Le Trio Joubran, doğu müzik tarihinde üç üdiden oluşan ilk müzik grubu olarak tarihe geçti. 2004'te Paris'te müzik yoluculuğuna başlayan doğu klasik müzik grubu, Filistin'de yaşayan bir aileden gelen üç kardeş tarafından kuruldu. Al Jazeera Türk, dünyanın dört bir yanında her yıl ortalama 100 konser düzenleyen Le Trio Joubran ile özel bir sohbette, üç kardeşin yaşadıklarını, müzik ve sanat yolculuklarını, Filistinli sanatçılar olarak hangi zoruluklarla karşılaştıklarını irdeledi. Al Jazeera Türk, üç kardeş Samir, Visam ve Adnan ile İstanbul'da görüştü.
-Müziğe nasıl başladınız? Müzik dünyasına ilk olarak 'Takasim' albümüyle girdiniz, sonrasında 'Su'fehim' (Yalnış Anlama). Bu iki albümden biraz bahseder misiniz? özellikle Su'fehim albümünüzden ne ima etmeye çalıştınız?
-Samir Joubran: Sanatla yoğun bir şekilde ilgilenen bir aileden geliyoruz. Babam üd yapımcısı, annem ise şarkıcı. O yüzden çok doğal bir şekilde sanata başladım ve bu olması gereken doğru bir sonuçtu benim için. Kardeşler arasında en büyüğü benim. İkinci kardeşimle aramızda 12 yaş var. Üd sanatına Filistin'in kuzeyindeki Nasıra kentinde başladım. Farklı hocalardan sanatı öğrendim. Yüksek eğitimimi Kahire'de Abdul Wahhab Müzik Enstitüsü'nde bitirdim. İlk başladığımda hayalim üd sanatını tek başına ortaya çıkartmak, tanıtmaktı. Yani başka enstrüman bulunmadan, şarkıcı olmadan, sadece üdun var olduğu bir müzik. Çünkü bana göre üdun kendisine özel bir kimliği var diğer enstrumanların ve şarkıcının diktatörlüğü ve baskısından kurtulmalı ve özgür bırakılmalı.
"Hayalim, ilk başladığımda üd müziğini sahnede özgürce çalmaktı."
Samir Joubran, Filistinli Müzisyeni
İlk başladığımda bir çok şarkıcı ve müzik grubu içinde bulundum fakat sahnede sadece üd bulunması hayalini içimde hep yaşatıyordum. 1996 yılında ilk albümümü, Takasim'i çıkardım. Sonra 2001 yılında Su'fehim (yalnış anlama) albümü çıktı. Sonra kardeşim Visam ile yolculuğumuz 2003'te Temas albümü ile devam etti. Temas albümü ile büyük bir başarı elde ettik. Fransa'dan dünyaya yolculuğumuz başladı. Kardeşim Visam ile birlikte sahneye çıktık. Visam, ikili doit yapabilmek için uygun müziksel girişleri takip etmeye çalışıyordu. Temas albümüyle üç sene içinde Avrupa'nın farklı şehirlerinde dört yüzden fazla konser verdik. Bu da bizim için Le Trio Joubran grubunun doğumu için ilk adım oldu. 2004 yılında Adnan'ın bize katılımıyla birlikte bizim müzik gurubumuz doğmuş oldu ve ilk albümümüz Randanah'ı çıkardık..
Su'fehim (yalnış anlama) albümümü Filistin'de İkinci İntifada'nın başladığı zamanda çıkardım. O süreci tüm detaylarıyla yaşadım. İsrail'in uyguladığı evden çıkma yasakları, tanklarla saldırılar, askeri barikatlardan geçme sıkıntılarını yaşadım. Evim İsrail tarafından iki kere bombalandı. O zaman da hep kendime soruyordum, entelektüel ve aydın insanlar böyle zamanlarda nasıl bir role sahip olmalı? Edebiyetçılar, yazarlar ve tüm sanatçılar büyük şiddetin hakim olduğu, kan kokusunun her tarafa yayıldığı bu süreçte ne yapmalı? Ben belki bir taş kaldırıp atamıyordum, sanatımdan başka yöntemlerle kendimi ifade edemiyordum.
"İkinci İntifada'yı tüm detaylarıyla yaşadım. Elimde sadece sanatım vardı. İntifada'yı Su'fehim (Yanlış Anlama) albümüyle anlatmaya çalıştım."
