Hayata geçmeden birçok tartışmayı beraberinde getiren 4+4+4 eğitim sistemi ilk yılını geride bırakmasına rağmen tartışmaları sürüyor.
Eğitim-Sen gerçekleştirdiği basın toplantısında 2012-2013 eğitim öğretim yılına ait verilerde çok çarpıcı bir raporu kamouyuyla paylaştı.
Taşımalı eğitimden, seçmeli derse, İmam Hatip Liseleri'nden, öğrencilerin örgün eğitimden ayrılma oranına kadar bir çok başlığın detaylandırıldığı raporda 4+4+4 eğitim sistemi ağır bir dille eleştiriliyor.
İşte Eğitim-Sen'in ilk yılındaki 4+4+4 izelnimleri:
'2012-2013 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SONUNDA EĞİTİMİN DURUMU RAPORU
2012-2013 eğitim-öğretim yılı, 14 Haziran Cuma günü resmen sona erecektir. 2012-2013 eğitim öğretim yılı, geçtiğimiz yıllardan farklı olarak, AKP iktidarının siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda yasalaşan ve uygulanmaya başlanan eğitimde 4+4+4 dayatması ile eğitim sistemi büyük bir kaosun içine itilmiştir.
12 Eylül darbesi sonrasında cunta eliyle başlatılan "Türk-İslam sentezi" eğitim anlayışı ve eğitimde ticarileştirme uygulamaları, özellikle AKP iktidarı ile birlikte, geçmişte olduğundan daha fazla oranda iç içe geçmiş bir şekilde hayata geçirilirken, 4+4+4 düzenlemesi ile eğitim üzerinden din istismarı uygulamaları daha da arttırılmıştır.
AKP'nin yangından mal kaçırır gibi gündeme getirdiği 4+4+4 dayatması nedeniyle, 2012-2013 eğitim öğretim yılı gerek öğrenciler, gerek öğretmenler açısından tam bir kabus olarak yaşanmış, eleştirileri görmezden gelen hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı, geçmiş yıllarda olduğu gibi, eğitimin giderek büyüyen sorunları karşısında resmen sınıfta kalmıştır.
2012-2013 eğitim öğretim yılına genel olarak bakıldığında, eğitimde 4+4+4 dayatmasının yasalaşması sürecinde ve sonrasında sendikamız Eğitim Sen başta olmak üzere, üniversitelerin bilimsel kürsüleri ve eğitim bilimciler tarafından yapılan eleştirileri ve dile getirilen kaygıların ne kadar haklı ve yerinde olduğu bir kez daha olduğunu açık bir şekilde görülmüştür.
Eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin topluma ve öğrencilere bir dayatma olarak zorla kabul ettirilmek istenmesi, eğitim sisteminin çocuk ve gençlerimizin yararına değil, AKP'nin siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirilmesinin esas alındığını göstermiştir.
2012-2013 eğitim yılının başından bugüne kadar okullarda en çok gözlenen sorunların başında okulların dönüştürülmesi kararları ile açığa çıkan mağduriyetler gelmektedir. 72 ay öncesi çocukların okula uyum sağlayamamaları, okula giriş çıkış saatlerinde yaşanan sorunlar, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar, imam hatiplerle ortak binaları paylaşan okullarda öğrencilere yönelik çeşitli baskılar, din içerikli seçmeli derslerin fiilen "zorunlu seçmeli" hale getirilmesi vb gibi sorunlar, 2012-2013 eğitim öğretim yılında eğitim gündeminde öne çıkan temel sorunlar olmuştur.
Zorunlu din dersleri uygulamasına ek olarak, 4+4+4 dayatması ile "zorunlu seçmeli" derslerin getirilmesi ve buna bağlı olarak eğitim müfredatında din derslerinin ağırlığının arttırılması, kılık kıyafet serbestliği konusunun hükümet ve yandaş sendikalar tarafından "özgürlük" adına istismar edilmesi muhafazakarlaştırmanın en belirgin örnekleridir. Son olarak okullarda ibadet yerleri açmaya yönelik zorlayıcı tutumlar, eğitim sistemini dört bir yandan kuşatmış ve eğitimde yaşanan en temel sorunların üzerini örten bir örtü işlevi görmüştür.
Okula başlama yaşının geri çekilmesi 1. sınıflarda yığılmalara neden olmuştur
2011-2012 eğitim öğretim yılında 1. sınıfa başlayan çocuk sayısı 1 milyon 404 bin 857 iken, 4+4+4 sonrasında okulöncesi çağdaki çocukların zorla ilkokula kaydedilmesi nedeniyle 1.sınıfa başlayanların sayısı 465 bin 848 artmış ve 1. sınıfa giden öğrenci sayısı olması gerekenin çok üzerinde artarak 1 milyon 870 bin 705'e çıkmıştır. Bu durum okullarda yeterli altyapının olmaması ve derslik yetersizliği nedeniyle pek çok sorunu beraberinde getirmiştir.
2012-2013 eğitim öğretim yılı boyunca 60-66 aylık çocuklarla 72-83 aylık çocukların aynı sınıflarda eğitim alması nedeniyle yaşanan pek çok sorun öğretmenleri, öğrencileri ve velileri çok zor durumlara düşürmüştür. AKP'nin eğitim biliminin en temel ilkelerini yok sayarak eğitime başlama yaşını erkene çekmesi nedeniyle kendilerinden yaşça büyük olanlarla aynı eğitimi almak zorunda bırakılan on binlerce çocuk, fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak ciddi zorluklarla karşı karşıya kalmış, okulöncesi çağdaki çocukların ve velilerin önemli bölümü, 4+4+4 dayatması nedeniyle psikolojik travma yaşayacak kadar olumsuz etkilenmişlerdir.
