FATİH ERBAŞ - ABD halkı, ülke tarihinin belki de en tartışmalı kampanya döneminin ardından başkanını seçti. Seçimin sürpriz galibi Donald Trump, adaylık sürecinde alışılmadık çok şey söyledi, vaatlerde bulundu. Genel olarak bakıldığında yer yer çelişkili, tutarsız ve muğlak görünen bu taahhütler arasında uluslararası arenada en fazla yankı uyandıranı, Trump'ın NATO ve Avrupa güvenliğiyle ilgili beyanlarıydı. Seçim kampanyasında "Make America Great Again - Amerika'yı Yeniden Büyük Yap" sloganı ile ABD halkını heyecanlandıran Trump'a göre, ABD'nin havalimanları, yolları, sağlık sistemi ve benzer altyapı konuları acil bir şekilde ele alınmalı ve bunu temin etmek maksadıyla devletin savunma dahil harcama kalemleri gözden geçirilmeli.
ABD'nin ve AB'nin gayri safi hasılaları ayrı ayrı 18 trilyon dolar civarında. Üstelik AB, teknoloji, know-how, sermaye gücü bakımından da yeterli durumda olan bir devletler topluluğu. Trump, benzer iki güç arasındaki taahhütler mevzuunda ABD aleyhine olan durumu kabul etmiyor. ABD'nin NATO taahhütleri, Suriye harekatı, başka ülkelerdeki askeri varlığı Trump'ı rahatsız eden konular. Trump, NATO'nun gerekliliğine inanıyor ancak bu şekli ile devam edemeyeceğini belirtiyor. Ona göre, ittifakın diğer üyeleri yük paylaşımından bugüne kadar hep kaçındılar. Diğer NATO üyeleri de asker, silah ve bütçe paylaşımında etkin rol almak zorunda.
Seçim Trump'ın zaferi ile sonuçlandıktan sonra AB dışişleri bakanları acil olarak 13 Kasım 2016 tarihinde Brüksel'de toplandılar. Bu toplantının gerçekleşme biçimi dahi AB'nin on yıllardır ortak güvenlik konusunda neden mesafe alamadığının ipuçlarını da vermekte. İngiltere Dışişleri Bakanı, böyle bir toplantıya ihtiyaç duyulmadığına inandıkları için, Fransa Dışişleri Bakanı başka bir gerekçeyle, Macaristan Dışişleri Bakanı ise Trump'ın seçilmesini olumlu buldukları için toplantıya katılmadılar. Toplantıdan dış ilişkiler ve savunma politikalarında daha yoğun bir işbirliği kararı çıktı. Bazı temsilciler Trump'ın görüşlerinin Avrupa için yıkıcı sonuçları olacağını söylerken, diğerleri bu yaklaşımı abartılı bulduklarını, bir kısım Avrupalı ise Trump'ın tavrını bir fırsat olarak gördüklerini belirttiler.
NATO-AB ilişkileri
1990'lı yıllarda Avrupa'nın göbeğinde, eski Yugoslavya'da yaşanan gelişmeler karşısında AB'nin yetersiz kalması ve ortak karar almayı başaramaması, başta Fransa ve İngiltere olmak üzere AB ülkelerini kriz yönetimi ve savunma konusunda yeni adımlar atılması gerektiğine ikna etti. 1998 yılında gerçekleştirilen St. Malo Zirvesi'nde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinin oluşturulması kararlaştırıldı ve bu çerçevede Avrupa Ordusu dahil hedefler belirlendi.
Ancak AB devletlerinin savunma alanında harcama yapmak istememesi nedeniyle oluşan sıkıntı NATO-AB işbirliğiyle aşılmaya çalışıldı. Çetin müzakerelerden sonra NATO imkanlarının AB için kullanılmasını öngören NATO-AB Çerçeve Antlaşması 2001 yılında imzalandı, 2003'te de onay süreci tamamlandı. Bu süreçte ABD, NATO'nun yük paylaşımında AB'li müttefiklerin üzerine düşeni tam olarak yapmadıklarından hareketle, NATO imkanlarının AB tarafından kullanımını şarta bağlamak istedi.
