"Senin sıran da geldi, doktor"
Mart 2011'de Arap ülkelerindeki hareketlilikten etkilenen lise öğrencilerinin Dera'da çizdiği bu duvar yazısı, asıl mesleği göz doktorluğu olduğu için 'Doktor' lakabıyla anılan Beşar Esad'ın değil ama neredeyse 50 yıldır devam eden güçlü merkezi sistemin sonunu getirdi.
Öğrencilerinin gözaltına alınması ve ailelerine şiddet uygulanması üzerine, 15 Mart 2011'de, Cuma namazı çıkışı Şam ve Dera'da protesto gösterileri düzenlendi.
Devlet Başkanı Esad sert karşılık verdi, onlarca sivil hayatını kaybetti. Protesto gösterileri ülke geneline yayıldığında 10 yıldır devam eden iç savaş başladı.
Bugün ülkede yaşadığı bölge bombalanmamış; bir yakınını kaybetmemiş; ailesinden uzak düşmemiş bir Suriyeli bulmak imkansız. 2011'de nüfusu 22 milyon olan ülkede, 10 yılda neredeyse 600 bin kişi hayatını kaybetti.
6,5 milyondan fazla Suriyeli ülke içinde yerinden edilmiş durumda. Çoğu çadırlarda ya da sağlıksız koşullarda yaşıyor.
5,6 milyondan fazla sığınmacı da Suriye'yi terk etti. 3,6 milyonu Türkiye'de yaşıyor.
İç savaş başladığında çoğu cezaevinde olan El Kaide üyeleri bugün Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) veya farklı muhalif gruplarla birlikte toprak parçalarını kontrol eden örgütlerin parçası.
Savaş başladığında örgütlü bir silahlı gücü olmayan Demokratik Birlik Partisi (PYD), bugün ABD ve Rusya'dan destek gören, Batı başkentlerinde temsilciliği olan, ülkenin dörtte birinden fazlasını kontrol eden bir güç.
Ülke fiilen üçe bölünmüş durumda. Kuzeybatıda İdlib-Afrin-Carablus hattını kontrol eden muhaliflerin olduğu bölgede, bazıları HTŞ'nin elindeki kontrol noktaları var.
PYD'nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) kontrolündeki bölgede yer yer Şam hükümetiyle işbirliği yapılıyor. PYD'nin merkezi konumundaki Kamışlı ve Şam arasında uçaklar çalışıyor.
Hükümetin kontrolündeki bölgede de İran'a bağlı milis güçlerin hakimiyetinde yerleşim yerleri var.
Peki 10 yılda bugüne nasıl gelindi?
Savaşın dönüm noktalarını ve kritik gelişmelerini inceledik:
Protestolara güvenlik güçlerinin müdahalesinde onlarca insan ölmüş, protestolar şiddetlenmişti.
Ordudan ayrılan subaylar yanlarına bazı askerleri de alarak silahlanmaya başlayan muhaliflere katıldığını duyurdu. 30 Temmuz'da, çoğu ordudan ayrılan subaylardan oluşan Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) kurulduğu duyuruldu.
Bu tarihten sonra Suriye'deki olaylar için "iç savaş" ifadesi kullanılmaya başlandı.
Türkiye, Katar ve diğer Körfez ülkeleri başta olmak üzere muhaliflere dış yardım da geliyordu.
9 Ağustos 2011'de dönemin Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ayaklanmalar başlayana kadar Ankara ile çok yakın ilişkiler içinde olan Esad yönetimiyle iletişime geçmek için Şam'a gitti.
Sekiz saat süren görüşme, Ankara-Şam arasında yapılan son üst düzey görüşme oldu.
Bu sırada Türkiye, Suriye'den kaçan Esad muhaliflerine ve sivillere açık kapı politikası uyguluyordu.
18 Ağustos'ta bu kez dönemin ABD başkanı Barack Obama, Esad'ı istifa etmeye çağırdı. Birçok Batılı ülke de, Esad yönetimine ambargo uygulamaya başladı.