Bu durum geçmişte eleştirilerimize kulaklarını tıkayan Milli Eğitim Bakanlığı'nın da dikkatini çekmiş ve okullarda yaptırılan değerlendirmeler sonrasında farklı yaş grubundaki çocukların sınıflarının ayrılması talimatı verilmiştir. Ancak bu talimat verilene kadar çocukların karşı karşıya bırakıldığı psikolojik travmanın izleri kolay silinebilecek gibi görünmemektedir.
4+4+4 dayatması ilk gündeme getirildiğinde ısrarla belirttiğimiz gibi, yapılması gereken okulöncesi çağda olan 72 ayın altındaki bütün çocukların anasınıflarına kayıtlarının yapılması ve ilkokula başlama yaşının kesinlikle 72 ayın altında olmamasıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, büyün eleştirilerimize rağmen eğitim biliminin temel ilkelerine karşı direnmekte ve yanlışta ısrar etmeyi sürdürmektedir. Okula başlama yaşının erkene alınması konusunda geri adım atılmaması durumunda, olan yine çocuklarımıza, velilere ve elbette bütün bu sorunlarla baş etmek zorunda kalan öğretmenlerimize olacaktır.
Okulöncesi eğitimde okullaşma oranları düşmüştür
Eğitimde 4+4+4 dayatmasına karşı çıkanların en önemli itirazlarından birisi olan 72 aydan küçük çocukların ilkokula başlatılmamasına yönelik itirazlar, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından dikkate alınmamıştır. Okulöncesi çağda olan ve okulöncesi eğitime gitmesi gereken 60-71 ay grubundaki çocukların ilkokula otomatik kayıtlarının yapılması nedeniyle okulöncesi eğitimde okullaşma oranları ülke genelinde ortalama yüzde 10 düşmüştür.
2011-2012 eğitim öğretim yılında, 5 yaş grubunda okulöncesi eğitimde genel okullaşma oranı yüzde 65,69 (Erkek: %66,20; Kız: 65,16) iken, 2012-2013 eğitim öğretim yılında bu oran yüzde 55,35'e (Erkek: %57,34; Kız: 53,24) gerilemiştir. 4+4+4 düzenlemesi ile ilkokula başlama yaşının 5 yaş sınırına (60 ay) çekilmesi ile birlikte bu yaş grubunun okulöncesi eğitime gidişinde belirgin bir azalma görülmüştür. Okulöncesi eğitimde okullaşma oranında yaşanan azalma erkek çocuklarda yüzde 10 iken, kız çocuklarında yüzde 12 olarak gerçekleşmiştir. 4+4+4'ün yoğun bir şekilde tartışıldığı günlerde bu düzenlemeden kız çocuklarının daha olumsuz etkileneceği yönündeki tespitimiz, okulöncesi eğitim ve diğer eğitim kademelerinde ortaya çıkan rakamlar üzerinden açık bir şekilde doğrulanmıştır.
2012-2013 yılında 2007 doğumlu 416 bin 191 çocuk, okulöncesi eğitime gitmesi gerekirken, AKP'nin ve MEB'in en temel bilimsel verileri yok sayarak yanlış yönlendirmesi sonucunda ilkokula gitmek zorunda kalmıştır. Bu yaş grubundaki çocukların eğitiminin ilerleyen yıllarında yaşayacakları tüm olumsuzlukların sorumlusu AKP hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı olacaktır.
Okullaşma oranlarında bir iyileşme söz konusu değildir
Okulöncesi eğitimde, 60-71 ay yaş grubundaki çocukların ilkokula yönlendirilmesine ve okullaşma oranlarında yüzde 10-12 oranında bir azalma olmasına karşın, bu yıl yeniden açılan ilkokullardaki okullaşma oranlarında dikkate değer bir artıştan bahsetmek mümkün değildir. 2011-2012 eğitim öğretim yılında ilköğretimde yüzde 98,67 olan okullaşma oranı, bu yıl ilkokul ve ortaokul olarak bölünen temel eğitimde belirgin bir değişime neden olmamıştır.
2012-2013 eğitim öğretim yılında ilkokulda okullaşma oranı yüzde 98,86 (Erkek: 98,81; Kız: 98,92) iken; ortaokulda bu oran yüzde 93,09 (Erkek: 93,19; Kız: 92,98) gibi düşük sayılabilecek bir seviyede gerçekleşmiştir. Geçen yılın verileri ile kıyasladığımızda 4+4+4 ile 12 yıla çıktığı iddia edilen zorunlu eğitimin ilk 4 yıllık ilkokul bölümünden ikinci dört yıllık ortaokul bölümüne geçerken bile ortalama yüzde 5 oranında bir kayıp yaşandığı, bu oranın kız çocuklarının ortaokula devamında yüzde 6 civarında olduğu anlaşılmaktadır.
Ortaöğretimde 2011-2012 eğitim öğretim yılında yüzde 67,37 olan okullaşma oranı, 2012-2013 eğitim öğretim yılında yüzde 70'e çıkmıştır. Aynı dönemde genel ortaöğretimde okullaşma oranı yüzde 35,14'ten, yüzde 34,47'ye gerilerken, AKP hükümetinin çok önemsediği mesleki ortaöğretimde okullaşma oranı yüzde 32,24'ten, yüzde 35,59'a yükselmiştir. AKP hükümetinin mesleki eğitimi özelleştirmek için başlattığı özel meslek lisesi açanlara öğrenci başına 5 bin TL teşvik uygulaması ile birlikte, mesleki eğitimdeki okullaşma oranlarının kademeli olarak arttırılması ve mesleki eğitimin tamamen piyasa koşullarında ve yine piyasa aktörleri tarafından verilmesi yönünde hazırlıklar yapıldığı bilinmektedir.
İmam Hatip Okullarındaki artış oranı yüzde 35'tir
Eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin ortaya çıkardığı en belirgin sonuçlardan birisi, okul dönüşümleri sonrasında ilkokul ortaokul ayrışmasının ardından yeniden açılan imam hatip ortaokulları ve imam hatip liselerinin sayısındaki belirgin artıştır. 2011-2012 eğitim öğretim yılında 537 olan İmam Hatip Lisesi sayısı, bir yıl gibi kısa bir süre içinde de 708'e çıkmıştır. 2012-2013 eğitim öğretim yılında Türkiye'de 730 bağımsız imam hatip ortaokulu bulunuyorken, 369 imam hatip ortaokulu İmam hatip liseleri bünyesinde açılmıştır. MEB verilerine göre Türkiye'de toplam imam hatip ortaokulu sayısı 1.099'dur.
Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün verilerine göre, 2011-12 eğitim yılı sonunda 537 faal imam hatip lisesinde 9.616 derslikte 268.245 öğrenci öğrenim görmekte ve 15.049 öğretmen görev yapmıştır. 2012-13 eğitim yılında ise okul sayısı 708'e, derslik sayısı ise 13 bine, öğrenci sayısı 380 bine, öğretmen sayısı ise 23 bine çıkmıştır. Bu okulların tamamında tam gün eğitim yapılmaktadır.
Derslik ve öğretmen ihtiyacının ciddi anlamda arttığı, bodrum katların, kömürlüklerin bir sınıfa dönüştürüldüğü ülkemizde, İmam Hatip Okullarına uygulanan ayrıcalıklar ve destekler dikkat çekici olmuştur. Okul dönüşümleri sırasında en donanımlı okullar imam hatip okullarına dönüştürülmüş, bu durum öğrencileri ve velileri resmen isyan ettirmiştir.
Öğretmen, öğrenci ve velilerin ülkenin çeşitli yerlerinde yürüttükleri mücadele ile okullarını geri kazanabilmişlerdir. Ancak dönüşümler bir takım zorlama talepler yaratılarak günümüzde de sürmektedir. Özellikle Büyükşehirlerde okul dönüşümlerinin bu yıl içinde tamamlanacak olması, bu konuda yeni mağduriyetlerin yaşanmasını kaçınılmaz hale getirmektedir.
Zorunlu din dersi ve zorunlu seçmeli din dersleri dayatması artmıştır
Yıllardır zorunlu din derslerin kaldırılması için ileri sürülen taleplere ve yüksek yargı kararlarına rağmen, AKP iktidarı zorunlu din derslerine ek olarak 4+4+4 düzenlemesiyle üç farklı din dersinin daha okullarda okutulmasını dayatmıştır. Seçmeli olduğu iddia edilen bu dersler, ülkenin pek çok yerinde zorunlu seçmeli hale getirilmiştir. Bu derslerin seçimi sırasında veliler öğretmen yokluğu gibi nedenlerle Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed'in Hayatı ve Temel Dini Bilgiler derslerini seçmeye zorlanmıştır.
Bakanlık sürekli olarak bu derslerin seçmeli olduğunu iddia etse de, özellikle taşrada söz konusu derslerin "zorunlu seçmeli" hale getirildiği görülmüştür. Din dersi üzerinden bugüne kadar yaratılan ayrımcı uygulamaların çok daha fazlası geçtiğimiz eğitim öğretim yılında görülmüştür.
4+4+4 üzerinden yapılan düzenleme ile getirilen seçmeli dersler ile "Bireylerin demokratik hak ve taleplerine sınırlama değil, aksine seçme hakkı sağlayarak bireylere ilgi, istek ve yeteneklerine uygun bir eğitim alma imkanı tanıdığı" iddia edilmiştir. AİHM ve Danıştay'ın kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulamasına ısrarla devam edilmesi ve zorunlu din dersi almak istemeyen çocukların bu dersi almaya zorlanması bahsi geçen "seçme hakkı" iddiası ile temelden çelişmiştir. Ayrıca çocukların eğitim-öğretim sürecinin sağlıklı gelişmesinin koşulu ve eğitim biliminin en temel ilkesi olan anadilinde eğitim konusunda somut bir adım atılmamış olması, "seçme hakkı" kavramının büyük bir demagojiden ibaret olduğunu göstermiştir.
Din dersinin Türkçe, matematik, yabancı dil gibi zorunlu sayılması, laik, demokratik eğitim anlayışıyla ve bilimsel eğitimle açıkça çelişmektedir. Okullarımızda, üstelik devlet aracılığıyla ve zorunlu olarak, yalnızca belli bir din ve belli bir mezhep öğretilmektedir. Bu durum, Türkiye gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok mezhepli toplumlarda, birçok sıkıntının doğmasına yol açmaktadır. Bu sıkıntıların önüne geçebilmek mümkündür. Türkiye'de dinin siyasallaşması ve siyasal çıkarlara alet edilmesinin engellenmesiyle olanaklıdır.
AKP'nin toplumu din üzerinden muhafazakarlaştırma adımları sadece 4+4+4 dayatması ile sınırlı değildir. Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokoller, somut düşünme aşamasında olan ilkokul çocuklara yönelik "umre ziyareti" düzenlenmesi, müftülük yetkililerinin kutlu doğum haftasında okullarda görevlendirilmesi, İmam Hatip Okullarına yönelik pozitif ayrımcı yaklaşımlar, YGS'de din içerikli soruların sorulmaya başlanması, okullarda İslami yazarların ve dini yayınevlerinin kitaplarının öğrencilere ücretsiz dağıtılması vb gibi çok sayıda girişim üzerinden hayata geçirilen uygulamalar, siyasi iktidarın toplumu din istismarı üzerinden dönüştürme adımlarının arttığını göstermiştir.
Sorunun, laiklik, din ve vicdan özgürlüğü açısından çözümü açıktır ve dünyanın pek çok ülkesinde de örnekleri uygulanmaktadır. Devlet, din işlerinden bütünüyle elini çekmelidir. Bütün dinlere ve inanmayanlara eşit mesafede durmalıdır. Nüfus kağıdında din hanesi bulunmamalıdır. Hiçbir resmi işlemde kimseye dini ve inancı sorulmamalı, bir dine inananlar ibadetlerini istedikleri gibi yapmalı, hiçbir inanca karşı ayrımcı uygulama yapılmamalıdır.
