlara öneriniz ne?
Her fotoğrafçı muhakkak kendi fotoğrafını çeker. Fotoğraf sadece bir görüntüyü çekmek değildir. Mesela bazen fotoğraf dersleri veriyorum ve öğrencilerime şunu söylüyorum, 'Nasıl ki bir müzisyen notaları çok özel bir kıvam ile ortaya getirirse, çünkü notaları bizde öğrenebilir ama marifet onları bir araya getirmektir.' Fotoğrafçı da çektiği fotoğrafta o farkı ortaya koyabilmeli. O yüzden herkes kendi fotoğrafını çeker. Ben de başlarken eğitim almadan başladım. Daha sonra kendimi eğittim. Ama en önemlisi sevmek gerekiyor. Bu işe para kazanayım mantığı ile bakmamak gerekiyor. Çünkü para kazanayım mantığı ile baktınız mı farklı yönlere kayabilirsiniz. Mesela kişisel olarak ben düğün ve reklam fotoğrafı çekmiyorum. Ama ilk başladığımda bir iki yılda ekonomik sıkıntıdan dolayı biraz çektim. Son beş yıldır çekmiyorum. Çünkü işin ekonomik yönüne kayınca sanatsal fotoğraf çekme ruhunu kaybediyorsunuz. Eğer fotoğraftan para kazanacağım mantığı ile başlıyorlarsa bence hiç başlamasınlar. Çünkü bu işten kazanılan para onları tatmin etmez.
En büyük hayaliniz ne?
Çok iyi fotoğraflar çekmek. Ünlü olmanın ötesinde gerçekten iyi fotoğraflar çekmek istiyorum. Çünkü ünlü olmak ile iyi fotoğrafçı olmak arasında fark var. Ünlü olabilirsiniz ama ben iyi fotoğraflar ortaya koymak istiyorum. Bunun sonrasında örneğin Magnum Fotoğraf Ajansı gibi önemli yerlere üye olmak isterim.
(Kaynak: Gazeteipekyol)
Son Dakika › Güncel › 'Herkes Kendi Fotoğrafını Çeker' - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?