İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, "AK Parti iktidarının en büyük becerisi, kirli zihniyetinin ürettiği her türlü pisliği halının altına süpürme yeteneğidir. Yaşadığımız felaketler, krizler ve sorunlarsa işte o halının kalkıp şöyle bir silkelendiği ve ne kadar kir, ne kadar toz varsa etrafa saçıldığı anlardır. Bu halı, daha önce defalarca silkelendi. Orman yangınları ile silkelendi. Döviz krizi ile silkelendi. Depremlerle silkelendi. Sel felaketleriyle silkelendi. Ama 21 yılın kiri artık öyle birikti ki daha fazla yolsuzluk, daha fazla kayırmacılık, daha fazla beceriksizlik, daha fazla ahlaksızlık, halının altına sığmaz oldu. O kadar kabahat işlediler ki artık bu kabahatleri örtecek bir halı bulamıyorlar. O kadar günah işlediler ki Türkiye'deki tüm kanalları satın alsalar bile hiçbiri artık o günahları örtmeye yetmiyor. O kadar suç işlediler ki tüm yargı sistemini vesayet altına alsalar bile vicdanlardaki yaralar artık kapanmıyor" dedi.
Meral Akşener, bugün TBMM'deki grup toplantısında konuştu. İYİ Parti'ye katılan eski futbolcular Gökhan Zan ve Ünal Karaman'a rozet takan Akşener, özetle şunları söyledi:
"BUGÜN, AYNI ATEŞİN ETRAFINDA TOPLANMAMIZI, AYNI SOFRAYA OTURMAMIZI İSTEMEYENLER VAR"
"Bugün, iki çok güzel günün tam ortasındayız. Dün Nevruz'umuzu kutladık. Kıştan bahara geçişimizi, dağları delip Ergenekon'dan çıkışımızı kutladık. Yeniden doğuşumuzu, yepyeni umutlara yol alışımızı kutladık. Bugün ise Nevruz'dan ramazana geçiyoruz. Uğur olsun, kut olsun, mübarek olsun. Balkanlar'dan Çin Seddi'ne, Karadeniz'den Basra'ya kadar uzanan büyük insanlık coğrafyasında günün geceye üstün gelişi, ateşin karanlığa galip gelişi, umudun gölgeleri yenişi kutlu olsun.
Ne yazık ki bugün, aynı güneşin altında buluşmamızı, aynı ateşin etrafında toplanmamızı, aynı sofraya oturmamızı istemeyenler var. Güneşi gölgeleyenler, ateşi yangına çevirenler, saygıyı düşmanlıkla kirletenler var. Soframızdan ekmeğimizi, hanemizden bereketi, gönlümüzden huzuru çalanlar var. Elbette görüyoruz. Yangın söndürmenin değil, yangını büyütüp o nefret yangınından beslenmenin peşinde olanları elbette biliyoruz.
"BAHARI KIŞA ÇEVİRMEK İSTEYENLER OLACAK. VAZGEÇMEYECEĞİZ"
Her fırsat bulduğumda söylüyorum, bugün de buradan tekrar edeceğim. İYİ Parti olarak bizim büyük bir hedefimiz var. Bu memleketin her bir ferdini, bu memlekette yaşama iradesini ve arzusunu gösteren her bir vatandaşımızı bir büyük memleket sofrasına oturtma hedefimiz var. İmreneceğimiz değil, paylaşarak doyacağımız bir sofraya oturmanın, kimsenin gölgede kalmayacağı bir güneşin altında buluşmanın, sırt sırta vereceğimiz bir ocağın başında neşeyle toplanmanın hayalini kuruyoruz. Isıtan, aydınlatan, güven veren bir ateşin etrafında huzur bulmanın, her Nevruz'da aynı ateşin üzerinden atlamanın, dualarımızın aynı topraktan aynı gökyüzüne yükseldiği bir iftarı mümkün kılmanın hayalini kuruyoruz.
O sofranın da o hayalin de o hedefin de adı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Çünkü o Cumhuriyet, öz çocuklarına şefkatle davranan, her renkten çiçeğine gözü gibi bakan, ocağındaki ateşin bereketi hiç sönmeyen ana kucağıdır. Çünkü o devlet, bahçesine ayrık otlarını sokmayan, nifak saçanlara dünyayı dar eden, o ateşi yangına çevirmeye kalkanlara aman vermeyen baba ocağıdır. Bu hayalimizden vazgeçmedik, asla da vazgeçmeyeceğiz. Baharı kışa çevirmek isteyenler olacak. Vazgeçmeyeceğiz.