Eylül ayında bir başka ayaklanmanın yaşandığı ve yönetimin devrildiği Mısır'a giden ve o dönem başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, Şam yönetimini "halkına kurşun sıkan, tanklarla toplarla şehirlere baskınlar düzenleyen" diye tasvir etti:
"Suriye halkı şu anda Esad'a inanmıyor; biz de inanmıyoruz."
Muhaliflerin siyasi kanadı da Türkiye ve Katar'da toplanıyordu.
Esad, daha ayaklanmaların en başında, muhaliflere verilen desteğin kesilmesi için Batı'nın korkulu rüyası olan radikal İslamcıları cezaevlerinden salıverdi. Irak'tan gelen cihatçılarla birlikte bu savaşçılar, dağınık haldeki muhaliflerin safında yer aldı.
Esad'ın ordusu, Suriye'nin kuzeyinde çoğunlukla Kürt nüfusun yaşadığı bölgelerden çatışmasız çekildi. Yıllardır bir kısmına nüfus kağıdı bile verilmeyen, PKK ile bağlantıları olan PYD'nin silahlı üyeleri, Temmuz 2012'de Halk Savunma Birlikleri'ni (YPG) oluşturdu.
Esad'ın Türkiye'ye karşı yaptığı bu hamle sonrası YPG, Afrin, Kobani ve Kamışlı'da hakim güç olmuş, Türkiye sınırında YPG bayrakları asılmıştı.
Bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan Esad'ı kaybetmek istemeyen İran yönetimi, Şam ordusuna silah, milis ve Kudüs Gücü üzerinden eğitim/komuta desteği veriyordu.
Kudüs Gücü'nün lideri Kasım Süleymani'nin Suriye'de cephede görüldüğüne dair bilgiler geliyordu.
14 Şubat 2013'te İran Devrim Muhafızları, bir komutanının Suriye'de muhalifler tarafından öldürüldüğünü duyurdu.
Bu sırada muhalifler birçok yerleşim yerini ele geçirmişti.
İran'ın savaşa müdahil olduğunu kabul etmesinden birkaç ay sonra, 5 Haziran 2013'te, Lübnan sınırındaki Kuseyr, Şam ordusunun kontrolüne geçti.
Kasım Süleymani önderliğinde Hizbullah ve İran'a bağlı milislerin desteğiyle Esad'ın elde ettiği bu zafer, muhaliflerin iki yılda kazanımlar elde ettiği iç savaşın seyrini Esad lehine değiştiren dönüm noktası oldu.
Ancak bu sırada İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, açıklamalarında çok temkinli davranıyordu. Eylül ayında Washington Post için bir makale kaleme alan Ruhani "Bölgedeki insanların kendi kaderlerini tayin edebilecekleri bir ortam oluşturulması gerekiyor, Suriye'de diplomasi yollarına başvurulmalı." ifadelerine yer vermişti.
Şam yönetiminin kimyasal gaz kullandığına yönelik iddialar,n14 Haziran 2013'te ABD tarafından 'teyit edildi.' 21 Ağustos'ta da Guta'da sarin gazı saldırısı düzenlendi. Siviller de dahil yüzlerce kişi hayatını kaybetti.
Bu saldırılar, Obama'nın 2012'deki açıklamasını hatırlattı:
"Kimyasal ya da biyolojik silah kullanımı kırmızı çizgimizdir."
Ancak savaşın dönüm noktası sayılabilecek olay, sarin gazı kullanımı sonrasında Washington- Moskova hattında yaşananlar ve nihayetinde ABD'nin Suriye iç savaşındaki tutumunu değiştirmesiydi.
"Kırmızı çizgi aşılmıştır" dediği için Suriye'ye müdahale etmesi beklenen Obama, "Kongre'ye askeri yetki talebinde bulundu" ve topu Kongre'ye attı.
Hemen ardından da Esad yönetiminin destekçisi Rusya'yla, Suriye'deki kimyasal silahların ülke dışına çıkarılması konusunda anlaşma yaptı.
Ankara tepkiliydi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Bunu mutlak bir çözüm olarak görmek, Suriye rejimine kimyasal silah dışında hangi aracı kullanırsanız kullanın, ne kadar insan öldürürseniz öldürün gibi bir mesaj iletmekse bu barışı getirmez" açıklaması yaptı.
