12 Eylül davasına ilişkin Cumhuriyet Savcısı Selçuk Kocaman'ın esas hakkındaki görüşünde, işkence ve kötü muamelenin sistematik olarak yapıldığı kaydedildi.
12 Eylül askeri darbesine ilişkin, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın yargılandığı davanın duruşmasında Savcı Selçuk Kocaman esas hakkındaki görüşünü açıkladı. Sanıklar Evren ve Şahinkaya'nın, telekonferans yöntemi ile katıldığı duruşmada sanıkların yüzüne okunan mütalaada, Türkiye'nin 12 Eylüle götürüldüğü süreçte yaşanan ve toplumu en çok etkileyen ve askeri darbede gerekçe olarak kullanılan 1 Mayıs 1977 Olayları, Postayla Gönderilen Bombalar, 16 Mart İstanbul Üniversitesi Katliamı, 1978 Sivas olayları, Kahramanmaraş Olayları, Gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesi, Çorum olayları, Fatsa Operasyonu, Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, MSP'nin Konya Mitingi de değerlendirildi.
12 Eylül 1980 öncesi terör olaylarına bakıldığında, olayların toplumu kaosa, iç çatışmaya sürükleyerek ülkeyi yönetilemez hale getirip, askeri darbeye zemin hazırlamak ve yönetimi ele geçirmek isteyen devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış terör olayları olduğunun vurgulandığı mütalaada, devlet içindeki etkili güçlerin, olaylarda güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapmasının engellediği, güvenlik güçlerinin bazı olaylarda kullanıldığı, bu kadar organize ve geniş çaplı olayların devlet içinde örgütlenmiş illegal güçlerin planlaması ve iştiraki olmadan yapılamayacağı kaydedildi.
-SANIKLAR HER HALÜKARDA ÜLKE YÖNETİMİNİ CEBREN ELE GEÇİRMEK NİYETİNDE-
Sanıkların darbe yapmaya yaklaşık bir yıl önceden karar verdiklerinin vurgulandığı mütalaada, sanıkların her halükarda ülke yönetimini cebren ele geçirmek niyetinde oldukları belirtildi. Yapılacak askeri darbenin halkın gözünde meşru görülebilmesi için terör olaylarının üzerine bilerek gitmediğinin belirtildiği mütalaada, olaylara müdahale edilmediği veya tertiplenen olay amacına ulaştıktan sonra müdahale edildiği, sanıkların sanıkların darbe yapmak için bir yıl şartların olgunlaşmasını bekledikleri, darbe için fırsat kolladıkları kaydedildi. 12 Eylül 1980 öncesinde darbe yönetiminin yaptığı hatırlıkların ve attığı adımlarında sıralandığı mütalaada, müdahale fikrinin ortaya çıkışı şöyle anlatıldı:
"12 Eylül öncesi askeri müdahale fikri 1979 yılının Temmuz ayı içerisinde ordunun üst kademesinde açık açık konuşulmaya başlandı. Bu tarihlerde Sanık Kenan Evren kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptı. Yaptığı görüşmeler sonucunda Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istedi. Başkanlığını Haydar Saltık'ın kurduğu 3 kişilik grupta iki de kurmay subay vardı Haydar Saltık'ın başında bulunduğu gizli grup 11 Eylül 1979 tarihinde çalışmaya başladı. Hazırladığı raporlarla komutanları yönlendirdi. Askeri müdahaleye karar verildikten sonra da bu grubun sayısının artırılmasıyla müdahale hazırlıklarına devam edildi. 21 Aralık 1979 tarihinde Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kuvvet Komutanları, Harp Akademileri Komutanı, Ordu ve Kolordu Komutanlarının katılımlarıyla toplantılar yaptı. Bu toplantı süreçlerinin sonunda 26 Aralık 1979 tarihinde hükümetteki parti liderleriyle diğer siyasi parti liderlerine uyarı mektubu verilmesi yönünde karar alındı."
-UYARI MEKTUBUNUN VERİLMESİ-
27 Aralık 1979 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk aracılığıyla Başbakan ve diğer siyasi parti liderlerine Kenan Evren'in, ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılar karşısında Türk Silahlı Kuvvetlerinin görüşünü içeren bir uyarı mektubunu, takdim yazısı ile dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e teslim ettiğinin anımsatıldığı mütalaada, Korutürk'ün de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ile dönemin Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Bülent Ecevit'i Çankaya Köşküne davet ederek, iki lidere, kendisine sunulan "Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü" başlıklı uyarı mektubunun örneğini verdiği anlatıldı. Korutürk'ün uyarı mektubunun bir örneğini de Meclis Başkanına verdiğinin kaydedildiği mütalaada, uyarı mektubunda Cumhuriyet tarihi boyunca askeri darbe gerekçesi olarak kullanılan İç Hizmet Kanununu da anımsatılarak uyarı yapılmasının demokratik rejim açısından bir tehdit olduğu vurgulandı.