"BİZ, O KARA KALPLERE, O KİRLİ EMELLERE, O KÖTÜ NİYETLERE GEÇİT VERMEYECEĞİZ"
Nevruzlarda, yeniden doğuşu değil meydanlarda ölümü kutsayanlar olacak. Vazgeçmeyeceğiz. Her baharda filizlenen hayatı bahşeden Yaradan'a değil, her mevsim cana kıyan katillere tapınanlar olacak. Vazgeçmeyeceğiz. Aynı ateşin başında birlikte ısınmaya değil, dört bir yanı yangına çevirmeye niyetlenenler olacak. Yine de vazgeçmeyeceğiz. Öz kardeşlerimizden, can yoldaşlarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. İcazetini nereden aldıkları belli olmayanların karşısında, Çanakkale'de kanlarımız üzerine ettiğimiz o kardeşlik yeminini bozan biz olmayacağız. Varsın tipinin, boranın, yıkımın peşinde koşanlar, bildikleri yolda gitmeye devam etsinler. Kimse merak etmesin. Biz, o kara kalplere, o kirli emellere, o kötü niyetlere geçit vermeyeceğiz.
Çünkü biz, o birlik için kendini feda etmesini bilenleriz. Biz, ateşten gömlek giyip ateşte yürüyenleriz. Biz, Ergenekon'da demiri eritenleriz. Biz, her türlü zalime her zaman 'dur' diyenleriz. Biz, o sofranın ayaklarını kaim edenleriz. Biz, ekmeğini suyunu pay edenleriz. Biz, bir kadim akidin, bir namus sözünün sancağını taşıyanlarız. Bizim için Nevruz, sevginin günüdür, katile özgürlük dilenme günü değildir. Bizim için Nevruz, kardeşliğin günüdür, düşmanlığın günü değildir. Bizim için Nevruz, birliğin günüdür, terörün günü değildir. Bizim için Nevruz, bastığı toprağı cennet vatan bilenlerin günüdür, vatanın her değerine düşman olanların günü değildir. Ama kimsenin şüphesi olmasın, bugünleri hep birlikte atlatacağız. Tarihimizden ilham aldığımız büyük kararlılıkla güneşli baharlara hep birlikte ulaşacağız.
"İYİ PARTİ İKTİDARINDA, BAHAR BAYRAMIMIZ NEVRUZ'UMUZU RESMİ TATİL OLARAK HEP BİRLİKTE KUTLAYACAĞIZ"
İYİ Parti iktidarında, bahar bayramımız Nevruz'umuzu resmi tatil olarak hep birlikte kutlayacağız. O ateşin üstünden bir büyük medeniyet olarak hep beraber atlayacağız. Emin olun çok az kaldı. Ergenekon'u eriten azmin ateşi, zalimin hükmünü bitiren inancın ateşi, koskoca bir milleti etrafına toplayan sevginin, saygının ateşi ilelebet yansın, ocağımız olsun. Birliğimiz ebedi, gönüllerimiz bir olsun. Baharlarımız daim, sözümüz birlik olsun. Nevruz'umuz kutlu, ramazanımız mübarek olsun.
'Ne mutlu bize ki' yerine 'maalesef ki' diyerek söze başladığımız zorlu günlerden geçiyoruz. Geçtiğimiz hafta boyunca nice dertler çare bekledi, nice sorunlar çözüm bekledi, nice insanlar umut bekledi. Ancak hükümetin başı ve arkadaşları, her zamanki gibi yine sorunları çözmek yerine sorun çıkarmayı seçti. Dertlere çare olmak yerine dertleri çoğaltmayı seçti. Zorlukları gidermek yerine milletimizi o sorunlara alıştırmaya çalıştı.
"ESKİDEN, ÇÖZEMEDİKLERİNİ YÖNETMEYE ÇALIŞIYORLARDI. ARTIK ONU BİLE YAPAMIYORLAR"
Eskiden, çözemediklerini yönetmeye çalışıyorlardı. Artık onu bile yapamıyorlar. Onun için de bizi beceriksizliklerinin, iş bilmezliklerinin sonuçlarına alıştırmaya çalışıyorlar. Enflasyona alıştırmaya çalışıyorlar, açlığa alıştırmaya çalışıyorlar, yokluğa alıştırmaya çalışıyorlar, acıya alıştırmaya çalışıyorlar, felaketlere alıştırmaya çalışıyorlar. Hatta tarihi boyunca ölüme meydan okumuş bu kahraman milleti, ölüme bile alıştırmaya çalışıyorlar. Hayır, alışmayacağız. Dertlere alışmak zorunda değiliz, zorluklara alışmak zorunda değiliz, acılara alışmak zorunda değiliz.