Öğrencilerin okul devamsızlığı artmıştır
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2012-2013 eğitim istatistiklerine göre; 8. sınıftan mezun olan ancak açık lise de dahil olmak üzere, hiçbir ortaöğretim kurumuna kayıt olmayan 49 bin 449 öğrenci bulunmaktadır. Bu durumdaki öğrencilerden 12 bin 172'sini erkek, 37 bin 277'sini kız öğrenciler oluşturmaktadır. 4+4+4 uygulanmadan önce ortaöğretime gitmeyen kız öğrenci sayısı 16 bin 137 iken, bu yıl zorunlu olmasına rağmen ortaöğretime devam etmeyen kız öğrencilerinin sayısının iki kattan fazla artmış olması dikkat çekicidir.
Bu durum sendikamız Eğitim Sen'in, eğitim ve bilim çevrelerinin yenilenen sisteme ilişkin eleştiri ve kaygılarının ne kadar doğru ve haklı olduğunu göstermektedir. 2011-2012'de 8. sınıfı bitirenlerin 653 bin 22'sini erkek, 599 bin 125'ini ise kız öğrenciler oluşturmuştur. Erkek öğrencilerden 595 bin 499'u liseye kaydolurken, kız öğrencilerden 533 bin 58 öğrenci temel ortaöğretime devam etmiştir.
MEB verilerine göre zorunlu olmasına karşın, 57 bin 523 erkek ve 66 bin 67 kız öğrenci olmak üzere, toplam 123 bin 590 öğrenci bu yıl herhangi bir ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırmamıştır. Sendikamızın tahminleri gerçek rakamın çok daha fazla olduğu yönündedir.
Anadilinde eğitim hakkının önündeki engeller sürmüştür
Çağdaş ve nitelikçe yeterli bir eğitim hakkından bahsedebilmemiz için eğitim; herkesi kapsamalı, yeterli sürede verilmeli, ulaşılabilir olmalı, kamu hizmeti olarak örgütlenmeli ve parasız olmalı, içeriğinin çağdaş, bilimsel, laik ve resmi dil yanında diğer anadillerinde de yapılabilmesi mümkün olmalıdır. Demokratik, laik ve bilimsel bir eğitim sisteminin oluşturulmasının öncelikli koşulu, eğitim bilimlerinin temel ilkesi olan her çocuğun kendi anadilinde eğitim almasıdır. Anadilinde eğitim, çocukların zihinsel gelişimlerinin, öğrenme yeteneklerinin ve sağlıklı bir kimlik edinmelerinin olmazsa olmaz koşullarındandır.
Her çocuk en iyi bildiği dil veya dillerde eğitim aldığında en iyi öğrenir. Okuduğunu anlama, anlatma ve eleştirel düşünebilme ve yorum yapabilme yetisi bu yolla gelişebilir. Dünyayı ve toplumsal ilişkileri kendi "sesleriyle" anlamlandırabilir. Demokratik değerleri ve toplumu yaratma ve ona sahip çıkmada yer alabilecek bireylerin eşit katılımı ancak anadilinde eğitimi gerçekleştirerek sağlanabilir.
4+4+4 ile farklı dil ve lehçelerde "seçmeli ders" uygulamasına gidilmiş, ancak temel bir insan hakkı olan anadilinde eğitim talepleri yok sayılmıştır. Bireylerin kendi anadillerinde eğitim hakkından yoksun bırakılmasının, çocukluktan itibaren zihinsel gelişimi ve kimlik edinme sürecini olumsuz etkilediği bilinmektedir. Bütün bu bilimsel gerçeklere rağmen anadilinde eğitim konusunda iktidar tarafından benimsenen ırkçı-şoven yaklaşımın 2012-2013 eğitim öğretim yılında da ısrarla sürdürülmesi, eğitim biliminin en temel ilkesi olan anadilinde eğitim gerçeğini yok saymak anlamına gelmiştir.
Yapılan kapsamlı araştırma ve çalışmalardan elde edilen bulgular, anadili Türkçe olmayan çocukların, diğer tüm öğrenci grupları gibi, birçok bakımdan olukça heterojen bir grup oluşturduğunu göstermektedir. Bu heterojenliği sağlayan en önemli değişkenler; sınıfsal, toplumsal cinsiyet, yaşanılan mekan, ana babaların siyasal görüşleri, farklı düzeylerdeki çift veya çok dillilik durumları, göç, inanç ve lehçe ile ağız farklılıkları olarak sıralanabilir. Eğitim dünya genelinde bu türden eşitsizliklerin üretilmesinde ve sürekli yeniden üretilmesinde ciddi rol oynamaktadır. Ancak eğitime yapılabilecek bir takım müdahalelerle bu eşitsizlikleri yine eğitim yoluyla gidermek mümkündür.
Ortaöğretime giriş sınavları ile üniversite giriş sınavlarında ve en son 2013 YGS'de ortaya çıkan sonuçlar, bir kimlik ifade etme imgesi olan anadilinde eğitimin ne kadar gerekli oluğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Son yapılan YGS'de hemen her yıl olduğu gibi bu yılda bölgede bulunan 16 il sıralamada 66 ile 81 il arasında yer alarak son 16 ili oluşturmuştur. Bu iller asında, 73.sırada yer alan Diyarbakır'da, 77. sırada yer alan Van'da, 68.sırada yer alan Siirt'te, 80.sırada yer alan Şırnak'ta ve 81.sırada yer alan Hakkari'de okuyan çocuklarımızın yaşayacakları mutsuzluk bir ömür boyu sürecek ağır tahribatlara neden olacaktır.
Okulları ve programları eşitlikçi, farklılıkları içeren, barışçıl ve demokratik temelde yeniden tanımlamak gerekmektedir. Bu noktada ders kitaplarında yer alan ırkçı, şoven ve farklılıkları yok sayan bütün ifadeler kitaplardan çıkarılmalıdır. Barış okulu, dili ve eğitimi "ötekine" duyulan bütün düşmanlık duygularını yok edecektir.