Obama yönetimi, o tarihten sonra muhaliflere kısıtlı bir destek verdi; Esad'a karşı açık müdahalede bulunmadı.
Bu durum, o dönem İran'la nükleer anlaşmaya yakın olan Obama yönetiminin Tahran'la gerilimi artırmamak için Suriye'de çekimser davrandığı yorumlarına yol açtı.
Bu esnada muhalifler içinde Müslüman Kardeşler'in güçlenmesi, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde tedirginlik yarattı. Riyad, artık Türkiye değil Ürdün üzerinden güneydeki muhaliflere destek veriyordu. Nihayetinde ülkenin farklı bölgelerindeki muhalif gruplar bölündü.
2013'te Irak'tan gelen Irak İslam Devleti lideri Ebubekir el Bağdadi ve örgüt üyeleri, Rakka'daki muhalif gruplara yönelik saldırı başlattı. Ocak 2014'te şehirden bu grupları çıkararak "halifeliğin başkentinin Rakka olduğunu" duyurdu.
Rakka'dan çıkarılan Ahrar-ı Şam, El Nusra gibi örgütler de çoğunlukla İdlib'e yöneldi. Böylece Türkiye sınırında radikal grupların sayısı arttı.
IŞİD gittikçe güçlenerek savaşçı sayısını, Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü'ne göre, 30 bine çıkardı. 2015'te IŞİD, bazı Arap ülkelerinde, Türkiye ve Avrupa'da onlarca kişinin hayatını kaybettiği büyük saldırılar düzenleyecek kapasiteye ulaşmıştı.
2014'ün Haziran ayında Irak'ın en büyük şehirlerinden Musul'u ele geçiren IŞİD, Türkiye sınırındaki PYD bölgelerinin bir kısmını kuşatmıştı.
Ağustos'ta Irak'ın Sincar bölgesindeki hava bombardımanıyla ilk kez IŞİD'i hedef alan ABD, 23 Eylül'de de Suriye'de örgüte karşı ilk hava bombardımanını gerçekleştirdi.
27 Eylül'de ise, PYD bölgelerine ilerleyişini engellemek için Kobani'de IŞİD'i bir kez daha vurdu.
Erdoğan Ekim ayı başında, Türkiye destekli muhalifleri kast ederek "Kara harekatında bu görevi ifa edenlerle işbirliği kurulmadıkça hava harekatıyla bu iş bitmez. Şu anda Kobani de düştü, düşüyor" derken ABD'nin başka planları vardı.
Barack Obama, 19 Ekim'de Erdoğan'ı arayarak YPG'ye doğrudan silah yardımı yapacağını söyledi ve yardımlar başladı.
Bu kez savaşın seyri YPG için değişti. Önce Kobani'yi kuşatan IŞİD'i geri püskürten YPG, ardından Türkiye sınır hattı boyunca hızla ilerledi. Ardından güneye dönerek Rakka'yı ele geçirdi.
YPG'nin Suriye'de 'kanton' adı altında özerklik ilan edecek kadar güçlenmesi ve ABD öncülüğündeki IŞİD'e karşı uluslararası koalisyonun desteğini kazanması, Türkiye'de kırılgan şekilde yürüyen çözüm sürecinin önüne son taşı koydu.
Kobani olayları zamanı büyük sarsıntı geçiren süreç, Türkiye'nin 24 Temmuz'da önce Suriye'de IŞİD'i, ardından Kuzey Irak'taki PKK hedeflerini vurmasıyla son buldu.
Aynı günlerde, ABD'nin IŞİD'e karşı operasyonlarda kullanmak istediği ancak Türkiye'nin "sadece güvenli bölge oluşturulması karşılığında onay vereceği" İncirlik Üssü de, bu şartlar oluşmadan açıldı.