Samir Joubran, Filistinli Müzisyeni
Fakat bunu yaparken içimde bir dert vardı, müziğimi kim dinleyebilecek? Benim yaptığım müzik nasıl olur da tankların, tonlarca ağırlıktaki bombaların sesini geçecebilecek? Bu sanatın ruhu herkese nasıl ulaşabilecek? Ama sonunda albümü çıkarabildim. İsmini Su'fehim olarak koydum. Kendime ve bütün insanlara şunu demek istedim; 'eğer bu yöntemin yalnış olduğunu söylüyorsanız bu bir yalnış anlamadır, benim için o dönemde kendimi ve duygularımı ifade etmek için elimde bulunan tek yönetim bu çünkü."
-Filistin'de Nasıra şehri dendiğinde akla gelen ilk şey üd ve üd yapımıdır. Nasıralı olmanızın sanatınıza nasıl bir katkısı oldu?
-S.J: Nasıra şehri Filistin ve eskiden Ber El Şam olarak tanımlanan bölgede kültür açısından tarihi bir öneme sahip. Babam bize hep bununla ilgili hikayeler anlatıyordu. Dedemler Lübnan ve Şam'ın diğer bölgelerine hep şarkı, roman ve müzik tanıtıyorlardı. Yani Nasıra stratejik konumu açısından hep önemli olmuştur. Bu şehir kültür, sanat ve folklor açısından hep zengin olmuştur. Orada doğdum, büyüdüm. Şimdi ise Paris'te yaşıyorum. Ramallah ve Paris arasında gidip geliyorum. Elbette kültür kimliğimiz son 10 yılda yaşadığımız ve gittiğimiz yerlere göre farklılaştı. Fakat Nasıra hala içimde canlı. Hatıralarım hep benimle dolaşıyor. Nasıra bizim için sanat yolcuğumuzun esası olmuştur.
-Paris'te yaşamanın sanatınıza yansıması nasıl oldu?
-S.J: Bazı insanlar Paris'ten başlamamızın başarımızın asıl sebebi olduğunu zannediyor. Bu yalnış bir düşünce. Paris, kültür ve sanat açısından dünyanın en merkezi şehirlerinden biri. Bir sanatçının böyle bir şehirde kendisini ve sanatını ispat edebilmesi çok zor olur. Fransa'dan başlayıp dünya çabında ünlü olabilmek, bir meydan okumayı gerektirir. Ünlü ve başarılı sanatçılarla yarışmak durumunda kalıyoruz. Büyük bir şehirden söz ediyoruz. Bir gecede yüzlerce konser olabiliyor bu şehirde. Fakat Paris, aynı zamanda bize Filistin'de olamayan profesyonel prodüksiyon şirketi ve hizmetleri sundu. Bize profesyonel işletme ve yönetim, profesyonel teknik ekibi ve en önemlisi de ifade özgürlüğü sağladı. Korkmadan ve bazen folklora bağlı olmadan da sanatımızı istediğimiz şekilde fark gözetmeksizin tüm dünyaya sunmak için imkan verdi.
"Arap dünyasında sanatçıların büyük bir kısmı hala kimlik baskısı altında yaşıyor."
Samir Joubran, Filistinli Müzisyeni
Bana göre, Arap dünyası sanatçılarının büyük kısmı hala kimliğin baskısı altında yaşıyorlar. Modernite ve çağdaşlığa giden sanatçılar çok az. Evet, sözlü bir müzik yapmıyoruz belki, fakat sanatımız kesinlikle daha geniş, daha çağdaş bir vizyona sahip olmalı. Paris, öyle bir şehir ki müzelerini gezmek, caddelerinde yürümek, farklı konserlerine ve programlarına gitmek bile size çağdaşlık katıyor. Paris'te modern dans, sinema ve tiyatro ile alakalı bir çok konser yaptık. Bunun gibi imkanlara başka bir ülkede, özellikle Arap ülkelerinde sahip olabileceğimizi düşünmüyorum. Ama aynı zamanda dediğim gibi Paris'te kendini ispat etmek çok zor bir şey.
Paris'i seçmemiz ise tamamen tesadüf ürünü olmuştu. Kardeşim Visam ile beraber ilk sahne aldığımız konser orada olmuştu. Sonrasında orada bir produksiyon şirketiyle anlaştık.
