ABD- Türkiye ilişkileri, Washington'ın Amerikalı Pastör Andrew Brunson'ın serbest bırakılmaması gerekçesiyle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e yaptırım kararı sonrası yeni bir krize girdi.
Geçen yıl iki ülkenin vize başvurularını karşılıklı olarak askıya almasıyla kriz çözülmüştü ancak yaptırım kararı sonrası taraflar, sert açıklamalarla suların durulmayacağı sinyali veriyor.
Brunson gerilimi, Washington-Ankara hattında daha önce çıkan krizleri de akıllara getirdi.
Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Faruk Loğoğlu, 1 Mart tezkeresi ve "çuval olayı" sırasında ABD ile yaşanan krizin birinci derecede tanığıydı.
BBC Türkçe'ye konuşan Loğoğlu, iki ülke ilişkilerinde bugüne dek öne çıkan 6 krizi ve yaptırımlar sonrası ABD-Türkiye ilişkilerinin olası seyrini değerlendirdi.
1962 - Küba Füze Krizi
Ekim 1962'de patlayan "Küba Füze Krizi", Soğuk Savaş'ın iki süper gücünü, ABD ve Sovyetler Birliği'ni, nükleer savaşın eşiğine getirdi. Küba üzerinde uçan U2 uçaklarının burada nükleer başlıklı füzeleri keşfetmesiyle, eski ABD Başkanı John F. Kennedy Sovyetlere Küba'ya nükleer silah sağlamaları durumunda, büyük bir krizin patlak vereceği uyarısında bulundu.
Taraflar bir süre karşılıklı restleşmeyi sürdürdü ancak ABD ve Sovyetler Birliği'nin karşılıklı pazarlıkları sonucunda gelinen nokta Türkiye'yi de krizin bir parçası yaptı.
Sovyetler, Küba'dan nükleer silahlarını çekeceğini ancak önce ABD'nin Türkiye ve İtalya'daki nükleer başlıklarını geri çekmesi gerektiğinde ısrar etti.
Faruk Loğoğlu'na göre, ABD ve Sovyetler Birliği arasında Türkiye'den silahların kaldırılması yönünde verilen kararın "Ankara'ya danışılmadan alınması", krizin dokusunu oluşturuyordu.
1964 - Johnson Mektubu
ABD'nin 36'ıncı başkanı Lyndon B. Johnson, 5 Haziran 1964'te dönemin başbakanı İsmet İnönü'ye ilettiği mektubunda Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri harekat düzenleyeceğinden haberdar olduğunu ve bundan endişe duyduğunu yazdı.
Mektupta, ABD ile tam istişarede bulunması için Türkiye'den keskin bir dille talepte bulunan Johnson, aksi takdirde "NATO Konseyi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin acele toplantıya çağrılmasını istemek mecburiyetinde kalacağını" belirtmişti.
İsmet İnönü'nün yanıtı ise "Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de o dünyada yerini alır" oldu.
Faruk Loğoğlu'na göre, ABD'nin askeri operasyonu önlemek için gönderdiği mektupta en kritik mesaj "Karşınızda Sovyetler Birliği'ni bulursanız, yanınızda biz olmayacağız" vurgusuydu.
Loğoğlu'na göre Türkiye bu kriz sonrası, "göreceli olarak NATO'ya daha az bağımlı" politikalar izlemeye başladı. 1974 - Haşhaş ekiminin yeniden başlatılması
Faruk Loğoğlu'nun dikkat çektiği bir başka kriz, 1974'te dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in haşhaş ekimini yeniden başlatmasıyla patlak verdi.
Amerika'da yükselen uyuşturucu tüketimi artarken, Türkiye de uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlanan bazı ülkeler arasındaydı.
1971'de haşhaş ekimini tamamen yasaklayan Türkiye'nin 3 yıl sonra aksi bir karar alması Washington'la ilişkilerde gerginlik yarattı.
"Karar ayrıca tartışılabilir ama Bülent Ecevit, Türkiye'nin duruşunu göstermişti" diyen Loğoğlu, elde edilen ürünlerin uluslararası standartlara intikal etmesi yönündeki adımlarla beraber, krizin ilişkilere kalıcı hasar vermeden atlatıldığını hatırlatıyor.
1974 - İncirlik Üssü'nün kullanımının askıya alınması
Adana il sınırları içindeki İncirlik Üssü, Soğuk Savaş döneminde ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı kilit operasyon merkezlerinden biriydi. ABD ile Türkiye'nin müttefiklik ilişkilerinde ise, önemli bir pazarlık aracıydı.
ABD, 1974 yılında Kıbrıs Harekatı sonrası Türkiye'ye silah ambargosu uygulamaya karar verdi.
Türkiye, ülke sınırları içinde ABD'nin kullanımındaki İncirlik Üssü ve diğer üslerin kullanımını askıya alarak, buraların kontrolünü Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) devretti.