BBC Türkçe'ye konuşan üst düzey bir Türk yetkili; PKK hedef alınmadan önce İncirlik Üssü'nün açılmasının ve IŞİD'in vurulmasının sebebini şu sözlerle açıkladı:
"Eğer sadece PKK'yı vursaydık, ne kadar meşru olursa olsun, IŞİD'le mücadeleye zarar veriyormuş gibi bir algı yaratılabilirdi. Zaten Türkiye'nin IŞİD'e destek verdiğine yönelik iddialarla mücadele ediyorduk. Bu algının önüne geçmek için İncirlik Üssü'nü açtık, ilk operasyonu IŞİD'e yaptık. Ardından PKK hedeflerini vurduk."
Türkiye iki YPG bölgesi arasında köprü kurulmasını engellemek ve sınırındaki IŞİD tehdidine son vermek için 24 Ağustos 2016'da Fırat Kalkanı Operasyonu'nu başlattı. 2018'de Afrin'e 'Zeytin Dalı Operasyonu' düzenledi.
Türkiye için artık Suriye'de en önemli öncelik YPG olmuştu.
Hem Zeytin Dalı hem de Fırat Kalkanı operasyonları, artık Suriye'nin hava sahasını kontrol eden Rusya'nın yeşil ışık yakması sayesinde olmuştu.
ABD, Türkiye ve İran'ın artık müdahil olduğu savaşın dördüncü yılında Rusya da Şam'a verdiği desteğin şeklini değiştirdi ve hava bombardımanıyla savaşa müdahil oldu.
Rus hava kuvvetlerinin devreye girmesiyle savaşın Esad lehine ilerlemesi hız kazandı.
Putin, "Ülkedeki cihatçıların Rusya için tehdit olduğunu, savaşa bu grupları engellemek için girdiğini" 12 Ekim'de BBC'ye verdiği röportajda anlattı:
"Bizim yabancı topraklara ihtiyacımız yok. Sovyetler Birliği'ni yeniden inşa etmek gibi bir niyetimiz de yok. Ama bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi savunmalıyız."
Rusya'nın müdahalesinin ardından 21 Ekim'de Esad da ilk kez Suriye dışında; Moskova'da görüldü.
Bundan bir ay sonra, 24 Kasım'da Türk hava sahasını ihlal ettiği belirtilen bir Rus savaş uçağı, Türk jetleri tarafından düşürüldü.
Moskova-Ankara arasındaki yüksek gerilimli birkaç ayın ardından Erdoğan, Rus mevkidaşı Vladimir Putin'e bir özür mektubu gönderdi. 9 Ağustos'ta Petersburg'da bir araya gelen iki liderin arasındaki gerilim, yerini yakın bir işbirliğine bıraktı. Türkiye'nin bu sırada ABD ile arası, YPG'ye verilen destek sebebiyle gittikçe açılıyordu.
Üzerinden bir ay geçmeden Türkiye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu başladı.
Aynı yılın sonunda da, Halep'te ateşkes ilan edildi; muhalifler İdlib'e çekildi. Esad yıllar sonra bir Rus gazeteciye verdiği röportajda, savaşın dönüm noktası sorulduğunda "Halep'in geri alınması" diyecekti.
Bu sırada Türkiye'de büyük etki yaratan iki olay meydana geldi. 19 Aralık'ta, Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara'da uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybetti.
22 Aralık'ta ise iki Türk askerinin IŞİD tarafından yakılarak öldürüldüğüne dair görüntüler internette paylaşıldı. Görüntülere erişim engeli getirilirken askerlerden birinin ailesi, aylar sonra Türk basınına "Oğlumuza şehitlik verildiği bize söylendi" dedi.
Rusya, ABD ile karşı karşıya gelmemek için müdahalesinde büyük oranda YPG bölgelerine yanaşmadı. ABD de üç yıl boyunca sadece IŞİD bölgelerini hedef aldı.
Ancak Donald Trump başkan olduktan sonra, Nisan 2017'de ilk kez bir Suriye ordu üssüne füze attı. Nisan 2018'de Trump, Esad'a ait üsleri bir kez daha vurdu.
Çatışmalardan kaçan küçük bir grubun ilk kez Nisan 2011'de Türkiye sınırına gelmesinden sadece birkaç yıl sonra, Suriyeli sığınmacıların sayısı milyonları bulmuştu.