-Filistinli bir sanatçı olarak dünya çapında ünlü oldunuz. Filistinli sanatçılar bu yolda ne gibi zorluklar yaşıyor?
-S.J: Bence dünyaca ünlü olmak zor bir şey. Arap dünyasından çok az sanatçı dünyaca ünlü olabilmiştir. Biz her ne kadar dünyanın her tarafında konser veriyor olsak da dünyaca ünlü olduğumuzu iddea edemeyiz. Çünkü mesela Hindistan'da hala tanınmıyoruz. Orada konser veremedik hala. Şimdiye kadar dünyanın farklı ülkelerinde binden fazla konser verdik. Bizim bir yolumuz var, büyük hedeflerimiz var, ilerliyoruz. Bir çok sanatçı kendisinin dünyaca ünlü olduğunu zannediyor faakt çoğu zaman yanılıyorlar. Dünyaca ünlü olmak, ilk olarak kaliteli ve yerel bir şey yazmak veya yaratmakla başlıyor. Yerel olarak kaliteli olamayan bir şeyi dünyaya aktarmak çok zor olur. O yüzden biz her zaman yeni bir şey çıkardığımız zaman öncelikle Filistin'e gidip oradaki dinleyicimize dinletiyoruz. Filistin'de sahne almayı çalışmalarımız açısından ilk test olarak görüyoruz. Filistin sanat, kültür, şiir ve edebiyet konusunda çok zengindir. Her konuda çok ünlü sanatçılarımız var. Belki şimdiye kadar devletimiz yok ama Arap ülkeleri arasında bu konuda en çok ilerlemiş ve dünyaya açılmış olan da Filistinlilerdir.
"Belki şimdiye kadar bir devletimiz olmadı ama Arap ülkeleri arasında sanat ve kültür bakımından en ilerlemiş ve dünyaya açılmış olan Filistin'dir."
Samir Joubran, Filistinli Müzisyeni
Soruyoruz bazen kendimize, Mahmut Derviş, Edvard Said, Meşid Maşharavi, İlis Suleyman, Hani Abu Asad ve Oscar ödülü seviyesine yükselen birçok yönetmen, bütün bu isimler ve başka çok isim daha neden Filistin'den çıkmış? Bence bu, Arap dünyasının bizim önümüzü kapatmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla bütün bu isimler Avrupa'dan yola çıkmışlar ve hatta büyük bir kısmının da Paris'ten başlaması tesadüf değildir. Filistin'de sanatçının karşılaştığı temel engeller ise yönetim ve prodüksiyon imkanısızlığı. Bir sanatçının müziğini yaratmak ve açığa çıkarmak için prodüksiyon finansı, albüm pazarlaması, konser düzenlemesi gibi önemli imkanlara sahip olması lazım. Filistinli sanatçının önünde duran temel engelin bu olduğunu düşünyorum.
-Filistin davası sanatınızda nasıl bir yer alıyor? Nasıl tanıtmaya ve desteklemeye çalışıyorsunuz?
-S.J: Biz bu konuda çok dikkatlı davranıyoruz. Ben belli bir kesim insanların dikkatini çekmek için acındırma yöntemleriyle Filistin davasını istismar etmeye çalışan sanatçılara karşıyım. Filistinli olmakla gurur duyuyorum. Fakat kendimi bir kurban olarak pazarlamam. Aynı zamanda kendimi kahraman olarak da sunmuyorum. Profesyonel sanatçı nasıl olunur Mahmut Derviş'ten öğrendim. Sanatımda, müziğimde ne kadar profesyonel olursam ondan sonra sadece Filistinli olduğumu söylesem Filistin davasını desteklemek için yetecek. Aynı şekilde biz kimlik baskısı altında kalmamak için dikkatli davranıyoruz. Külütür ve sanat açısından ilerlemek istiyorsak kimliğin sanata uyguladığı baskıdan kurtulmamız lazım. Elbetteki Filistin davasına destek olduğumuz ve sahip çıktığımıza inanıyoruz. Dünyanın farklı ülkelerinden dinleyicimizin olması, yılda yüz konserden fazla yaparken hep sahnede Filistinli olduğumuzu söylememiz, benim grup adına her konserde dinleyicilerimize Filistin'i hatırlatıyor olmam ve bizim Filistin özgürlüğü adına şarkı dillendirmemiz, bunlar birer birer Filistin davasına destektir. Filistin'i müziklerimizde canlı tutmaya çalışıyoruz. Sanatçı ve entelektüel insanın her zaman adil bir siyasi davası olmalı. Fakat siyasetçilerimiz kültür açısından zayıf düşüyorlar. Buna tepki olarak gidip siyasetçilik, particilik veya siyaset kavgalarının sahne olduğu bir müzik yapmaya çalışıyorlar. Bunun çok yalnış olduğunu düşünüyorum. Sanat,vatan sevgisi, insani değerler, hayatın anlamları üzerinde kurulmalı. Müzik bu bağlamda doğal bir şekilde kendi kendine siyasi bir vizyona sahip oluyor zaten.
