Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adayı olarak açıklanmasının ardından yaptığı konuşma ile cumhurbaşkanlığını bir icraat ve hizmet makamı olarak gördüğü daha da netleşti. Erdoğan böyle bir icracı cumhurbaşkanının vesayet rejiminin tasviye edilmesinin de nihai bir sonucu olduğunu ileri sürmektedir. Oysa CHP-MHP-DSP-DP-BTP'nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, anayasal çerçevesi olmayan ve siyasetin ve siyasa yapım süreçlerinin bilfiil içinde bir cumhurbaşkanlığına karşıdır. Halkların Demokratik Partisi (HDP) adayı Selahattin Demirtaş ise bu seçimi gerek orta ve uzun dönemdeki Kürt açılımı gerek bir sonraki genel seçimler için bir hazırlık olarak görmektedir. Cumhurbaşkanlığına dair bu farklı yorum ve tercihler kampanya ve nihai seçim sonucunu da belirleyecek strateji farklılıklarına yol açmaktadır.
Erdoğan'ın konuşmasına başlarken belki bugüne dek alışıla gelenin de ötesinde dini temalara vurgu yapmasını mütedeyyin muhafazakar seçmene ilk elden ulaşmak istediğinin bir işareti olarak almak gerekir elbette. Ancak Erdoğan dini temalı girişin hemen ardından milliyetçi hassasiyetlere de atıfta bulunarak Anadolu, Kudüs ve Endülüs fatihlerine de referans vermeyi ihmal etmedi. Ardından daha önceki konuşmalarında da benzer referanslar verdiği Aşık Veysel ile devam edip belki de kampanyasının temelini oluşturan bir anısını paylaştı.
Her ne kadar konuşma gününden bu yana aktarılan olayın detayları sorgulanır hale gelmiş olsa da Erdoğan'ın 1994 yerel seçimleri öncesi kendi deyimiyle "yoksul mahalle" vatandaşının bileziklerini bağışlamasını aktarması da rastlantı olmasa gerek. Kendisinden umutlu 8 yaşlarında "masum gözlü" o kız çocuğunu son 20 yıllık siyasi hayatının referans noktalarından biri olarak alması anlamlıdır. Unutmamak gerekir ki o kız çocuğu şimdi otuzlu yaşlarındadır ve o yaşlarda ya da daha genç olan nüfus bugün için toplam nüfusun yüzde 50'sidir. Yani Erdoğan'ın örneğinin temeli olan 1980'lerin ortalarında doğmuş ve şimdilerde 30'lu yaşlarının başında olan grup yaklaşık seçmenin yüzde 30'udur. Bu yaş grubunun çalışma hayatında birkaç senedir yer alan ve yeni aile kurma aşamasında olan bir grup olduğu dikkate alınırsa hitap etmek için en doğru, toplumun en dinamik grubunu temsil ettiği söylenebilir.
"Değişimin temsilciliği ve geleceğin belirsiz ama ümit vadeden çekiciliği Erdoğan'ın lehine işleyecektir. Türkiye, İsveç ya da Amerika Birleşik Devletleri değildir ki mevcut statükodan hoşnut bir çoğunluk bulunabilsin. "
Ali Çarkoğlu
Erdoğan'ın bu konuşmada o "masum gözlü kız çocuğunun umutlarına" yer veriyor olması sadece o umutları gerçekleştirmek için çalışmaya devam edeceğim mesajıyla anlamlı olabilir. Erdoğan konuşmasında siyaseti "o temiz yürekler için yaptık" diyerek ardından da "işçi kardeşlerimiz" için de aynı çaba içinde olduğunu vurgularken herhalde öncelikle Soma faciası ve sonrasındaki toplumsal hassasiyete de değer verdiğini vurgulamak gayretindedir. Kısacası Erdoğan muhafazakar seçmene hitap ederken, yoksul kesimden kadın imajına vurgu yapmakta ve çalışan kesimi de unutmamaya gayret etmektedir.