Açık lise kayıtları arttı, örgün lise kayıtları azaldı
Zorunlu eğitimin 8 yıldan kademeli olarak 12 yıla çıkarılmasıyla daha fazla çocuk ve gencin eğitim sürecine gireceği iddia edilmiş fakat sonuç tam tersi olmuştur. 4+4+4 ile ilk 8 yıl örgün eğitim, son 4 yılda "açık lise" uygulamasının olması açık lise kayıtlarını arttırmıştır.
2012-2013 eğitim öğretim yılında açık öğretim lisesinde okuyan 1 milyon 14 bin 409 öğrenciden 552 bin 514'ü erkek, 461 bin 895'i ise kız öğrencilerden oluşmuştur. 2011-2012 eğitim yılında açık öğretim lisesinde okuyan toplam 940 bin 268 öğrencinin ise 507 bin 163'ünün erkek, 433 bin 105'inin kız öğrenci olduğu dikkate alındığında bu yıl açık liseye 45 bin 351 erkek, 28 bin 790 kız öğrenci kayıt olmuştur. Bu durumda açık liseye kayıt yaptıran kız öğrencilerin sayısı bir önceki yıla göre 28 bin 790 artmıştır. Örgün ortaöğretime devam etmeyenlerden açık lise yeni kayıt sayılarını çıkardığımızda 4+4+4 dayatmasının kız öğrenciler açısından yarattığı düşündürücü bir durum daha ortaya çıkmaktadır. 12 bin 172 erkek öğrenci, 37 bin 277 kız öğrenci olmak üzere toplam 49 bin 449 öğrenci açık lise veya temel ortaöğretim kurumlarından hiçbirine kayıt yaptırmamıştır.
Taşımalı eğitim uygulamasındaki artış endişe verici boyutlara ulaşmıştır
Milli Eğitim Bakanlığı, çeşitli nedenlerle okula erişimde sorunları yaşayan ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileriyle özel eğitime ihtiyacı olan öğrencileri belirlenen okullara günübirlik taşımaktadır. Türkiye'de 24 yıl önce, 1989-1990 eğitim öğretim yılında sadece 2 ilde başlayan taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye'nin çağ atladığı, ekonomik olarak geliştiği iddialarına karşın günümüzde Türkiye'nin neredeyse bütün illerinde uygulanır hale gelmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB), 1989 yılında sadece 2 ilde, 305 ilköğretim öğrencisiyle başlattığı ve günümüzde kapsamı giderek genişleyen taşımalı eğitimden, 2011-2012 eğitim öğretim yılında 742 bin 924 ilköğretim öğrencisi yararlanırken, 2012-2013 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 810 bin 809'a çıkmıştır.
2011-2012 eğitim-öğretim yılında ülke genelinde 37 bin 706 okul 5 bin 968 merkez okula taşınırken, toplam taşınan öğrenci sayısı 742 bin 924 olmuştur. Eğitimde 4+4+4'ün uygulanmaya başladığı 2012-2013 eğitim öğretim yılı itibariyle 27 bin 635 okul, 7.037 merkez okula taşınmaya başlamış, taşınan öğrenci sayısı artarak 810 bin 809'a çıkmıştır.
4+4+4 sonrasında özel okul kayıtları yüzde 15 artmıştır
Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında özel okullardaki öğrenci sayısı, geçen yıla göre belirgin bir şekilde artmıştır. Velilerin çocuklarını özel okullara yönelmesinde kamu eğitim kurumlarının bu düzenleme nedeniyle yaşadığı tahribat belirleyici olmuştur. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar vb gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2012-2013 istatistiklerine göre örgün özel öğretim kurumlarına giden öğrenci sayısı geçtiğimiz eğitim öğretim yılında 535 bin iken, bu yıl 4+4+4 sonrasında bu rakam yüzde 15 artışla 613 bine kadar çıkmıştır.
Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında özel okulöncesi eğitim kurumu sayısı 2.848'den 3.641'e, özel ilköğretim okulu sayısı; 992 ilkokul ve 904 ortaokul olmak üzere Türkiye koşullarında hayal bile edilemeyecek rakamlara ulaşmıştır. Aynı dönemde özel ortaöğretim sayısı 840'tan 1.033'e çıkmıştır. Hükümetin meslek liselerine yönelik teşviki daha mürekkebi kurumadan etkisini göstermiş, geçtiğimiz yıl 45 olan özel meslek lisesi sayısı yaklaşık arak 126'ya çıkmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın yıllardır okullara yeterli ödenek ayırmadığı gerçeği ortada dururken, okulların veliler ve diğer ticari faaliyetlerden gelir elde etme girişimleri hızla artmaktadır. Eğitime yeterli bütçe, okullara ihtiyacı kadar ödenek talebimiz karşısında "kaynak yok" diyenlerin, özel meslek lisesi açacak olanlara öğrenci başına 5 bin lira vereceğini açıklamış olması büyük bir çelişki olarak hayata geçirilmiştir.
4+4+4 dayatması engellilerin eğitimine darbe vurmuştur
4+4+4 ile okula başlama yaşı 60-66 ay belirlenmiştir. Bu uygulamaya engelli öğrenciler de dahil edilmiştir. Engelli bireylere, özel eğitim okullarında bireysel eğitimden ziyade grup eğitimi uygulanmaktadır. Okulların genel durumu değerlendirildiğinde erken yaş eğitim programlarının uygulanmasında ciddi sakıncalar söz konusudur.
Engellilerin eğitimi 4+4+4 kapsamına alınırken, kamu okullarında bulunan özel eğitim sınıfları ve özel özel eğitim kurumlarının (rehabilitasyon merkezleri) karşı karşıya olduğu sorunlar göz ardı edilmiştir. Özel eğitim kurumlarının fiziki alt yapılarının yetersizliği, nitelikli personel, oyun alanı yoksunluğu, ulaşım ve taşınmada yaşanan sorunlar artarak devam etmiştir. Bu alanda açılan kurumlar, merkezler gelişmiş illerde yoğunlaşmıştır. Yatırımlar eşitsiz ve dengesizdir. Bu durum hizmetten yararlanamayan milyonlarca ailenin umutsuzluk ve çaresizlik içine düşmesine neden olmuştur.