İlk aşamada Lübnan, Ürdün, Türkiye ve Irak gibi komşu ülkelere sığınan ve buralardaki çadır kentlere geçici olarak yerleştirilen Suriyeliler, savaşın yakın zamanda bitmeyeceğini gördü.
Çünkü artık iç savaş; Türkiye, Körfez ülkeleri, İran, Rusya ve ABD'nin girdiği bir vekalet savaşına dönmüştü. İsrail de, Suriye'de sınırına yakın bölgelerde İran'ın desteklediği Hizbullah ve diğer milisleri hedef alan füze saldırılarına başlamıştı.
Artık evlerini temelli terk eden Suriyeliler, Avrupa'dan sığınma talep etti. Ege Denizi üzerinden Yunanistan'a göçmen akını başladı.
2015'te bu geçişler ve insan kaçakçılığı öyle bir noktaya ulaşmıştı ki; Suriyelilerin açtığı kapıdan yararlanmak isteyen çok sayıda Iraklı, Afgan ve diğer Asya ülkelerinden gelen sığınmacılar, binlerce kilometrelik rotalar oluşturmuştu.
2015'te Uluslararası Göç Örgütü'nün verilerine göre Türkiye üzerinden 821 binden fazla kişi Yunanistan'a kaçak geçiş yaptı; Ege Denizi'nde 706 kişi hayatını kaybetti.
Aralarında, cansız bedeni Bodrum kıyılarına vuran üç yaşındaki Aylan Kurdi de vardı.
Avrupa, sınırlarında on binlerce göçmeni görünce Türkiye ile Mart 2016'da geri kabul anlaşmasını yürürlüğe soktu. Anlaşmayla Türkiye sınırlarda sert önlemler aldı, kaçak geçişler büyük oranda azaldı.
Ancak Şubat 2020'de, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında gerilimin yaşandığı bir dönemde Erdoğan, kapıları göçmenlere açtığını duyurdu:
"Ne dedik aylar önce? 'Böyle giderse kapıları açmak zorunda kalacağız.' İnanmadılar. Biz dün ne yaptık? Kapıları açtık. Bu kapıları bundan sonraki süreçte de kapatmayacağız ve bu devam edecek"
Sınırı geçmek üzere Edirne'ye giden çok sayıda göçmen, Yunan polisi tarafından sert müdahalelere maruz kalarak geri gönderildi.
2017'de Türkiye destekli olan muhalifler büyük oranda İdlib ve Cerablus-Mare hattında kalmıştı.
4 Mayıs'ta Rusya, İran ve Türkiye, Kazakistan'ın başkenti Astana'daki toplantıda muhaliflerin bulunduğu alanlarda "Dört çatışmasızlık bölgesi oluşturma" kararı aldı.
Birincisi geniş İdlib bölgesi; ikincisi 150 binden fazla sivilin yaşadığı Rastan ve Telbise; üçüncüsü 700 bin nüfuslu, radikal grupların da olduğu Doğu Guta ve sonuncusu da Dera ve Kuneytra'ydı.
Bu bölgeler için Mısır, Ürdün ve ABD'nin de devreye girmesiyle ayrı anlaşmalar imzalandı ve Temmuz 2018'e kadar Doğu Guta, Rastan-Telbise ve Kuneytra-Dera bölgelerinden binlerce savaşçı aileleriyle birlikte otobüslere bindirilip İdlib'e gönderildi.
Böylece 2011'de Esad'a karşı savaşmaya başlayan muhalifler ülkenin kuzeybatısına çekilmiş oldu.
İdlib'in nüfusu üç milyonun üzerine çıktı. Suriye ordusu ve Rusya, bu kez yönünü son "çatışmasızlık bölgesi" olan İdlib'e çevirdi.
Suriye ve Rus ordularının operasyonları, aralıklı olarak bugüne kadar sürdü. Eylül 2018'de Rusya, Türkiye ve İran bir mutabakat imzalayarak İdlib'de muhalifler ve Suriye ordusu arasında tampon bölge oluşturacak şekilde gözlem noktaları oluşturdu.
Mutabakatın 'geçici' olduğunu belirten Beşar Esad ise "Hükümetimizin asıl amacı Suriye'nin her bölgesinde kontrolü sağlamaktır." diyerek İdlib'den vazgeçmediğini duyurdu.