Erdoğan milliyetçi hassasiyetleri ise birkaç tarihsel referansla geçiştirirken esas sıradan vatandaşlık ve ayrımcılığa uğramışlığa vurguyu ön plana çıkarmaktadır: "...daha ilk gençlik yıllarımızdan itibaren bizi anlamayanların ve anlamak istemeyenlerin tahkir edici sıfatlarıyla bizi denklemin dışında tutmak istediler. İmam Hatip'te okuyoruz diye bizi tahkir etmek istediler...mürteci dediler,...gerici dediler, bize farklı gözle baktılar, ...partimizi kapattılar, şiir okuduk diye hapsettiler. Muhtar bile olamaz diye manşet attılar." 'Ayrımcılığa uğramış ancak her şeye rağmen dik duran ve taviz vermeyen kapsayıcı bir şekilde halka hizmet götüren bir siyasetçiyim' demeye çalışıyor Erdoğan. Vesayet ile mücadelenin bir sonucu olarak cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçildiğinin altını çizerken bunun basit bir "teknik değişiklik" olmadığını vurguluyor. Cumhurbaşkanlığı makamının halk tarafından doğrudan seçim ile vesayet rejimine karşı verilen mücadelenin asıl anlamını bulacağını ve eğer seçilirse 77 milyona hizmet üretilmesini sağlamak için çalışacağını vurguluyor.
Devletin başı ve "milletin babası"
Erdoğan ile İhsanoğlu'nun duruşu arasındaki temel fark tam da buradadır. İhsanoğlu verdiği demeçlerde icraatın dışında, halkın korku ve endişelerini iç politikada önleyip dış politikada da Türkiye'nin itibarını sağlayıcı bir simgesel rol oynaması gerektiği yönünde bir duruş sergilemektedir. Siyasetin yapılacağı yerin meclis olduğunun altını çizerek, başkanlık sistemine karşı parlamenter sisteme doğrudan destek vermekte ve cumhurbaşkanının esas rolünün devletin başı ve "milletin babası" olduğunu vurgulamaktadır.
Birbirine tam olarak karşı olan bu iki cumhurbaşkanlığı tahayyülünün hem kampanya sürecinde, hem de sonrasında kalıcı farklılıklara yol açması beklenir. İcraatçı olmayan ve siyaseti temelde meclise bırakan bir görüşün temsilcisi olarak İhsanoğlu ülke için bir yeni vizyon tanımlamasına büyük olasılıkla girişmeyecektir. İhsanoğlu'nun icraatçı cumhurbaşkanlığına prensipte karşı tutumuyla Erdoğan'ın savunduğu vizyona karşı çıkması ya da eleştirmesi de mümkün olmayacaktır, çünkü bu durumda kendi tercih ve vizyonunu sunması beklenecektir. Böyle bir vizyonu kamuoyuna aktarmak için elde yeterli zaman da zaten yoktur. Oysa tam tersine Erdoğan hemen her konuda görüş ve gelecek siyasa inisiyatifleri üzerine halka mitinglerle giderek ve hem geçmiş icraatlar hem de gelecekte yapılacaklar üzerine konuşacak gibi görünmektedir.
İhsanoğlu'nun da dile getirdiği gibi bu tür aktif icraatçı cumhurbaşkanlığının mevcut anayasal çerçeve içerisinde sorun çıkaracağı açıktır. Ancak Erdoğan'ın da seçilmesi durumunda bu çerçevenin değiştirilmesi yönünde bir tercih kullanacağı ve halk desteğini bu şart altında arkasında bulan bir yeni cumhurbaşkanı olarak Erdoğan'ın bu talebinin AKP tarafından da destekleneceğini beklemek gerekir. Yani konu halkın daha aktif ve icraatçı bir cumhurbaşkanlığına mı, yoksa mevcut statükoya daha yakın bir cumhurbaşkanlığı vizyonuna mı sıcak bakacağında kilitlenmektedir. Bu noktada da değişimin temsilciliği ve geleceğin belirsiz ama ümit vadeden çekiciliği Erdoğan'ın lehine işleyecektir. Türkiye, İsveç ya da Amerika Birleşik Devletleri değildir ki mevcut statükodan hoşnut bir çoğunluk bulunabilsin. Kaldı ki hemen her yerde değişimi arkasına alan aday yarışa avantajlı başlamaktadır.