Siyasal ve ideolojik anlamda; 4+4+4 eğitim sistemi ile getirilen seçmeli ders mantığı ile, öğrencilere dayatılan din eğitiminin (Kuran'ı Kerim, Temel Dini Bilgiler, Hz. Muhammed'in Hayatı) engelli öğrencilerin programına yansıtılmaya çalışılmış olması dikkat çekicidir. 2010 yılında, otizmli ve diğer zihinsel engelli öğrencilerin ders programlarından eğitimde daha çok ihtiyaç duydukları beden eğitimi, görsel sanatlar, müzik gibi branş ders saatleri düşürülerek, yerine "zorunlu din dersi" uygulaması getirildiği hatırlanacaktır.
Otizmli ve diğer zihinsel engelli öğrencilerin 'soyut' kavramları öğrenme güçlüğü yaşadıkları, 'somut' kavramlar üzerinden gelişimlerinin sağlandığı bilimsel ve pedagojik bir gerçekliktir. AKP hükümeti gözünü o kadar karartmıştır ki, somut nesneleri tanımlamakta zorluk çeken otistik çocuklara soyut içerikli "zorunlu din dersi" getirmekte bir sakınca görmemiştir.
Okullarda farklı seçmeli derslerin olmasına rağmen, "başka seçecek ders yok, öğretmen yok" iddiası ile bu derslerin fiilen zorunlu hale getirilmesi, 4+4+4'ün siyasi ve ideolojik yönünü gözler önüne sermektedir. Bu uygulama, engelli bireylerin gelişim seyirlerinin ve eğitimlerinin tamamen görmezden gelindiğinin somut bir kanıtı niteliğindedir.
Eğitimde sansürcü zihniyet dünya klasiklerini sansürledi
Türkiye'de örgütlenme ve düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller artarak sürerken, 2012-2013 eğitim öğretim yılında, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda okutulan 10. sınıfa yönelik edebiyat kitabında Yunus Emre'nin "Aşkın Aldı Benden Beni Bana Seni Gerek Seni" isimli şiirinden bir dörtlük Talim Terbiye Kurulu tarafından "sakıncalı" bulunarak resmen sansür edilmiştir. Eğitimde sansür uygulamalarının sadece Yunus Emre ile sınırlı olmamıştır.
Okul kitaplarında şiirleri sansürlenen Yunus Emre ve Kaygusuz Abdal'ın ardından dünyaca ünlü yazar John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar" kitabı sakıncalı bulunarak "ahlaki olmayan bölümler içerdiği" gerekçesiyle sansürlenmiştir. Benzer bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB), 100 Temel Eser listesi içinde yer alan "Şeker Portakalı" kitabını derste ödev olarak okutan bir öğretmene kitabın müstehcen olduğu gerekçesiyle soruşturma açılmıştır.
Eğitim başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanlarında yaşanan yasakçı ve sansürcü uygulamalar II. Abdülhamit ve onun "istibdat devri"ni akıllara getirmiştir. Gazetelerde çıkan karikatürlere, eleştiri yazılarına bile tahammül edemeyerek tazminat davası açan bir zihniyetin, ders kitaplarında Yunus Emre'yi, Kaygusuz Abdal'ı sansürlemesi, dünya klasikleri arasında olan kitapları yasaklaması, II. Abdülhamid dönemini bile geride bırakan bir baskı düzenin oluşturulmaya çalışıldığının kanıtı olarak karşımıza çıkmıştır.
Eğitim sistemi sınav odaklı olmaktan çıkarılmalıdır
Sendikamızın daha önceki raporlarında da sık sık vurguladığı gibi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın temel amacının piyasa değerlerini yücelten, bu değerleri sorgulamayan, sadece kendisine faydalı olanlarla ilgilenen ve beşeri sermaye olabilecek bireyler yetiştirilmesi olduğu açıktır. Bu nedenle bir taraftan sisteme "itaatkar" nesiller yetiştirilirken, diğer taraftan öğrencilerin ve velilerin müşterileştirilmesinin ön plana çıkarılması kabul edilemez.
4+4+4 ile başlayan eğitimde piyasa odaklı dönüşüm sürecinde ilkokul ve ortaokullarda yaşanan dönüşümün ardından sıra liselerin dönüştürülmesine gelmiştir. MEB, liseleri akademik, mesleki ve dini olarak üzere üçe ayırarak liselere yerleştirme puanına göre kayıt yapılacağını açıklamıştır. Buna göre ortaokulda öğrencilerin "ders notları, davranış ve faaliyet puanları birlikte hesaplanarak", "liselere yerleştirme puanı" oluşturulacaktır. Baraj puanını geçen öğrenci akademik liseye barajın altında kalan öğrenci ise meslek lisesine yönlendirilecektir. Bu süreçte imam-hatip liselerinin yer aldığı dini liseler ve özel liselerin herhangi bir baraj puanı ile ilişkilendirilmeyecek olması, 4+4+4 sisteminin bütün kademelerinde özel okullara ve imam hatip liselerine yönlendirmenin esas alındığını açıkça göstermektedir.
Üniversiteye geçiş sisteminde de liselere geçiştekine benzer bir not ortalaması sistemi üzerinde çalışıldığı basına yansımıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, ayrıntılarını kamuoyunun bilmediği çalışmada sınav sistemini kaldırmamakta, merkezi sınavın yerine parçalanmış bir sistem getirerek eğitimde yaşanan kaosun daha da derinleştirmesine neden olmaktadır.