'AK Parti'de adamın yoksa kadroya giremezsin' diyorlar. 'AK Parti'de adamın yoksa yardım bekleyemezsin' diyorlar. 'AK Parti'de adamın yoksa çadır bile bulamazsın' diyorlar Öyle mi? Hadi oradan be! Hadi oradan! Ülkemizde hiç ama hiç kimse bu çarpık düzene alışmak zorunda değil. Bu vasatlığa, bu çürümüşlüğe alışmak zorunda değil. Bu adaletsizliğe, bu haksızlığa ve bu vicdansızlığa alışmak zorunda değil. Çünkü bu ülkenin insanları ahlaksızlık, yolsuzluk değil, çalmayan çaldırmayan siyasetçiler istiyor. Bu ülkenin çocukları yokluk değil, bolluk istiyor. Bu ülkenin gençleri baskı değil, özgürce yaşamak istiyor. Bu ülkenin kadınları ölmeyi değil, yaşamayı istiyor.
"AK PARTİ'NİN GRUP BAŞKANVEKİLİ BİLE BU TARTIŞMADAN DUYDUĞU RAHATSIZLIĞI DİLE GETİRİYOR"
İktidarın bizi alıştırmak istediği konulardan biri de rafa kaldırdıkları İstanbul Sözleşmesi. Kirli bir zihniyetin dolduruşuna gelip, bir gece aniden İstanbul Sözleşmesi'ni yırtıp attılar. Kendi imzaladıkları sözleşmeyi kendileri reddettiler. Üstelik uluslararası bir sözleşmeden, Meclis kararı olmadan hukuksuzca çıkmak istediler. Sonra da oturup bizim buna alışmamızı beklediler. Sözleşmeye türlü türlü kılıflar uydurup bu hukuksuz ve vicdansız kararı normalleştirmeye çalıştılar. Biz, buna hiçbir zaman izin vermedik. Emin olun ki bundan sonra da izin vermeyeceğiz. Sandılar ki biz, İstanbul Sözleşmesi'ni savunurken sadece bir sözleşmeyi savunduk. Sandılar ki biz, 'kadınların can güvenliği' derken sadece kadınları koruduk. Oysaki biz; kardeşi, eşi dostu birbirine düşürmek isteyen bir çirkinliğe karşı durduk. İnsanlığını kaybetmiş, kadınları düşman gören kirli bir zihniyete karşı durduk. Kadınların hayatından verilen bir tavize karşı durduk. ve kimse kusura bakmasın, dimdik durmaya da devam edeceğiz.
Bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki iktidarın İstanbul Sözleşmesi'nden çıkarak açtığı yolun sonu, artık kadınların hayatını etkileyecek yeni tartışmalara çıkıyor. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, bugün birileri tarafından tartışmaya açılıyor. Ancak artık bu durumdan rahatsız olan sadece biz değiliz. Bizzat AK Parti'de siyaset yapan kadınlar da rahatsız. AK Parti'nin Aile Bakanı bile, o koltukta otururken böylesine ucube bir tartışmayı millete açıklayamayacaklarını biliyor. AK Parti'nin grup başkanvekili bile, bu tartışmadan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Hatta '6284 kırmızı çizgimiz' dediği için hedef haline getirildiğini, bunun esas sebebinin de kadın olmasından kaynaklandığını, eğer konuşan bir erkek olsaydı sorun olmayacağını söylüyor.
"SAYIN ÖZLEM ZENGİN DE YAŞADIĞI ÇİRKİNLİKLERİ KADIN OLDUĞU İÇİN YAŞIYOR"
Evet, doğrudur. Tıpkı bu ülkede yaşayan her kadın gibi, tıpkı bu ülkede konuşan her kadın gibi, tıpkı bu ülkede doğruları savunan her kadın gibi Sayın Özlem Zengin de yaşadığı çirkinlikleri kadın olduğu için yaşıyor. İdeolojisi, hayat tarzı ne olursa olsun bu ülkede konuşan kadınlar sevilmiyor. Korkmayan, susmayan, inandıklarını savunan, yılmayan, pes etmeyen ve inatla doğruları konuşmaktan vazgeçmeyen kadınlar mobbinge, linçe, tacize uğruyor. Biz, bu iki yüzlülüğün farkındayız. Sadece kadın olduğumuz için söylediklerimizin birilerini rahatsız ettiğinin farkındayız. Sadece kadın olduğumuz için tepkilerimizi sindiremediklerinin farkındayız. Sadece kadın olduğumuz için dayatmalara razı gelmemiz gerektiğini düşünenler olduğunun da elbette farkındayız. Ama razı olmayacağız, susmayacağız, pes etmeyeceğiz.
İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasını kabul etmediğimiz gibi, 6284'ün tartışılmasına da izin vermeyeceğiz. Kadınların yaşama hakkının dillere düşmesine, dün olduğu gibi bugün de göz yummayacağız. Kadınların hayatından taviz verilmesine, dün olduğu gibi bugün de razı olmayacağız. Kadınların sırf doğruları söylediği için linç edilmesine, dün olduğu gibi bugün de sessiz kalmayacağız. Kimse kusura bakmasın. Biz, her daim konuşan kadınları savunacağız. Türkiye'de var olmaya çalışan tüm kadınların yanında olacağız. Sesi duyulmayan kadınların sesi olacağız. Şiddet gören, ölümle tehdit edilen, özgürce yaşaması engellenen tüm kadınlarla birlikte mücadele edeceğiz. Kadınların hakkını, hukukunu hiçbir kirli zihniyete kaptırmayacağız. Görüşlerimiz, düşüncelerimiz ne kadar farklı olursa olsun, mesele kadınların davası olduğunda, Özlem Hanım'la da elbette amasız, fakatsız, omuz omuza duracağız. Emin olun ki 14 Mayıs'tan sonra da İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayacak ve uygulatacağız. Kadınlarla beraber güçlenen Türkiye'yi herkesle tanıştıracağız. Yaşayan kadınlarla, özgürleşen kadınlarla, konuşan kadınlarla Cumhuriyet'imizin yeni asrında tarih yazacağız.
"AK PARTİ İKTİDARININ EN BÜYÜK BECERİSİ, KİRLİ ZİHNİYETİNİN ÜRETTİĞİ HER TÜRLÜ PİSLİĞİ HALININ ALTINA SÜPÜRME YETENEĞİDİR"
AK Parti iktidarının en büyük becerisi, kirli zihniyetinin ürettiği her türlü pisliği halının altına süpürme yeteneğidir. Yaşadığımız felaketler, krizler ve sorunlarsa işte o halının kalkıp şöyle bir silkelendiği ve ne kadar kir, ne kadar toz varsa etrafa saçıldığı anlardır. Bu halı, daha önce defalarca silkelendi. Orman yangınları ile silkelendi. Döviz krizi ile silkelendi. Depremlerle silkelendi. Sel felaketleriyle silkelendi. Ama 21 yılın kiri artık öyle birikti ki daha fazla yolsuzluk, daha fazla kayırmacılık, daha fazla beceriksizlik, daha fazla ahlaksızlık, halının altına sığmaz oldu. O kadar kabahat işlediler ki artık bu kabahatleri örtecek bir halı bulamıyorlar. O kadar günah işlediler ki Türkiye'deki tüm kanalları satın alsalar bile hiçbiri artık o günahları örtmeye yetmiyor. O kadar suç işlediler ki tüm yargı sistemini vesayet altına alsalar bile vicdanlardaki yaralar artık kapanmıyor.
Hangi konuda büyük büyük konuşuyorlarsa emin olun, en büyük yalanları o konuda söylüyorlar. Hangi konuda hamasi nutuklar atıyorlarsa emin olun, en kirli dümenler orada dönüyor. Hangi konuda gösteriş yapıyorlarsa emin olun, en başarısız işler orada oluyor. Bu iktidarın yalanlarının ortaya saçılmadığı tek bir afet hatırlıyor musunuz? Yangın oluyor, söndüremiyorlar. Deprem oluyor, yetişemiyorlar. Sel oluyor, canlarımızı kurtaramıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? İnsanlarımız okyanusta boğulmuyor. 2023 yılında insanlarımız, alt geçitte boğuluyor. Böyle bir rezalet olabilir mi? Çünkü bilime, akla, ahlaka ve kurallara düşmanlar. Çünkü ne iş yapıyorlarsa sahte, ne iş yapıyorlarsa göstermelik, ne iş yapıyorlarsa günü kurtarmak için yapıyorlar. Çünkü bütün projeler, bütün yatırımlar, bütün işler bunların gözünde birer rant ve yolsuzluk fırsatı.