Bayrak Harekat Direktifinin (Planı) Sıkıyönetim Komutanlarına gönderilme şeklinin de anlatıldığı mütalaada, 1 Temmuz 1980 tarihinde komuta kademesince yapılan toplantıda askeri darbe günü olarak 11 veya 12 Temmuz tarihlerinin belirlendiği, bu tarihlerin askeri müdahale günü olarak belirlenmesinin iki nedeni ise şöyle açıklandı:
"Bunlardan ilki, CHP ve MHP tarafından 3 Temmuz'da hükümeti düşürmek için gensoru verilecekti. Zaten anarşi ve ekonomik nedenlerle kaosa sürüklenmiş ülkede hükümetin düştüğü bir ortamda yapılan darbe tepki çekmeyecekti. İkincisi ise 8-10 Temmuz tarihleri arasında devlet borçlarının 3 yıl ertelenmesi için Paris'te yapılacak toplantı önem arz etmekteydi. Yapılan askeri darbe borç ertelenmesini engelleyebilir, bunun sonucunda da kötü olan ekonomide borç ödeme sıkıntısıyla karşılaşılabilirdi. Alınan karara göre 3 Temmuz 1980 tarihinde özel kuryeler vasıtasıyla Bayrak Harekat Planı Sıkıyönetim Komutanlıklarına ulaştırıldı."
-GÜVENOYU DARBENİN TARİHİNİ DEĞİŞTİRDİ
3 Temmuz 1980 tarihinde Demirel hükümeti hakkında yapılan güven oylamasında Necmettin Erbakan'ın son anda fikir değiştirerek hükümete destek vermesi nedeniyle, güven oyunun alındığının belirtildiği mütalaada, borç erteleme toplantısının ise 22 Temmuz'a ertelenmiş olmasının darbenin tarihini değiştirdiği kaydedildi. Harekat emrinin 4-7 Ağustos tarihleri arasında yeniden toplandığını belirtildiği mütalaada, Ağustos 1980 tarihinde yapılan YAŞ'ta askeri darbenin komuta kademesinin şekillendirildiği vurgulandı. Darbe tarihinin 12 Eylül 1980 Cuma günü belirlendiğinin ifade edildiği mütalaada, "Askeri Harekatın tarih ve saati belli olmasına rağmen planda gizli tutularak zamanı "G" günü, "S" saati olarak kodlanmıştı. 5 Eylül 1980 günü Genelkurmay Başkanlığından çıkan özel kuryeler harekat tarih ve saatinin 12 Eylül saat 04:00 olduğunu belirten emrin bulunduğu zarflarla Türkiye'nin dört bir yanına hareket ettiler. Artık geri sayım başlamıştı" denildi.
-12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ VE SONRASI-
Milli Güvenlik Konseyi'nin bir numaralı bildirisine de yer verilen mütalaada, yapılan düzenlemeler ile Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet Senatosuna ve Cumhurbaşkanına ait yetkilere cebren el konulduğu anlatıldı. Darbe sonrasında yapılan işlemlerin sıralandığı mütalaada, ülkenin tamamının 12 Eylül askeri yönetimince denetim ve kontrol altına alındığı kaydedildi. Darbenin arkasından siyasi partilerin faaliyetleri yasaklandığının anımsatıldığı mütalaada, askeri darbeden sonra Türkiye 13 Sıkıyönetim bölgesine ayrılarak, başlarına atanan Sıkıyönetim Komutanları Genelkurmay Başkanlığına bağlandığı belirtildi.
-BASIN TEK SES TEK YÜREK OLMALI-
Askeri darbenin liderlerine göre, basın tek ses tek yürek olması gerektiğinin anlatıldığı mütalaada, şöyle denildi:
"Yönetimin istemediği hususlar haber yapıldığında gazeteler kapatılıyordu. Komutanlar basın kuruluşlarını ziyaret ediyorlar, 12 Eylül'ün gerekliliğini anlatıyorlardı. Ancak bu tartışma şeklinde değil, tebligat manasındaydı. Onların konuşması sırasında başkasının söz hakkı yoktu. 12 Eylül döneminde sıkıyönetim yasaklarından bunalan gazeteler, çözümü magazin haberlerini yer vermekte buldu. Siyasi, ekonomik, sosyal gelişmeler hakkında yazmak hemen hemen ihtimal dışı idi. Bu süreçte asparagas ve erotik ağırlıklı yeni gazeteler türedi. Bu gazetelerin trajları milyonlara ulaşıyordu."
14 Eylül 1980 günü TRT'ye gönderilen yapılacak yayınlarla ilgili emirlere de yer verilen mütalaada, toplum üzerinde kurulan baskı ve aleyhe yayın yasaklarıyla düşünce hürriyetinin tamamen ortadan kaldırıldığı, gazetelerin ve televizyonun hangi haberleri yazıp hangisini yazamayacaklarına MGK'nın karar verdiği kaydedildi. İstatistiki bilgilere de yer verilerek hiçbir yargı kararı olmadan 30 bin memurun görevine son verildiğinin, 300 bin kişiye sakıncalı oldukları gerekçesiyle pasaport verilmediğinin anlatıldığı mütalaada, "Pasaport verilmeyenler içerisinde Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su da vardı. Kanser hastalığına yakalanan Ruhi Su pasaport verilmediği için tedavi olamadı ve yaşamını yitirdi. 12 Eylül yönetimi tarafından yurtdışına kaçan 14 bin kişi vatan haini oldukları gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı" denildi.