[Fotoğraf: AJT - İlker Taş
Samir Joubran - Musab Yousef
-Her sanatçının bir ilham kaynağı vardır. Sizin ilham kaynağınız nedir?
-S.J: Biz, ilhamımızı çok çalışmak ve çaba sarfetmekten alıyoruz. Mahmut Derviş'in söylediği bir söz aklımda canlanıyor. Diyor ki; "bir aşk şiiri yazmak için illaki bir kızla deniz kıyısında dolaşmak zorunda değilim. Masada saatlerce oturup şiir yazmaya çalışır, zihnimde o deniz kıyısını yaratırım". Fakat bunu söylerken elbette bazen gördüğümüz güzel bir şey olur, hissettiğimiz ince bir şey veya gezdiğimiz bir yerin etkisi oluyor ve oradan müziğimiz doğabiliyor bazen. Fakat asıl ilhamımız oturup saatlerce çalışmak. Yazarız, tartışırız, yeni müzik yaratırız pratik yaparız. Bir şey daha var ilham kaynağı olarak gördüğümüz; o da şairimiz Mahmut Derviş. O, şair olarak, kişilik olarak bizim için büyük bir ilham kaynağı.
-Mahmut Dervişi ile birlikte 13 yıl boyunca dünyanın her tarafında konserler verdiniz. O, şiir okurken siz müziğinizi şiirinin misralarına göre değiştiriyordunuz. Nasıl bir duyguydu?
-S.J: Mahmut Derviş ilesanatçı ile şair arasındaki profesyonel ilişki şeklinde bir yanı var ilişkimizin. Ama bizim için daha önemli olanı, Mahmut Derviş'i manevi babamız olarak görmemiz. Oturumlarımız siyasetten uzak, insani ve zarif bir boyut alıyordu. Onunla gezmek benim en çok hoşuma giden şeylerden bir tanesi. Derviş'ten gerçek vatan sevgisini öğrendik. Ondan hayatın her ayrıntısında nasıl sanatçı olmamız gerektiğini öğrendik.
"Mahmut Derviş bize veda etti, fakat o bizimle her zaman yaşayacak. Derviş, Filistin'de kültür ve sanatın ruhunu canlandıran bir şairdi."
Samir Joubran, Filistinli Müzisyeni
Sanat sadece müzik yapmak değil. Kıyafetimizde, yiyeceklerimizde, insanlara davranışlarımızda ve tüm ilişkilerimizde canlandırılması gereken bir şey. Mahmut Derviş bize veda etti belki, fakat o hep bizimle yaşayacak. Mahmut Derviş tüm Filistin'de kültür ve sanatın ruhunu canlandıran bir şairdi.
-Üç sanatçı kardeş olarak müzik yaparken nasıl bir diyaloğunuz oluyor? Nasıl karar veriyorsunuz?
-S.J: İlişkilerimiz doğal olarak biraz karışık oluyor. Çünkü biz hem kardeşiz hem de profesyonellik anlamında iş ilişkimiz var. Müziklerimizi yaparken zaman profesyonellik ilişkisini hakim kılmaya çalışıyoruz. Evet bu grubun başı var bu da doğal olarak kardeşler arasında yaş olarak en büyüğü olduğumdan dolayı benim. Fakat her zaman bir zevk veya bir nota üzerinde farklı görüşlerimizin olduğu zamanlarda oylama yaparız ve sonrasında bir yol buluruz. Yani demokrasimiz var. Bazen özellikle yeni bir müzik yaptığımızda 7 saat 8 saat beraber kesintisiz çalışıyoruz. Antreman yapıyoruz.