Türkiye'de sınavların eğitimde uygulanan yanlış politikalar nedeniyle sınavların 4. sınıfa kadar inmesi eğitim sisteminin içine itildiği durumu görmek açısından önemlidir. Her yıl sınav yapmak, sınava hazırlanmak zorunda olan öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren dershanelere, özel kurslara gitmesi okullardaki eğitimin zaten sorunlu olan niteliğini daha da geriye götürecektir. Ayrıca öğrencilerin sınavlara hazırlanırken yaşadıkları stres ve diğer sorunlar pek çok öğrenci ve öğrenci velisinin psikolojik baskılanma yaşamasına neden olmaktadır.
11 yıllık AKP iktidarı döneminde eğitim sistemi tamamen sınavların ve özel dershanelerin merkezinde olduğu bir yapıya bürünmüştür. Eğitimde yaşanan ve acil çözüm bekleyen sorunlara ek olarak, milyonlarca öğrenciyi ve velileri yakından ilgilendiren sınavlarda sık aralıklarla yapılan köklü değişiklikler eğitim sistemini içinden çıkılmaz bir kaosun içine sürüklemektedir.
Başbakan'ın ve Milli Eğitim Bakanlarının sıkça dillendirdiği "dershaneleri kapatacağız", "sınavları kaldıracağız" söylemlerinin büyük bir kandırmaca olduğu kısa süre içinde anlaşılmıştır. Daha önce bir kez yapılan (Ortaöğretim Kurumları Sınavı) OKS yerine 6, 7 ve 8. sınıflarda 3 kez SBS getirilmiş, daha sonra SBS sayısı tekrar bire düşürülmüştür. Benzer bir durum üniversiteye giriş sınavında yaşanmıştır. ÖSS yerine YGS ve LYS getirilmiş, önümüzdeki yıllardan itibaren birkaç kez üniversiteye giriş sınavı yapılması kararlaştırılmıştır. Bütün bu değişiklikler sınavlara girecek öğrenciler ve ailelerinde telafisi zor travmalar yaşatmış ve milyonlarca öğrenci AKP'nin yanlış eğitim politikaları nedeniyle resmen bunalıma sokulmuştur.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın temel amacının piyasa değerlerini yücelten, bu değerleri sorgulamayan, sadece kendisine faydalı olanlarla ilgilenen ve beşeri sermaye olabilecek bireyler yetiştirmektir. Sınav ve dershane odaklı eğitime son verilmemesi bunun ispatıdır. Bu nedenle bir taraftan sisteme "itaatkar" nesiller yetiştirilirken, diğer taraftan öğrencilerin ve velilerin müşterileştirilmesinin ön plana çıkarılması kabul edilemez.
Türkiye'de sınavların eğitimde uygulanan yanlış politikalar nedeniyle sınavların 4. sınıfa kadar inmesi eğitim sisteminin içine itildiği durumu görmek gerekmektedir. Her yıl sınav yapmak, sınava hazırlanmak zorunda olan öğrencilerin küçük yaşlardan itibaren dershanelere, özel kurslara gitmesi okullardaki eğitimin zaten sorunlu olan niteliğini daha da geriye götürecektir. Ayrıca öğrencilerin sınavlara hazırlanırken yaşadıkları stres ve diğer sorunlar pek çok öğrenci ve öğrenci velisinin psikolojik baskılanma yaşamasına neden olmaktadır.
Türkiye'de eğitim sisteminden başlayarak düzeyler arası geçişler, okul türlerini tarif ve eğitim programları başta olmak üzere, eğitimin tüm tür ve düzeylerinin kamu tarafından ve kamusal kaynaklarla sunulması ve adil dağıtımının sağlanması, insancıl ve demokratik bir okul iklimi oluşturma gibi pek çok sorun varlığını sürdürmektedir. Bunu sağlamanın ilk adımı, çocuklarımızı sınavların esiri haline getirmek değil, eğitimi sınav odaklı olmaktan kurtarmak olmalıdır.
4+4+4'ün öğrencilerle birlikte en büyük mağduru eğitim emekçileri olmuştur
Hiçbir hazırlık ve altyapı yatırımı yapılmadan hayata geçirilmeye çalışılan 4+4+4 kademeli eğitim dayatması, bir taraftan eğitimi tamamen piyasalaştırıp, toplumun geleceğini ipotek altına alırken; diğer taraftan on binlerce öğretmeni ciddi anlamda mağdur etmiştir.
Hükümetin 4+4+4 sistemine yönelik aceleciliği yüzünden okulların plansız ve programsız dönüştürülmesi sonucu 30 bini sınıf öğretmeni olmak üzere, 70 bine yakın öğretmen norm fazlası durumuna düşürülmüştür. 4+4+4 ile birlikte çok sayıda ilköğretim okulu yaz döneminde ilkokula, ortaokula ve imam hatip ortaokuluna dönüştürülmüş, dönüştürülen okullardaki sınıf öğretmenleri eğitim-öğretim yılının başlaması ile birlikte göz göre göre norm fazlası durumuna düşürülmüş ve bu arkadaşlarımız okullarından ve öğrencilerinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Bu duruma paralel olarak düz liselerin 2013-2014 eğitim öğretim yılından itibaren tamamen kaldırılarak bir bölümünün Anadolu Lisesine, büyük bölümünün ise meslek liselerine dönüştürülecek olması, benzer sorunların artarak devam edeceğini göstermektedir.
Binlerce öğretmenin bu değişiklik hakkından faydalanmak için başvurması 4+4+4 ile okullarda yaşanan kaosun boyutunu gözler önüne sermiştir. Özellikle kalabalık sınıflarda 60 aylık çocukları okutmak zorunda kalan binlerce 1. Sınıf öğretmeni alan değiştirmek için başvurmuştur. Hizmet böyle bir ihtiyaç duymayan çok sayıda öğretmen 4+4+4 ile kendisini çaresiz hissederek alan değişikliğine başvurmuştur. Ancak bu uygulama da sorunlara çare olmamış, çok sayıda öğretmen yabancısı olduğu alanlarda görev yapmak zorunda bırakılmıştır.