"HER GÜN CANIMIZ DAHA ÇOK YANIYOR, HER GÜN ACIMIZ DAHA DA DERİNLEŞİYOR"
Geçtiğimiz hafta Şanlıurfa ve Adıyaman'da hepimizi derinden üzen sel felaketleri meydana geldi. Buradan bir kez daha selden zarar gören vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza yüce Allah'tan rahmet, ailelerine ve sevdiklerine sabırlar diliyorum. Her gün canımız daha çok yanıyor, her gün acımız daha da derinleşiyor. ve her gün aynı gerçek, gözlerimizin önüne seriliyor. O gerçek de ülkemizin içinde bulunduğu bu ucube sistemin sadece kerim devlet anlayışımızı değil, devleti yönetenleri de bozduğu gerçeği. Sadece Cumhuriyet'imizi değil, kalpleri de kuruttuğu gerçeği. Sadece kurumlarımızı değil, vicdanları de çürüttüğü gerçeği. Nitekim bu gerçek, neredeyse her gün bir başka iktidar mensubunun ağzından dökülen ibretlik sözlere de yansıyor.
Depremden sonra, yaralarımız hala tazeyken, insanlarımız hala psikolojik olarak yıkılmış durumdayken ve üzerine bir de sel felaketi yaşanmışken bu ülkenin Tarım ve Orman Bakanı çıktı, 'Sel 15 canımızı aldı, ama toprak da suya kavuştu' dedi. Ondan feyz almış olsa gerek, Şanlıurfa Belediye Başkanı da çıktı ve dedi ki 'Sel felaketinde belediye olarak hiçbir sorumluluğumuz yok'. Yahu bu nasıl bir şuursuzluktur? Bu nasıl bir vicdansızlıktır? Bu nasıl bir utanmazlıktır? Yuh olsun, yazıklar olsun. Sayın Erdoğan'ı kılavuz bilenlerin bu çamurda debelenmelerine elbette şaşırmıyoruz. Biliyorsunuz, kendisi de her sıkıştığında 'kader' diyerek, 'şükür' diyerek kendi beceriksizliğini örtmeye çalışıyor. Afet ve felaketlerde makamının gereğini yapıp sorumluluk almak yerine, sürekli olarak saçma sapan açıklamalara sığınıyor.
"BU MİLLET ARTIK BIKTI, USANDI. ZATEN ŞUNUN ŞURASINDA DA SADECE 53 GÜNÜNÜZ KALDI"
Nitekim bu hafta da yine bunun bir örneğini yaşadık. Hiç utanmadan, zerre sıkılmadan dedi ki 'Geçmişten bugüne bu işi masaya yatırdığımızda; çadırda bile kalite neydi, bugün çadırda geldiğimiz kalite ne? Bunu bile yeterli görmüyoruz. İnşallah çadırlarda bundan sonra çok daha farklı adımlar atacağız.' Üstelik bunu, depremin 7'nci gününde bile hala çadır bekleyen aileler varken dedi. Üstelik bunu, bugün bile çadır isteyen insanlarımız varken dedi. Üstelik bunu, kendi dükkanlarına çevirdikleri Kızılay'ın çadır stoklayıp tüccarlığa soyunduğu rezaleti gün gibi ortadayken söyledi. Depremin ilk günlerinde böbürlenerek duyurdukları battaniyede yaptıkları büyük atılımın sonrasında, bu defa da bu arkadaşlarımız, çadır teknolojilerinde imza attıkları önemli hamle sayesinde çadırda kaliteyi artırmışlar. Ancak maalesef, belli ki kalite o kadar artmış ki vatandaş çadır bulamıyor. Kalite o kadar artmış ki millet inim inim inlerken kendileri, Kızılay üzerinden çadır satıyor. Ama buna da şükür. Çünkü artık iyice kurgusal bir karakter halini alan Bay Kriz, elbette çıkıp, 'Çadırı biz bulduk. Bizden önce çadır mı vardı' da diyebilirdi. Ne diyelim? Allah akıl, fikir, izan versin.