NATO-AB antlaşması pek de etkin olmayan bir şekilde uygulandı. Ancak AB bir yandan da kendi ordusunu, savunma ajansını kurma yolculuğuna çıktı. 'Temel Hedef' ismini verdiği hedefler silsilesi belirleyerek, çok etkili olmasa da çeşitli kriz ve çatışma alanlarında kendi güçlerini kullandı. Deniz haydutluğu ile mücadele, Afrika'daki krizlere müdahale, Balkan ülkelerindeki krizlerde polis görevleri, sınır güvenliğine yönelik tedbirler bu çerçevede sayılabilir.
- AB, Almanya'nın kontrolüne giriyor
Meseleye ABD açısından bakıldığında ortaya çıkan resmi şu şekilde ele almak mümkün: Amerika Birleşik Devletleri'nin sonradan müdahil olduğu İkinci Dünya Savaşı'nın sebep olduğu yıkımın Avrupa'yı derinden etkilediği biliniyor. Savaş sona erdiğinde Amerika savaş sonrası uluslararası düzeni belirleyici ana rolü oynadı ve Almanya dahil birçok ülkeye askerlerini konuşlandırdı. Bugün hala Amerika'nın Almanya'da elli bine yakın askeri ve üsleri bulunuyor. Avrupa güvenliğine dolaylı etkisi olan coğrafyalarda da önemli miktarda ABD askeri varlığı söz konusu. Savaşın mağlup devletleri Almanya ve Japonya, askeri kapasiteleri bakımından çeşitli kısıtlamalara tabi tutuldu.
Günümüzde Avrupa Birliği istikrarlı bir siyasi ve askeri güç değil. İngiltere, AB konusundaki görüşlerini gözden geçirerek AB'den ayrılmak yolunda adım attı. Buna sebep olan temel hadise AB'nin etkisizliği ve Almanya'nın kontrolüne girme yolunda olması. Nitekim Trump'ın Avrupa taahhütlerini gözden geçireceğine yönelik açıklamalarının, 'uyuyan dev' Almanya'yı uyandırma riskini barındırdığı da dillendiriliyor. İngiltere'nin ayrıldığı, küçük ülkelerin Almanya'nın kontrolüne girdiği, siyasi açıdan birlik gösteremeyen ve askeri açıdan da yeterli olmayan AB'nin Amerika'nın 'ağabeyliği'nden bağımsız kalmasının önemli sonuçları olacağı öngörülebilir.
Amerika, Almanya güdümündeki bir Avrupa'nın yol açabileceği sorunların, sonunda hem Amerika'yı daha fazla güç harcamaya zorlayabileceğini hem de Avrupa ve dünya dengelerine olumsuz tesirler yapabileceğini görebilecek tarihi tecrübeye sahip. Günümüzün kapitalist gerçeklerin hakim olduğu dünyasında tek risk sınırların değişmesi veya bir ülkenin diğerleri üzerinde tahakküm kurması değil. En az bunun kadar önemli olan bir husus da dünyayı yönlendiren sermayenin geleceğinin riske girmesi. Sermaye, düzenini sürdürebilmek için alışık olduğu sistemin devamını arzu edecektir. Amerika'nın devre dışı kalacağı, ne olacağı belli olmayan bir kaotik ortam kolay kabul edilebilir bir durum değildir.
Dolayısıyla Amerikan dünya düzeninde başrolü oynayan sermaye gruplarının ABD dış politikasında ve uluslararası sistemde keskin değişikliklere izin vermesi beklenmemeli. Ortaya çıkması muhtemel bir kaos durumunda petrol ve doğalgaz, deniz dibi kaynakları ve diğer kaynakların ve sermayenin hükmettiği sektörlerin ne yöne savrulacağı belli olmayacaktır. Böyle bir durumda Batılı şirketlerin ve devletlerin kontrolünde bulunan iktidarlar, üretim mekanizmaları, gelir getiren her türlü emtianın başka güçlerin kontrolüne girme riski ortaya çıkabilecektir. İşte bütün bu sebeplerden dolayı ABD'nin dış politikasında ve dünyanın çeşitli yerlerindeki taahhütlerinden acilen ve tümüyle vaz geçmesi beklenmemeli.