Sistem kendi yarattığı sorunları "tamir etmek" isterken, başka büyük sorunlar yaratmaktadır. İkili mağduriyet yaratan alan değişikliği/yer değiştirme atamaları, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğini düşürmüş, öğretmenlik mesleğini değersizleştirmiştir.
Okullarda yaşanan dönüşümler sonucunda önceden okulların İlköğretim olarak ana sınıfından 8. sınıfa kadar olan öğrenci sayıları hesaplanıp yönetici norm kadroları belirlenmekteyken okulların İlkokul ve Ortaokul olarak dönüşümleri yapıldığından öğrenci sayılarında yarı yarıya azalmalar meydana gelmiş ve bu durumdan dolayı birçok okuldaki yöneticiler norm kadro fazlası durumuna düşmüşlerdir. Bu sorunun çözümü için norm kadro yönetmeliğinde; Okul yöneticilerinin norm kadrolarını belirleyen öğrenci sayıları yeniden düzenlenmelidir.
Son olarak 4+4+4 sisteminin uygulanması sonrasında görüldüğü gibi, bugüne kadar defalarca değiştirilen ve on binlerce öğretmeni mağdur eden norm kadro sisteminin artık fiilen çökmüş olduğu görülmüştür. Milli Eğitim Bakanlığı fiilen çöken norm kadro uygulamasının enkazı altında kalan öğretmenlerin sorunlarını çözmeli, okulların açılmasının üzerinden aylar geçmesine rağmen norm fazlası durumundaki öğretmenlerin yaşadığı sorunlara kimseyi mağdur etmeyecek şekilde somut çözümler üretmelidir.
Eğitim sisteminde yıllardır büyük bir sorun olan "ücretli öğretmenlik" uygulaması, bir an önce çözülmesi gereken önemli bir sorundur. Okullardaki kontenjanlar daha az ücretle çalıştırılan ücretli öğretmenlerle doldurularak "ucuz ve güvencesiz öğretmen" istihdamı üzerinden, branşlarına, lisanslarına bakılmaksızın, hizmet içi eğitime bile tabi tutulmadan okullarda görevlendirilmektedir. Ücretli öğretmenlik uygulamasına son verilmeli, bütün öğretmenler kadrolu ve güvenceli olarak istihdam edilmelidir.
Eğitimde yaşanan kaosa son vermek için 4+4+4 dayatmasından vazgeçilmelidir
Başta sendikamız Eğitim Sen olmak üzere, eğitim ve bilim çevrelerinin, üniversitelerin eğitim bilimleri bölümlerinin tüm eleştiri ve önerilerine rağmen, siyasi iktidarın dayatması olarak gündeme getirilen ve yine bir dayatma olarak meclisten geçirilen 4+4+4 yasasının uygulandığı 2012-2013 eğitim öğretim yılına genel olarak bakıldığında eğitim sisteminde yaşanan sorunların tahmin edilemeyecek kadar derin olduğunu açıkça görülmektedir.
AKP hükümetinin dayatmasıyla uygulanan 4+4+4 dayatması, eğitimde sadece biçimsel bir değişikliği değil, genç kuşakların daha yoğun sömürüye hazırlanması ve sömürüye boyun eğdirme programı olmasıyla da ön plana çıkmıştır. Buna ek olarak, muhafazakar ve dini değerlerle yaşayan bir toplum oluşturmanın eğitim programının temelini oluşturması dikkat çekicidir.
Hükümetin "dindar ve itaatkar nesiller yetiştirmek" üzerinden, ilkokuldan başlayarak okulların dini bir atmosferle sarıp sarmalanması, tarihten coğrafyaya, vatandaşlık derslerden, sosyolojiye, psikolojiye, edebiyata, fizikten biyolojiye kadar tüm dersleri bilim dışı, "yaratılışçı" bir bakış açısıyla yeniden düzenlemek istediği anlaşılmaktadır. Dahası, şu ya da bu dini bilgilerin verilmesi, ya da ibadet biçimlerinin öğretilmesinin de ötesinde Türkiye'de okullar, iktidarın dünya görüşünün yeniden üretildiği, ideolojik birer merkez haline getirilmiştir. İlkokulla başlayan bu ideolojik tutum üniversite eğitimini de kapsayacak biçimde geliştirilmek istenmektedir.
Her geçen gün içten içe çürüyerek bir enkaz haline getirilmiş olan eğitim sisteminin sorunları, 4+4+4 dayatması ile daha da içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Eğitim Sen olarak, AKP'nin eğitim biliminin en temel ilkelerini göz ardı ederek hayata geçirmeye çalıştığı 4+4+4 dayatmasına karşı tepkilerimizi bulunduğumuz her alanda göstermeye kararlıyız. Milli Eğitim Bakanlığı'nın sürecin başından itibaren taraflı, bilinçli ve yanlış bilgilendirme çalışmalarına son vermesini ve eleştirilerimizi dikkate almasını bekliyoruz.
Gerek 4+4+4 düzenlemesi ile eğitim sistemini kendi siyasal çizgisinde biçimlendirmek isteyen AKP iktidarı gerekse, eğitim biliminin en temel ilkelerini çiğneyerek 4+4+4 dayatmasını bütün eleştirilerek kulaklarını tıkayarak hayata geçiren Milli Eğitim Bakanlığı eğitimdeki kaosun ve mevcut karanlık tablonun öncelikli sorumlularıdır.
Milli Eğitim Bakanlığı, tüm topluma ve öğrencilerimize böylesi bir kötülüğü yapmaktan vazgeçmeli, zaman geçirmeden eğitimde 4+4+4 dayatmasından vazgeçmelidir. Eğitim Sen, çocuk ve gençlerimizin geleceğinin karartılmasına yönelik her girişim karşısında mücadelesini kesintisiz olarak sürdürmeye kararlıdır.'
Son Dakika › Eğitim › Eğitim Sen'den Çarpıcı 2012 - 2013 Raporu - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?