Bak Sayın Erdoğan, artık yeter. Daha önce söyledim, bir kez daha söylüyorum. Sirk yönetmiyorsunuz, devlet yönetiyorsunuz, devlet. Bu millet artık bıktı, usandı. Zaten şunun şurasında da sadece 53 gününüz kaldı. 21 yıl boyunca insanlarımızı zaten yeterince yaraladınız. Beceriksizliğinizle bu millete zaten çok şey kaybettirdiniz. Şuursuzluğunuzla zaten sabrımızı taşırdınız. ve şükürler olsun ki nihayet, 21 yıllık zulümden kurtuluşa sadece 53 gün kaldı. Bari şu son günlerinizde milletimizin acısına biraz saygınız olsun. Yaralarımızı kapatamıyorsanız, bari deşmemek için biraz gayretiniz olsun. Çok da ümitli değilim ama, bari giderayak hoş bir sedanız kalsın. Bu kadar kendinizi zorlamayın. Zorladıkça batırıyorsunuz.
Şunun şurasında 53 gününüz var, sakin olun. Zaten 54'üncü gün gelince, yani 15 Mayıs sabahında, sizin bıraktığınız bu enkazı biz toparlayacağız. Endişelenmeyin, sizin açtığınız yaraları biz saracağız. Sizin kırdığınız kalpleri biz onaracağız. Sizin ayırdığınız insanları biz birleştireceğiz. Üstelik bunu milletimizle birlikte yapacağız. Sinan Ateş'in katillerini biz bulacağız. Emir verenleri de o işi planlayanları da bu dümeni yapanları da biz bulacağız ve cezalandıracağız. Hiç merak etmeyin, 54'üncü günün şafağını milletimizle birlikte selamlayacağız, milletimizle birlikte kazanacağız, milletimizle birlikte tarih yazacağız."
Akşener, Hataylı depremzede Abdullah Gül'e kürsüde söz verdi. Depremde yaşadıklarını anlatan Gül, şunları söyledi:
"BURAYA HASTANE YAPILACAĞI PROJESİNİ DUYDUĞUMUZ ZAMAN MÜCADELEYE BAŞLADIK"
"Bugün sizlerin karşısına, devlet hastanesinde eşini kaybetmiş eş olarak, 12 yıldır beraber çalıştığı meslektaşlarını kaybetmiş bir kardeş olarak, 70'e yakın vatandaşımızın son nefesini vermesine şahit olmuş bir insan olarak ve 2010 yılından beri bu acılar yaşanmasın diye verdiğimiz mücadelede BASK Hatay İl Temsilcisi olarak karşınıza çıkıyorum. 2010 yılında, iki fay hattının ortasına -dünyadaki vadi etkisindeki tek yer- hastane yapılacağı projesini duyduğumuz zaman mücadeleye başladık.
2010 yılında, 'Unutmayalım, depremler kapımızda, tedbir almak elimizde. Bu proje fay hattının üzerine geliyor. Bu hastane şifa mı, yoksa felaket mi dağıtacak' demişiz. Yine aynı dönemde valilik önünde eylem yaptık, 'Kampüs hastane projesi, ölüm projesi olmasın' dedik. Yine aynı dönemde, 'Birinci derece deprem bölgesine hastane yapıyorsunuz, başımıza bir şey gelirse savaşta bile bu kaybı yaşamayız' demişiz. Yine aynı dönemde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'yla birlikte Mustafa Kemal Üniversitesi'nden hocalarımız, Antakya merkezde kentsel dönüşümle ilgili bir sempozyum düzenliyorlar. Oradaki hem yetkililer hem profesörler diyor ki 'Şu andaki hastanemizin yapıldığı yere normalde çivi çakanın aklı yok' deniyor. Yine de o hastane oraya yapıldı.
"MAALESEF ONLARCA CAN, YATAĞINDA ÖLDÜ"
İskenderun Devlet Hastanesi'nin resmi sitesinde yayınlanan açıklamada, '2012 yılında hastanemiz A Bloku, yani ek binası depreme dayanıklılık testi raporu olumsuz gelmiştir.' Devlet hastanesinin o dönemki başhekiminin sağlık müdürlüğüne yazdığı yazılara rağmen, sağlık müdürümüz bu hastaneleri faaliyette tutmaya devam etti. Depreme dayanıksız olduğu için yeni hastane yapıldığı halde bu hastaneler devam etti. Sonuç, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi ek hizmet binasında 72 can, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi ana binada onlarca insan yatağında öldü. Ben, o hastanede yoğun bakımda çalışıyorum. Deprem günü nöbetten çıktım. Biz, o hastaları hayatta tutabilmek için 24 saat uykusuz kalıyoruz. Ama maalesef onlarca can, yatağında öldü. Çünkü 'Yapmayın, etmeyin, felaket getirecek' dediğimiz hastaneyi yaptıkları için. İskenderun Devlet Hastanesi ek binası; 74 can artık aramızda yok.