AB'nin mevcut durumu ve ABD'siz Avrupa ihtimali
ABD'nin öteden beri, Avrupalı müttefiklerine nazaran savunma alanında daha fazla yük alması şu sonuçları da beraberinde getirdi: ABD silahlı kuvvetlerinin teknik, insan gücü, taktik ve operasyonel kabiliyetleri diğer müttefiklerine nazaran daha iyi gelişti. ABD şemsiyesinden yararlanmayı alışkanlık haline getirmiş olan Avrupalı müttefikler askeri kabiliyetlerini son yıllara kadar çok geliştirme gereği duymadılar. ABD silahlı kuvvetleri dünya üzerinde gerekli güç intikalini gereken zamanda yapabilecek tek güç. Bunun sonucu olarak bugün muhtemel bir Amerikan kopuşunda askeri harekat ve kriz yönetimi konusunda taktik, teknik ve personel gücü bakımından yeterli olmayan bir Avrupa ile karşılaşacağız.
Avrupa açısından bir diğer mesele şudur ki, ABD'nin taahhütlerini azaltması veya taahhütlerinden vazgeçmesi demek, Avrupalı devletlerin savunma harcamalarını ve silahlı kuvvetlerinin imkan ve kabiliyetlerini artırması manasına gelecek ki, küresel ekonominin sıkıntılı bir süreçten geçtiği şu dönemde Avrupa halklarını savunma harcamalarının artırılması yönünde ikna etmek hem gerçekçi, hem de kolay olmayacak.
ABD bir harekat konusunda, Birleşmiş Milletler veya NATO'yu harekete geçirebilen, o da olmazsa koalisyonlar oluşturabilen ve hatta kendi başına karar alıp kriz ve çatışma çıkartabilen veya bunlara müdahale edebilen bir üstün güç. Halbuki ABD devre dışı kaldığı zaman Avrupa için durum böyle olmayacak. Tarihi süreç ve tecrübe, Avrupa denildiği zaman Brüksel'in mi, Berlin'in mi, Paris'in mi, Londra'nın mı kast edildiğinin belli olmadığını gösteriyor. 'Avrupa' diye ortak bir karar mekanizması ve bir duruş oluşamadı. Kendi güvenliğini sağlamaya çalışan bir Avrupa için en öncelikli mesele, sorunun tanımında yaşanacak. Hal böyle olunca meselenin ne olduğuna, kimin haklı olduğuna, kimin, nasıl müdahale etmesi gerektiğine, harcamaların nasıl ve kim tarafından karşılanacağına ve en önemlisi kimin lider olacağına karar veremeyen bir Avrupa ile karşı karşıya olmamız uzak bir ihtimal değil.
Dünya kamuoyu inanmaktadır ki, ABD Avrupa sahnesinden çekilirse Avrupa'da lider olabilecek en muhtemel aday Almanya'dır. Almanya ise iki büyük dünya savaşı tecrübesi ve mevcut gücü nedeni ile Avrupa'nın kaderinin emanet edilebileceği bir devlet olarak kabul görmeyecek.
Avrupa için risk barındıran unsurlardan biri de Rusya'nın durumu. Rusya, Soğuk Savaş sonrası gittikçe sınırları ve etki alanı daraltılmaya çalışılan bir devlet. Önce Doğu Avrupa, sonra merkezi Asya devletleri elinden alınan Rusya'ya yönelik Batı tarafından yürütülen baskı devam ediyor. 21. yüzyılın başında Batı, Rusya'nın arka bahçesi olan alanlara NATO ve AB kanalı ile girmeye çalıştı. Önce Romanya ve Bulgaristan NATO ve AB üyesi yapıldı, bilahare Ukrayna, Gürcistan gibi devletler NATO ortaklık programlarına alındı, öte yandan enerji politikaları vasıtasıyla Rusya kıskaca alınmaya çalışıldı. Rusya bu durumu kabul etmeyerek önce Gürcistan'a, daha sonra Ukrayna'ya karşı harekat icra etti. Rusya, üzerindeki baskının farkında. Amerikan katkısının azaltılacağı bir Avrupa için Rusya bir risk unsurudur ve Avrupa mevcut durumu ile bu risk ile başa çıkabilecek durumda değil.
Durum böyle olunca ne ABD'nin Avrupa'dan, ne de Avrupa'nın Amerika'dan vazgeçme şansı bulunmayacak. Avrupalı müttefiklerin savunma taahhütlerini bir miktar daha artırmak zorunda kalacakları ise aşikar.
Dr. Fatih Erbaş. Güvenlik Stratejileri Uzmanı, Yazar
Son Dakika › Güncel › Analiz - Avrupa Güvenliğinde Trump Belirsizliği - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?