Bülent Ecevit ise 2002 yılında Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin'e yaptığı açıklamada, "Yasaklayıcı tutumlarına karşın haşhaş üretimini belli kurallar içinde serbest bırakışımız ABD'de çok tepki uyandırmıştı. Kongre'nin ambargosu aslında Kıbrıs değil, haşhaşla ilgiliydi. Sonra Kıbrıs'a yamandı" dedi.
ABD Kongresi'nin Eylül 1978'te ambargoyu kaldırması sonrası, İncirlik Üssü eskisi gibi faaliyet göstermeyi sürdürdü.
Üs, Orta Doğu'da Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütüne karşı mücadele eden ABD liderliğindeki koalisyon güçleri için kilit önemde olarak görülüyor.
"İncirlik Üssü kapatılsın" çağrıları sık sık diplomatik gerilimlere eşlik ediyor. Son olarak ABD Kongresi'nin Türkiye'ye F-35 satışının geçici durdurulmasını da içeren yasa tasarısını geçirmesi sonrası, Başkan Trump'ın onayı halinde, uçaklarının teslimatı dondurulacak.
Faruk Loğoğlu, Brunson gerilimi ve Kongre'nin F-35 kararına müteakip Türkiye'nin ancak İncirlik'in kullanımını engelleyebileceğini ancak bunun doğru olmayacağını söylüyor, "Bir defa kapatırsın, müttefiklerin başka bir yerde üs açar" diyor.
2003 - 1 Mart Tezkeresi
Faruk Loğoğlu, Washington Büyükelçisi olarak görevini sürdürürken yakınen tanık olduğu, ABD'nin Irak'ı işgal sürecindeki 1 Mart tezkeresi kararının, iki ülke arasında en çok iz bırakan kriz olduğu görüşünde.
O dönem Türk askerlerin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına ilişkin tezkere, gönderildiği TBMM'den geçmedi.
Loğoğlu'na göre, ABD bu dönemde çok istediği tezkerenin TBMM'den geçeceği beklentisindeydi. Tezkere kapsamında İskenderun'a konuşlandırılacak askerler, araçlar ve gemilerin ıslah çalışmaları için o dönem yaklaşık 200 milyon dolar ayrılmıştı.
Loğoğlu bu döneme dair anılarını şu sözlerle anlattı:
"Ben Büyükelçiydim. 'Başka bir karar da çıkabilir' diyerek onları uyardığımı hatırlıyorum. 'Türkiye bir parlamento devletidir ve bu irade karşısında beklemek lazımdır' demiştim. ABD yine de Doğu Akdeniz'i Amerikan gemileriyle doldurdu. Ama beklenen olmadı.
"ABD, tezkere kararı sonrası çaresiz olmadığını Irak'a güneyden girerek gösterdi. Ancak tezkerenin TBMM'den geçmemesi, hem ABD ordusunda hem de ABD Kongresi'nde olumsuz izler bıraktı".
2003 - 'Çuval olayı'
4 Temmuz 2003'te Irak'ın Süleymaniye kentinde Amerikan askerleri, Özel Kuvvetler Komutanlığı'na bağlı subayların bulunduğu karargaha baskın düzenledi, buradaki Türk askerleri ise başlarına çuval geçirilmesi sonrası gözaltına alınarak sorgulanmak üzere Bağdat'a götürüldü.
Faruk Loğoğlu bu süreçte "ABD'nin olayın üzerine gitmesi gerektiği gibi gitmediğini" belirtti ve ekledi:
"Ben bu konunun araştırılması için bir komisyon kurulmasını önerdim ancak biz Washington olarak devreden çıkarıldık ve yaşananlar, Türk Dışişleri Bakanlığı ve Ankara Büyükelçiliği tarafından ele alındı. Türkiye de ısrarlı davranmadı."
2017 - Vize krizi
8 Ekim 2017'de ABD, Türkiye'deki konsolosluk çalışanı Metin Topuz'un tutuklanması sonrası, Türkiye'den yapılan vize başvurularını süresiz olarak askıya almıştı. Türkiye de yine vize başvurularını askıya alarak bu karara misilleme yapmıştı.
Dışişleri Bakanlığı, Metin Topuz'un "ABD Konsolosluğu'nun kayıtlı personeli olarak diplomatik listede yer almadığını" açıklamıştı.
Vize krizi, iki ülke arasındaki en kapsamlı diplomatik yaptırımlar olarak görülüyordu.
28 Aralık 2017'de ABD ve Türkiye karşılıklı tüm vize kısıtlamalarını kaldırdı. ABD Türk hükümetinin "üst düzeyde sağladığı güvenceye bağlı kaldığını" belirtti.
Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Faruk Loğoğlu'na göre bu kararın daha önce bir emsali olmamıştı.
BBC Türkçe'ye krizi değerlendiren eski diplomat, "konuyla ilgisi olmayan onbinlerce vatandaşı mağdur eden" kararı, "orantısız ve gereksiz" diye nitelendiriyor, "Gözaltına alınan ve tutuklanan kişiler Türk vatandaşı, tutuklamakta bir aykırılık yok" diyor ve ekliyor:
"Irak, Suriye, YPG-PYD, ABD'li vatandaşların tutuklanması, davalar... İlişkiler doygunluk noktasına geldi. ABD ise yanlış bir düğmeye bastı." ve Andrew Brunson gerilimi
Washington son olarak Türkiye'de ev hapsinde bulunan ABD vatandaşı Pastör Andrew Brunson'ın serbest bırakılmaması gerekçesiyle, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e yaptırım uygulama kararı aldı.