Erdoğan'ın kazanması durumunda muhalefetle kendi tahayyülündeki sisteme geçiş için herhangi bir anlaşmaya varabilmesi bugün ortaya konmuş tercihler çerçevesinde mümkün görünmemektedir. Yani Erdoğan'ın kazanması durumunda cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında ana konu genel seçimlerde anayasa değişiklikleri için gerekli çoğunluğu bulabilecek bir AKP kazanımını da sağlayabilmek olacaktır. Bu da elbette yeni AKP lideri ve başbakanının kim olacağıyla yakından alakalı bir sorudur. Yoksa Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması, istediği sistem vizyonuyla çelişir ve anayasal krizlere gebe bir ortam yaratacaktır.
İhsanoğlu'nun muhafazakar seçmen karşısında ciddiye alınması gereken bir aday olarak görüldüğü Erdoğan'ın konuşmasındaki dini tema ve hassasiyetlere yaptığı vurguya bakarak iddia edilebilir. Ancak her şart altında Erdoğan'ın bu alanı boş bırakması herhalde beklenemezdi. Burada belki daha ilgi çekici olan Erdoğan'ın konuşmasında milliyetçi tema ve kaygılara fazla yer vermemesinin yanı sıra çözüm sürecine de çok değinmemesidir. Tüm bu farklı pozisyonların ardında hiç şüphe yok ki seçmen karşısında nasıl bir destek bulunabileceğine dair hesaplar yatmaktadır.
Bu hesaplara kısaca bakarsak ilk turda herhangi bir adayın gerekli çoğunluğu sağlaması imkansız değilse de zor görünmektedir. Bu değerlendirme elbette bilimsel bir saptama olmaktansa en son yerel seçimlerdeki oy dağılımları temelinde bir spekülasyondur. Yerel ya da genel seçimlerde partilere ya da adaylarına verilmiş oylarla cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında doğrudan bir bağ kurmak zordur. Bu seçim yarışında ilk defa olarak üç kişi vardır. Her birinin partizan bir tabanı elbette vardır ancak her üçü de parti kimlikleri kadar kişilikleriyle de bu yarışta bulunmaktadırlar. Başbakan Erdoğan'ın AKP iktidarı ve öncesindeki siyasi icraatları ve tecrübesiyle parti kimliğinin yanı sıra bireysel bir karizma ile de yarıştığını söylemek abartma olmayacaktır. Bu açıdan İhsanoğlu'nun partizan kimliklere bel bağlamak durumunda olduğu söylenebilir, çünkü kendi isminin ve kişiliğinin geniş halk kitleleri tarafından tanınması en azından zaman alacaktır.
"Demirtaş'ın İhsanoğlu'nu benimseyemeyecek ortanın solundaki seçmenden de Kürt kimlik siyasetinin alanı dışında doğrudan örgürlükçü ve sosyal adalet vurgusuyla sol bir gündem ile oy istemesi beklenir."
Ali Çarkoğlu
HDP adayı Demirtaş'ın Kürt siyasal hareketi içerisinde sağlam bir yeri ve tanınılırlığı olmakla birlikte geniş halk kitleleri tarafından ikinci tura kalabilecek kadar destek bulma olasılığı geçmiş seçim performanslarına da bakarak düşük görünmektedir. Ancak Demirtaş'ın olası bir ikinci tur öncesi normal şartlarda AKP'ye giden muhafazakar Kürt seçmenlerin de oyuna talip olarak Kürt kimlik siyasetinin ülke siyaseti içerisindeki ağırlığını daha öne çıkarmaya çalışması beklenir. Bu aşamada görece daha dindar Kürt seçmen dışında Demirtaş'ın çatı adaylığı stratejisinden memnun olmayan ve İhsanoğlu'nu benimseyemeyecek ortanın solundaki seçmenden de Kürt kimlik siyasetinin alanı dışında doğrudan örgürlükçü ve sosyal adalet vurgusuyla sol bir gündem ile oy istemesi beklenir. Bu strateji öncelikle seçimlerin ikinci tura kalma olasılığını yükseltecektir.