Son olarak 5 Mart 2020'de Rusya ile Türkiye'nin yeni bir mutabakata vardığı bölgede Esad'ın ordusu ilerlemiş, muhalifler daha dar bir alana sıkışmıştı. Saldırılarda onlarca askerini kaybeden Türkiye, Şam ordusunun kontrolünde kalan bölgeden bazı gözlem noktalarını taşımak durumunda kaldı.
İdlib'in büyük bir kısmı bugün HTŞ'nin kontrolünde.
Dönemin ABD Başkanı Trump, Aralık 2018'de IŞİD'in kontrolünde toprak kalmadığını ve Suriye'den çekileceğini duyurdu. Ancak tepkiler sonucunda, sadece 1.000 askerini çekti.
Fırat'ın diğer yakasında ise Rusya'nın paralı asklerleri ve İran'a bağlı milislerle birlikte Suriye ordusu IŞİD'le savaşmaya devam ediyordu.
Trump, Obama'nın YPG'ye yardıma başlamasından beş yıl sonra, Ekim 2019'da Erdoğan'la yaptığı telefon konuşması sonrası bir kez daha Suriye'den çekileceğini açıkladı.
Bu açıklama, uzun süredir Fırat'ın doğusunda YPG'ye yönelik askeri harekat düzenleme planları yapan Ankara için yeşil ışık niteliğindeydi. Erdoğan'ın "Kararı verilen ve süreci başlamış olan barış pınarlarının önünü açma vakti belki bugün, belki yarın denebilecek kadar yakındır" sözlerinin ardından Türkiye, 9 Ekim'de YPG'ye yönelik 'Barış Pınarı Harekatı'nı başlattı.
Harekat iki hafta içinde önce ABD, ardından Rusya'yla varılan anlaşmalarla sona erdi. YPG'nin sınırdan 30 kilometre derinliğe çekilmesi ve bu bölgede Rus ve Suriye ordularının bulunması kararlaştırıldı.
YPG bugüne kadar tam anlamıyla geri çekilmedi. Bölgede birbirine yakın konumlarda varlık sürdüren SDG ile Şam yönetimi arasında da, Rusya'nın aracılığında işbirliği görüşmeleri sürüyor.
Savaşın büyük bir kısmını domine eden IŞİD sorunu büyük oranda ortadan kalktığında, önce Arap ülkelerinin ardından da Avrupa ülkelerinin Esad'a ve Baas Partisi'ne yaklaşımında değişim sinyalleri gelmeye başladı.
Ankara ile Şam arasında da "terör örgütlerine karşı" iki ülkenin işbirliği yapabileceği, "Suriyeliler demokratik seçimlerde kendisini tercih ederse" Esad'la çalışılabileceği mesajları geldi. Öyle ki; iki ülkenin istihbarat başkanları, Hakan Fidan ve Ali Memlük, Ocak 2020'de Moskova'da görüştü.
Bu sırada İran"ın etki alanını kısıtlamak isteyen ve muhalifleri desteklemekten çoktan vazgeçmiş olan Umman, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Arap ülkeleri de Şam'da diplomatik temsilciliklerini yeniden açtı, bazıları büyükelçi gönderdi.
Son olarak Beyaz Saray'da yeniden Demokrat Partili bir Başkan, Joe Biden göreve geldi. Biden, ilk kez Şubat 2021'de Suriye'de Esad'a destek veren İran'a bağlı milis güçleri vurdu.
"Ordumuzun geliştirmeye iki yıl önce karar verdik. Elbette ki bunu Rusya Savunma Bakanlığı'yla birlikte yapacağız."
Savaşın 10. yılına yaklaşırken bu açıklamayı yapan Esad, artık Rusya ve İran'a bağımlı olsa da yönetimde kaldı.
Fiilen üç parçaya bölünmüş olan Suriye ise 10 yılın sonunda uydu savaşın sahnesi olmaya devam ediyor.
Son Dakika › Dünya › Suriye'de savaşın 10 yılında 10 kritik dönüm noktası - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?