"DEPREM GÜNÜ HATAY'DA DEVLET HASTANELERİNİN HİÇBİRİ HİZMET VEREMEDİ"
Daha vahimi, deprem günü Hatay'da devlet hastanelerinin hiçbiri hizmet veremedi. Ana binamız ağır hasarlı, ona bağlı ek binamız yerle bir oldu. İnsanlar, enkazdan çıktı, yolda öldüler, ilk yardım alamadıkları için öldüler. Bunları söylerken müneccim değildik, sadece bilimi izliyorduk. Keşke o dönemde bürokratlarımız, valilerimiz, sağlık müdürlerimiz son dönemde bu kadar bağırılırken, 'Deprem olacak dikkat edin' derken… Her yıl yaptıkları AFAD toplantıları var. Çok merak ediyorum; vali, sağlık il müdürüne, 'Buralarda birileri çıkıp bağırıyor, bölgemizde deprem olacak. Senin hastanelerin ne durumda' diye sormadı mı? İl sağlık müdürümüz hiç düşünmedi mi?
Sayın valimiz ve sayın il sağlık müdürümüz, enkazda vatandaşlarını bırakarak milletvekili aday adayı oldular, istifa ettiler. Olabilirler, onların yasal hakkı ama bu durumda yapmayın, bizi yalnız bırakıp nereye gidiyorsunuz? Hatay'da hiçbir hastane faaliyet gösteremezken hastanelerin lojistiğini, oranın planını bilen sağlık müdürü, nereye gidiyorsunuz? En iyi bilen sizsiniz, en iyi organize edecek olan sizsiniz, nereye gidiyorsunuz?
"ENKAZIN ALTINDAN BİR SES, 'ÜSTÜME BASIYORSUN, AZ İLERİ GİT' DEDİ. İNSANLAR BU ŞEKİLDE CAN VERDİ"
6 Şubat gecesi, Türkiye'nin en karanlık gecesine uyandık. Benim evim, ek bina dediğimiz hastaneye çok yakın. 15 dakika sonra oradaydım. Bir kızım var, bir oğlum var. Hastane yıkılmış, onlara göstermemek için arabayı geriye park ettim. Arka tarafa, servislerin olduğu alana gittim; tamamen moloz yığını. 50 santim parça yok, tamamen moloz yığını. Üstüne çıktım, eşimin ismini haykırıyorum. Enkazın altından bir ses, 'Üstüme basıyorsun, az ileri git' dedi. İnsanlar bu şekilde can verdi. İlerideki yarıktan bir ses, 'Ağabey, ne olursun bizi kurtar, yalvarıyorum bizi kurtar.'
"HASTANE AŞÇISININ KIZI AFAD'DA OKUYORMUŞ. O BİZE ÖNDER OLDU"
Sendika temsilcisi olmam sebebiyle birçok kurum amiriyle iletişime girebildiğim için, o gün sabah 06: 40-07: 00 civarında hemen hemen herkese hastanenin yıkıldığının bilgisini verdik. Hastane polisi, yıkıldıktan hemen sonra defalarca anons geçti, 'Hastane yıkıldı, içeride 100'e yakın insan var ve onlarca ses geliyor bizi kurtarın' diye. Saat 09: 00 gibi Yayladağ Belediyesi bir kepçe, iki kamyon göndermiş. Yarım saat sonra bir kepçe, iki kamyon daha geldi. Nereden geldiğini bilmiyorum. Saat 10: 00 oldu, gelen yok. İnsanlar, enkazın üstüne çıkmaya çalışıyor. Ben, insanları durduruyorum, 'Biz bilmiyoruz, bekleyin, devletimiz gelecek, bizi kurtaracak, biz de onlara yardım edelim' diyorum. Saat 11: 00-12: 00 gibi mevcut iş makinaları oradan çekildi. 'Nereye gidiyorsunuz' dedim, 'Bizi AFAD çağırıyor, toplanma merkezine gideceğiz, oradan ekiplerle geleceğiz.' Saat 14: 00, gelen olmadı.