-Filistin'in geleceği için neler düşünüyorsunuz?
-S.J: İsrail ile barış olsa dahi, siyasette konuşulan sorunlar çözülse bile bu yara kapanmayacak, hep tarih hatırasında kalacak. Bunu hafizamızda canlı tutmamız gerek. Vatanımız için canını feda eden şehitlerimizi hep hatırlamamız lazım. Bunun yanında hep hayallerimizi, ümidimizi yeniden inşa etmemiz ve canlı tutmamız lazım.
-Müzik yolculuğunuz nasıl başladı? Temas albümü, Samir ile beraber yaptığınız ilk albümdü. Abinize katılma süreci nasıl oldu?
-Visam Joubran: Mütevazi ama sanatça zengin bir ailede büyüdüm. İçinde yaşadığım bu ortamın sanat açısından eşsiz olduğunu söyleyebilirim. Bizim evde hep müzik çalardı, hep üd sevdası vardı, hatta evdeki üdları ailemizin birer üyesi olarak görüyorduk. Babamın yeni bir üdu bitirdiğinde sanki yeni bir çocuğumuz doğmuş gibi sevinç yaşardı ve bize de bu sevinci yaşatırdı. Böyle bir çevre içinde yaşayınca, sanat yolunda yürümemiz doğal oldu. Dört kuşaktan gelen bu üd sevdası, sanatı ve yapımcılığı bize de sirayet etmiş oldu. Şahsen ben bu sanatın kendimi özüme yakınlaştırdığını gördüm. İçimde hissettiğim şeylere hitap ettiğini gördüm. Böylece bu sanata daha çok tutuldum. Diğer kardeşlerim arasında babama en yakın olan bendim ailede. O da bana üd yapmayı öğretti. Böylece üd yapımcılığında dördüncü kuşağı temsil ediyorum aile içinde. Abim Samir ile yolculuğumuz biraz böyle başladı.
[Fotoğraf: AJT - İlker Taş]Visam Joubran - Musab Yousef
-Le Trio Joubran müzik grubunda üd yapan tek kişisiniz. Üdunuzun üstünde bir yazı var. Hikayesi nedir?
-V.J: Babam bir arkadaşlık ilişkimiz vardı. Ona çok yakındım, bana tutkuyla üd yapmayı öğretti. Akranlarımla pek oynamıyordum. Tüm zamanımı babamla üd yapımcılığını öğrenerek geçiriyordum. Bu bana büyük bir fırsat sundu. 17 yaşına geldiğimde İtalya'ya sazlı müzik aletleri yapımcılık eğitimi almak için gittim. Antonio Stradivari Üniversitesi'nde okudum. İlk olarak keman yapımcılığıyla başladım. Sonrasında saz enstruman yapımcılığında birincilik ödülü kazandım. Benim şu an sahnede çaldığım üd, Lofer Müzesi'ne layık görüldü. Bir süre o ünlü müzede kaldı. O üd aletini yapma sürecindeyken büyük şairimiz Mahmut Derviş'e çok yakındım ve onunla sıkça görüşüyorduk. Bu üdun yapımcılığını bitirince onunla çaldığım ilk konserde Mahmut Derviş de vardı. O konser Ramallah'ta oldu ve onunla yaptığımız son konserimizdi. O konseri bitirince bana küçük bir not verdi. Bu notu özel olarak saklıyorum. Bu üdun üzerinde Mahmut Derviş'in en güzel şiirlerinden bir mısra yazılı. 'Ala hazihi el ard ma yastahikkul haya', yani 'bu topraklarda yaşanmaya değer birşeyler var'. Çok önemli anlamlar taşıyor bu mısra. Hayatın anlamı, Filistin'e olan sorumluluğumuzun ve folklorumuzun anlamını taşıyor. Ben bu mısrayı üdumun gövdesinde nakşettim ve sahnede hep bizimle olacak. Bu üdla birlikte Fransa'da büyük bir enstruman yapımcılık fuarına katıldım. Ben o fuara Arap dünyasından ilk katılan kişi olmuştum. Bundan dolayı kendimle çok gurur duyuyordum. Üdum çok beğenildi ve daha sonra Lofer Müzesi'ne, meşhur Stradivari'nin kemanının yanında yer aldı. Bu üdu daha sonra satmam için büyük bir mablağ teklif edildi bana. Fakat bu üdun Mahmut Derviş ile hatırası, bana verdiği duygular, parayla ölçülemez. Teklifi reddettim. Üd bizimle birlikte canlı bir kişi gibi dolaşıyor. Dinleyicilerimizle buluşur, konuşur ve temasta bulunur. Bir müzede kalmaktansa üdumun elimde yaşamasını tercih ettim. Çünkü ancak elimdeyken etkili bir rol oynayabilir.