Faruk Loğoğlu, "Brunson olayı mevcut gerginliklere yenisini ekledi. Türkiye'nin soğukkanlı, ABD'den daha akıllı ve ölçülü davranması gerekir. Ancak kamuoyuna yapılan açıklamalar bu yönde seyretmiyor" diyor.
İki bakanı kapsayan yaptırımları "ağır olmakla beraber geniş olmayan, sembolik" adımlar olarak niteleyen Loğoğlu, Washington ve Ankara'dan gelen karşılıklı sert tepki ve kınamaların beri yanında diplomasi trafiği yaşandığını da vurguluyor, "Türkiye bir noktada yapması gerekeni de yapıyor" diye konuşuyor.
Faruk Loğoğlu, Türkiye'nin ABD'nin adalet ve içişleri bakanlığına tekabül eden bakanların misilleme olarak Türkiye'ye girmesinin yasaklanacağı, ancak telefon ve diplomasi trafiğinin de süreceği beklentisinde.
Loğoğlu'na göre Türkiye-ABD ilişkilerinin bundan sonraki seyrini Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun Cuma günki görüşmesi belirleyecek. İki bakanın Singapur'daki 51. ASEAN Dışişleri Bakanları Toplantısı kapsamında yüz yüze görüşmesi bekleniyor.
Öte yandan yaptırımların gerekçesi olarak aslen Türkiye'de insan hakları meselesinin gösterildiğine dikkat çeken Loğoğlu, "Türkiye'nin bu mesajı da doğru algılaması lazım diyor:
"Türk-Amerika ilişkileri yara bere içinde- Brunson olayı bir iltihap birikimi. Türk yargı sisteminin bu iltihabı hukuk ve usüle uygun olarak kurutması gerekir ki esas yarayı temizleyecek fırsat elde edilsin. Türkiye'nin stratejik, güvenlik ve ekonomik çıkarları terazisinde Brunson olayının içeriği ne kadar önemli olursa olsun bir ayrıntıdır."
İki ülke arasındaki gerginliğe, ABD Senatosu'nun da Türkiye'ye da gösteriliyor. F-35 konusunun yaptırımlarla bağlantılı görmediğini söyleyen Loğoğlu, Trump'ın yasayı onaylarak yürürlüğe koymayacağı görüşünde:
"Türkiye'nin de tarafı olduğu bir anlaşma olduğu için değil, Trump açısından bu aslen bir para meselesi, Türkiye F-35'lere büyük paralar ödüyor." Sonuçları ne olur?
Faruk Loğoğlu'na göre ABD, "Brunson'ı bırakmadığınız takdirde bunun devamı gelecektir" mesajıyla Trump yönetiminin ciddiyeti ve kararlılığını vurguluyor.
Loğoğlu, krizin sonuçlarını iki başlığın belirleyeceğini söylüyor:
İlki, ABD Senatosu'nun uluslararası mali kuruluşların önünde Türkiye'nin aleyhinde duruş sergilemesi ihtimali; ikincisi de İran yaptırımları konusu. Loğoğlu'na göre, iki mesele de "Türkiye'nin kırılgan ekonomisini kökten sarsacak" potansiyele sahip:
"ABD Senatosu'nun IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası mali kuruluşların önüne Türkiye dosyası geldiğinde Türkiye'nin aleyhine duruş sergilemesi, Türkiye'nin ekonomik durumuna dikkate aldığımızda çok önemli bir husus."
Öte yandan ABD'nin İran'a yönelik , Kasım ayında yürürlüğe girecek. Türkiye bu yaptırımlara uymayacağını söylüyor. ABD ise Türkiye'ye istisna sağlamamakta kararlı.
ABD ve Türkiye arasında Brunson'ın takası için bir pazarlık yapıldığı ve Türkiye'nin bazı ek koşullar sunduğu için pazarlığın düştüğü iddiaları ise, sürecin devamı konusunda soru işareti yaratıyor.
1 Mart tezkeresi sürecinin en yakın tanığı Loğoğlu, o dönemde de tarafların gizli anlaşmalarla "arka kanal diplomasisine" başvurmasını yanlış bulduğunu vurguluyor, Ankara'ya şu çağrıyı yapıyor:
"Back channellara (arka kanallara) itibar etmeyeceksiniz, resmi, diplomatik kanallara itibar edeceksiniz."
Son Dakika › Dünya › 1960'lardan Bu Yana Türkiye ve ABD Arasındaki Krizler - Son Dakika
Masaüstü bildirimlerimize izin vererek en son haberleri, analizleri ve derinlemesine içerikleri hemen öğrenin.
Sizin düşünceleriniz neler ?