Muhafazakar Kürt seçmenin ikinci turda oylarını AKP'ye kaydırarak istedikleri nihai sonuca ulaşmalarını da mümkün kılacağından ilk turda oylarını Kürt kimlik siyaseti adına HDP'ye verme olasılığı var görünebilir. Kimlik siyaseti dışında ideolojik düzlemin zıt iki ucunda yer alan HDP ve dindar Kürt seçmeninin birleşmesi hiçbir şekilde kolay değildir. Ancak HDP seçimlerin ikinci tura kalması durumunda oy oranlarını yüzde 10 düzeyine doğru çıkarabilmesiyle hem son tura kalmış iki aday üzerindeki etkisini artırmış olacak, hem de belki en az bunun kadar önemli olarak bir sonraki genel seçimlerde neler yapabileceğinin bir kanıtını yakalaması mümkün olacaktır.
Henüz cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasının daha başlarında sayılırız. Erdoğan'ın her türlü siyasi zorluğa rağmen gücünü en azından koruyarak çıktığı yerel seçimler sonrası oyununu bozacak olan rakiplerle karşı karşıya olduğunu söylemek zordur. Ama siyaset her zaman hızla dönüşebilir.
Siyaset için dönem noktası
Erdoğan'ın bu seçimleri kaybetmesi Türkiye siyasetinde pek çok açıdan bir dönüm noktası olacaktır. Bu durumda mevcut hükümetin başında kalarak kendine karşı yarışı kazanmış bir yeni cumhurbaşkanı ile çalışmak durumunda kalması potansiyel derin krizler yaratabilecektir elbette. Ancak en iyi niyetli beklentilerle Erdoğan'ın karşısındaki en kuvvetli aday olarak İhsanoğlu'nun kazanması durumunda siyasetin dışında, "devletin başı ve milletin babası" olarak Başbakan Erdoğan hükümetiyle iyi geçinmesi beklenebilir.
Ancak aksi gerçekleşir ve Erdoğan seçilirse de Türkiye siyaseti için bir dönüm noktası oluşabilecektir. Bu dönüm noktası CHP ve MHP içinde parti lider kadrosuna karşı bir hareket ile şekillenecektir. Çatı olarak dahi Erdoğan'ın seçilmesinin önünü alamayan parti lider kadrolarının genel seçimler öncesinde önemli sıkıntıyla karşılaşmaları beklenir. Parti içi bu çekişme ve hesaplaşmalar da bir sonraki genel seçimlere hazırlığı engelleyecek ve bu şart altında muhalefetin genel seçimlerde başarı şansı da azalacaktır.
Bir diğer olasılık da İhsanoğlu'nun seçimi kaybetse dahi aldığı oyun kendisni destekleyen partilerin son genel seçim ya da yerel seçim oy oranlarının üzerinde yer almasıdır. Burada sorun seçime katılanlar arasındaki oy oranlarından ziyade toplam seçmen içindeki oy sayısı ya da oranıdır. Unutmamak gerekir ki özellikle ikinci tura kalındığında seçime katılım belirleyici olacaktır. İlk turda seçimin bitmeyeceğini tahmin edecek bir grup birinci turda oy kullanmak yerine ikincide oy kullanmayı tercih edebilir.
Sonucu belirleyecek bir diğer etmen de yurtdışında kullanılacak oylardır. Bu konuda da elimizde güvenilir pek bir bilgi yok. Yurtdışındaki seçmenin ülke dinamiklerinden ne derece bağımsız hareket edeceğini bu seçimlerde göreceğiz. Bir olasılık bu oyların Türkiye genelinden çok farklılaşmamasıdır. Ancak bir diğer olasılık da yurtdışı oyların daha polarize ve bölünmüş olacağı ve bir, belki de iki adayı diğerlerinden daha yüksek oranda destekleyeceğidir. Elbette bunların hepsi spekülasyon, bekleyip göreceğiz...
Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Eylül 2013'ten itibaren İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı. Daha önce Boğaziçi Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmıştır. 2008-2009 akademik yılında Hollanda Beşeri ve Sosyal Bilimler Yüksek Araştırmalar Enstitüsü'nde (NIAS) akademi üyesi olarak araştırmalar yapmıştır. 2013 yılında Bilim Akademisi'ne seçilmiştir.
Twitter'dan takip edin: @AliCarkoglu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Son Dakika › Güncel › Cumhurbaşkanı Adaylarının Seçim Stratejileri - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?