Hastane aşçısının kızı AFAD'da okuyormuş. O bize önder oldu. Onun önderliğinde 10-12 kişiyi oradan sağ çıkarttık. 'Bizi kurtarın' diyen yarıkta yan yatan arkadaşımızı ertesi gün çıkarttık. İlk sözü 'Beni sırt üstü yatırın' oldu ve sırt üstü yattıktan 10 dakika sonra öldü. Çıkan 10 hastaya, enkazdan getirdiğimiz serumları bağladık. Üç gün boyunca kimse gelip o hastaları almadı. İkinci gün öğlen saat 11: 00 gibi, artık o kadar çok haykırışlarımız oldu ki en sonunda Ümraniye Belediyesi'nden 10 kişilik bir ekip gönderdiler. Güçlerinin 10 kat üstüyle çalıştılar. İki tane 5 katlı blok yerle bir. 10 kişilik ekip canlarıyla başlarıyla çalışıp bir yaralıyı da onlar kurtardı. İkinci gün öğleden sonra 15: 00 gibi, ses gelmiyordu, yine Ümraniye Belediyesi ekibi çalışmaya devam ediyordu. Aradılar, 'Başka yerden ses geliyor' dediler, o ekibi de çektiler. Yine biz baş başa kaldık.
"DÖRDÜNCÜ GÜNÜNDEN SONRA ARTIK İSYANLAR ARTTI DA DEVLETİN HASTANESİNE YARDIMLAR GELMEYE BAŞLADI"
Ağabeyim, İstanbul'dan yardıma yetişen yeğenim, Muğla'dan yardıma yetişen kuzenim, Isparta'dan yardıma yetişen kuzenimle eşimin bulunduğu odanın karşısına geçtik. Ellerimizle taşladı temizledik. Bir yandan yağmur yağıyor, bir yandan artçılar oluyor ve kimse yok, sadece vatandaşlar var. Üçüncü gün, açtığımız odanın yarısından ses aldık. Bir umut herkes birilerini aradı. Biz onu yaparken 65 yaşındaki bir teyzemizi burnu kanamadan çıkarttık, ses gelmiyor dedikleri yerden. Eşimin bulunduğu, hemşirelerin olduğu yerden ses aldık. Karabük'ten gönüllü bir ekip geldi, onlar imdadımıza yetişti. Üçüncü gün gece 03: 00'te o ses kesildi. 3 gün boyunca o soğukta, eksi dörtleri gördük, o yağmurun altında, o enkazın altında can verdi bu arkadaşımız.
Dördüncü gününden sonra artık isyanlar arttı da devletin hastanesine yardımlar gelmeye başladı. Gelende İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kurtarma ekibi, Ümraniye Belediye. Biz, o enkazlardaki o canımızı alan tahtaları aldık, parklarda çocuklarımızı ısıttık. Sesimizi her yerde duyurmak istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir deprem bölgesi. Biliyoruz ki birçok hastanemiz bizimle aynı kaderi yaşayacak. Sesimizi yükseltelim istiyoruz ki o hastaneler o kaderleri yaşamasınlar. Benim hayallerimi, çocuğumun hayallerini çalanlar, onların hayallerini çalmasınlar. Kızım bu sene tıp fakültesini kazandı, annesiyle hayalimizdi, birlikte aynı yerde çalışacaktık. Bizim hayalimizi çaldılar.
"HASTANEYİ O ŞEKİLDE YAPANLAR, O ŞEKİLDE KABUL EDENLER, BU ŞEKİLDE FAALİYETTE TUTANLAR DA CEZASINI ALSIN"
Bize bu acıyı yaşatanlar, sorumluları kimse; nasıl müteahhitler tutuklanıyorsa o hastaneyi o şekilde yapanlar, o şekilde kabul edenler, bu şekilde faaliyette tutanlar da cezasını alsın. Bununla ilgili suç duyurularında bulunduk. Adalete güvenimiz sonsuz. Eninde sonunda hak yerini bulacak."
"ANT OLSUN, ŞART OLSUN Kİ BU KADAR BECERİKSİZLİĞİN ASIL HESABINI SİYASİLER VERECEK"
Gül'ün ardından tekrar kürsüye gelen Akşener, "Bu konuşmanın üzerine başka şey söylenmez, çok teşekkür ediyorum. 15 Mayıs gününden itibaren hem bu çarpıklıklar hem bu liyakatsizlikler hem bu hesap vermemezlikler hem bu yolsuzluklar hem bu kayırmacılıklar derhal son bulacak. Ant olsun, şart olsun ki bu kadar beceriksizliğin asıl hesabını siyasiler verecek" diyerek grup toplantısını sonlandırdı.
Son Dakika › Güncel › Akşener: Ak Parti İktidarının En Büyük Becerisi, Kirli Zihniyetinin Ürettiği Her Türlü Pisliği Halının Altına Süpürme Yeteneğidir - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?