-12 EYLÜL ASKERİ DARBE DÖNEMİNDE GÖZALTINDA YA DA CEZAEVİNDE ÖLÜMLER-
12 Eylül askeri darbesiyle gözaltı işlemlerinde delil elde etme yöntemi olarak ifade, istenilen ifadeyi vermeyenler için ise işkencenin tek yöntem olarak benimsendiğinin ifade edildiği mütalaada, "Gözaltına alınan ya da yakalanan kişiler sağ görüşlü iseler sol görüşlü polis ve askerlerden oluşturulan işkence ekipleri, sol görüşlü iseler sağ görüşlü polis ve askerden oluşturulan işkenceci ekipler tarafından işkenceli sorgulara tabi tutuluyordu. İnsanlar gözaltında ve cezaevinde keyfi ve sistematik işkencelere tabi tutuldu. Cezaevlerinde eğitim adı altında bir kısım hareketler ve marşlar mahkumlara psikolojik baskı ve işkence yöntemi olarak kullanıldı. Sistematik işkencenin merkezi haline getirilen cezaevleri Diyarbakır Askeri Cezaevi ile Mamak Askeri Cezaeviydi. Aynı zamanda Ankara Emniyet Müdürlüğündeki DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) olarak adlandırılan yer, Adıyaman'da Pirin Palas Hapishanesi, İstanbul'da Gayrettepe'de öne çıkan işkence merkezlerindendi. Sayılan bu yerler öne çıkmakla birlikte, ülkede tüm gözaltı ve cezaevlerinin o dönemde bu şekilde kullanıldığı ortaya çıkmaktadır" denildi.
Diyarbakır Cezaevinde İç Güvenlik Komutanı Esat Oktay Yıldıran'ın, Mamak Askeri Cezaevinde ise İç Güvenlik Komutanı Raci Tetik'in işkence emirlerini
Verdiğinin ifade edildiği mütalaada, Ankara Emniyetinde ise polis amirleri Zeki Kaman ve Dürüst Oktay'ın işkence uygulamalarında öne çıktıkları kaydedildi. Türkiye'nin bütün cezaevlerinde aynı tür işkencelerin yaygın şekilde uygulandığının anlaşıldığının belirtildiği mütalaada, 12 Eylül askeri darbesinin ardından cezaevleri ve gözaltı merkezlerinde insanlık dışı uygulamaların sonucunda ölümler meydana geldiği, 1983 tarihine kadar gözaltı ve cezaevinde ölenleri toplam sayısının 191 kişi olduğu kaydedildi.
-SİSTEMATİK İŞKENCE-
işkence ve kötü muamelenin değerlendirildiği mütalaada, 12 Eylül Askeri yönetiminin, gözaltına almış olduğu sağ ve sol görüşlü kişileri aşırı fraksiyonların etkisinde kalmış, dolayısıyla topluma zararlı, yola getirilmesi gereken kişiler olarak gördüğü belirtildi. gözaltı ve cezaevlerinde uygulanan yöntemlerle kişiliklerin ezip ortadan kaldırarak toplumu tek-tipleştirmek istendiğinin vurgulandığı mütalaada, "Cezaevlerinde 'karıştır-barıştır' denilen yöntemle sağ ve sol görüşlü kişileri aynı koğuş ve hücrelere koyup, zorla yaptırmış oldukları bir kısım hareketler, bir kısım marşların ve konuların zorla öğretilmesi ve ezberlettirilerek yüksek sesle söylettirilmesi suretiyle düşünce ve farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmışlar, bu yöntemleri de bir işkence yöntemi olarak uygulamışlardır" denildi. Mütalaada, "Gözaltında kalan veya cezaevinde kalan kişilerin beyanlarından da anlaşıldığına göre bütün merkezlerde benzer veya aynı tür işkence yöntemlerinin kullanılması, cezaevi ve gözaltına alınan kişilerin rutin olarak aynı işkence yöntemlerinden geçirilmesi, işkence uygulamalarını yapan görevlilerin aynı tür davranışlar sergilemesi cezaevlerinde sağ ve sol görüşlü kişilerin arasındaki husumetleri yok etmek amacıyla kullanılan 'karıştır-barıştır' yöntemleri, işkencelerin cezaevlerinde bu dönem içinde bilinçli ve sistematik olarak uygulandığını göstermektedir" değerlendirmesine yer verildi.
Son Dakika › Güncel › 12 Eylül Davasımütalaa: İşkence Bilinçli ve Sistematik Uygulandı - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?