-Sizin de kardeşlerinize katılmanızla üçlü grubunuz kuruldu. O süreci anlatır mısınız?
-Adan Joubran: Böyle bir ailede büyüdüğüm için sanatla ilgilenmem doğal. Ama ilk başlarda farklı olmak istedim, vurmalı çalgılarla başladım. Abim Visam İtalya'ya gittiğinde onu çok özlediğimden dolayı onun odasına girip çaldığı üdla çalmak için uğraşmaya başladım. İlk üd çalmaya başladığımda doğaçlama yapabiliyordum. Bu durum hem beni hem de ailemi şaşırttı. Çünkü o zamana kadar üdla uğraşmamıştım. Fakat evde herkes üd çaldığı için ben de doğal olarak öğrenmiştim. Üd ile yolculuğum böyle başladı. Ama o zaman bir üdi olarak ünlü olmak gibi bir hayalim yoktu. Fakat büyük abim Samir'in solist olarak ünlü olmaya başlaması beni teşvik etti. Daha sonra Visam'ın Samir'e katılması bu sanata beni daha da çok yakınlaştırdı ve artık onları örnek almaya başladım. Ortada başarılı bir tablonun çizildiğini gördüm, geleceği parlak olan bir ikili ve onlara katılsam daha çok başarılı olacağımıza inanıyordum. Böylece bir anda kendimi onlara katılmış olarak buldum ve Le Trio Joubran ortaya çıkmış oldu. Daha önce ailede öyle bir hayal yoktu. Yani kimsenin Le Trio Joubran'ı kurmakla ilgili bir fikiri yoktu. Babam doğal olarak Samir'in üdi olmasını istiyordu. Visam'a da üd yapımcılığını öğretmeye çalışıyordu fakat böyle geniş çaplı bir üçlü kurmak gibi bir düşüncesi yoktu. Kendi kendine gelişmiş oldu Le Trio Joubran. Babam dedemden üd yapımcılığını öğrendi fakat dedem onun ud yapımcılığı üzerinde eğitim almasını engelledi "bu meslek para getirmiyor" dedi. Babam mühendislik okudu, sonra çalıştı, fakat yıllar sonra sevdiği işi yapmaya döndü. Farklı kaynaklar ve kitaplardan kendi kendine öğrenmeye çalıştı. Ahşap fabrikalara gidip kaliteli bir tahta almak istediğinde ona izin verilmiyordu diploması yok diye. Böylece babam Visam'a bu konuda destek oldu ve gerçekleştiremediği hayali oğlunda görmek istedi.
[Fotoğraf: AJT - İlker Taş]Adnan Joubran - Musab Yousef
Her sanatçının bir hayali vardır. Bu hayaller her aşamadan sonra farklı gelişiyor. Çıkacak bir albümümüzde bir parçanın ismini 'my way home' (evime giden yol) olarak koydum. Altına da 'my way home is nicer than home' (evime giden yol evimden daha güzel) yazdım. Çünkü eve giderken hep güzel hayal kuruyoruz, hep o hayallerle yaşıyoruz. Evimiz her zaman hayalimiz olmalı. Hayallerimiz büyüyor ve gelişiyor. Şimdi ikinci 10. yılımıza giriyoruz. Bu bize sorumluluk yüklüyor. Dinleyicimize sevgi borcumuz var.Umarım bu sorumluluğu yerine getirebileceğiz. Sunduğumuz sanat kaliteli, seviyeli ve bir amacımızı olduğu için gurur duyuyoruz. İlk 10 yılımızın projesi Le Trio Joubran'ı kurmak ve ispatlamak oldu. Şimdiki projemiz Le Trio Joubran ne yapacak dinleyiciye ne sunacak projesi olacak.
Son Dakika › Güncel › Filistin Müziğimizde Yaşıyor' - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?